Hakan Ali Toker

12 Aralık 2024

Çiçek Kız Valsi'nin öyküsü...

Aşkın geçerli veya gerçek olması için karşınızdakinin "gerçek" bir insan olması, onu tanımanız, onunla bir şeyler paylaşmış olmanız gerekmez. İnsan kafasında yarattığı bir hayale dahi âşık olsa, yaşadığı, gerçek aşktır!

2006 yılı, Türk-İtalyan diplomatik ilişkilerinin 150. yıldönümüydü. Bu münasebetle yapılan kültürel etkinlikler arasında, Roma'da St. Regis Grand Otel'de 26 Ekim-6 Kasım tarihleri arasında bir Türk Yemekleri Haftası düzenlendi. Kanuni Tahir Aydoğdu ile beraber bu etkinlik boyunca düzenli olarak kanun-piyano dinletileri sunmak üzere davet edildik ve gittik.

Her yanı tarihle dopdolu muhteşem bir şehrin merkezinde yer alan, ihtişamlı bir otel St. Regis. Biz bu otelde hem kaldık hem de konukların Türk yemekleri tadabilecekleri restoranı içine alan kocaman lobide bir hafta boyunca günde iki defa müzik yaptık. Kalan zamanda ise bol bol şehri gezdik.

Ankara'dan yola çıktığımızda hava kapalı ve soğuktu. Oysa Roma'da henüz yaz bitmemişti! Güzel havadan istifade, güneş gözlüklerimiz ve şehir haritamızla beraber her gün yaya olarak yola çıktık. Zira görmek istediğimiz her şey yürüme mesafesindeydi. Lakin önceden hava durumuna bakmadan geldiğimiz için, uzun kollu gömlekler ve pantolonlarımızın içinde terledik.

Neler gördük, neler! Antik Roma İmparatorluğu’nun en mağrur zamanlarından kalma, göz kamaştırıcı yapılar, anıtlar, müzeler, meydanlar... Sözlere sığmaz. Roma'yı mutlaka gidip görmek lazım! Burada, o unutulmaz gezinin pek çok güzel anısını atlayarak, beni derinden etkileyen bir tek olayı anlatmak niyetindeyim.

Aşk Çeşmesi'nde aşk

Ziyaretimizin üçüncü günüydü. "Aşk Çeşmesi" diye bilinen meşhur "Fontana Di Trevi"yi görmeye gelmiştik. Tahir ağabey yakınlarda bir kafede oturup bir kahve içmek istedi. Benimse hiç oturasım yoktu. Kısa bir süreliğine ayrılmaya karar verdik. Ünlü fıskiyenin önüne geldim. Ortalık cıvıl cıvıl turist kaynıyordu. Güneş pırıl pırıl, hava ise tertemizdi. Etrafımdaki bütün bu güzelliklerin ve mutlaka havanın etkisiyle, içime coşkun bir duygu doğdu: Âşık olmak için ideal bir gündü! Tek eksik, karşıma çıkacak güzel bir kızdı.

Hakan Ali Toker Fontana Di Trevi önünde

Bu ruh hali içerisinde, fıskiyenin tam önünde durup bir şarkı söyledim kendi kendime. Şarkımı bitirince Tahir ağabey ile buluştuk. Aşk Çeşmesi'nin önünde fotoğrafımı çekti. Sonra o kızı gördüm...

Fotoğrafta yüzümün dönük olduğu tarafta, yani fıskiyenin çaprazında bir duvar kenarında dans ediyordu. O, Roma'da her yerde görebileceğiniz sokak sanatçılarından biriydi. Dallı-budaklı bir kaidenin üzerinde, çiçekli bir elbise içinde ve başında yapay bir saksı çiçeğiyle, tek ayak üstünde ağır ağır dans ediyordu; Tai-Chi yapar gibi. Bir pantomim sanatçısı gibi yüzünü beyaza boyamıştı. Ellerindeki beyaz eldivenlerden birine plastik bir kelebek tutturmuştu. Ona eşlik eden hiçbir müzik yoktu. Oysa o zarif hareketleriyle, kalabalık turist gürültüsünün içinde adeta hayali bir sessizliğin müziğine dans ediyordu.

Büyülenmiş bir halde ona bakakaldım. Çevredeki gürültüyü duymaz oldum. Beni fark etti. O dansına devam ederken bir süre bakıştık. Âşık oldum! O halde telefonumla fotoğrafını çekerken bile doğru dürüst bir poz yakalayamamışım.

Fotoğraf: Hakan Ali Toker

O sırada Tahir ağabeyi kaybetmişim. Beni buldu. Yolumuza devam etmemiz gerekiyordu. Akşamki programa kadar görülecek yerler vardı. Kızın önündeki tasa bozuk para atıp, yanından güçlükle ayrıldım. Ancak henüz bir sokak gitmiştik ki, geri dönme arzuma karşı koyamadım. Tahir ağabeyden beklemesini rica ederek, oracıktaki bir dükkândan bir parça çikolata satın alıp kıza götürdüm. Ona paradan öte, özel bir şeyler vermek ihtiyacını duyuyordum. Yanına vardığımda gösterisine ara vermişti. Tanıştık. Adı Emanuela imiş. Aynı zamanda flüt çalıyormuş ve bir akordeoncuyla restoranlarda çalışıyormuş. Ben de akordeon çaldığımı ve ona eşlik etmek istediğimi söyledim. Kabul etti. Ertesi gün Kolezyum'a giden tarihi yolda (Fiori Imperiali) kendisine katılabileceğimi söyledi.

Mutluluktan uçtuğumu söylememe gerek yok sanırım! Otele dönerken, ertesi gün ona ne tür bir müzikle eşlik edebileceğimi düşünmeye koyuldum. Sokak ortasında ona piyanoyla eşlik edemeyeceğime göre, yanına akordeonumla gitmek zorundaydım. Neyse ki Roma'ya gelirken yanıma almıştım! Ancak böyle bir sazla, öyle bir dansa nasıl eşlik edilebilirdi? Bana öyle geliyordu ki, onun dansına ya sessizlik ya da rüzgârın hafif mırıltısı eşlik edebilirdi. O gün, onun için bir parça bestelemeye koyuldum; tam böyle bir mırıltıyla başlayıp, sonra onun dansından çok kendi duygularımı dışa vuran bir vals!

Ertesi gün onu bulduğumda farklı bir kostüm içerisindeydi. Bir diğer arkadaşıyla beraber denizkızı kılığına girmişti. Kaldırıma serdikleri bir örtü üzerinde çakıl taşları ve deniz kabuklarıyla yarattıkları basit ama masalsı bir dekorun üzerinde uzanmış, gözlerini kapatmış, kıpırdamadan yatıyorlardı. Çok popüler olan o tarihi yaya yolu boyunca pek çok müzisyen, dansçı, canlı heykel para kazanmak için çaba harcıyordu. Kimisi kendi ses düzenini bile kurmuştu. Ama en büyük kalabalık, denizkızlarının önünde toplanmıştı. Oysa onlar ilk bakışta, hiçbir şey yapmıyor gibi görünüyorlardı. Gösterilerini görmek için beklemek gerekiyordu. Yanındaki kâğıtta deniz ile ilgili İtalyanca bir şiir yazılı olan para kâsesine ne zaman birisi bozuk para atsa, denizkızlarından birisi yavaşça gözlerini açıyor, çok ağır ve zarif bir hareketle yerden bir deniz kabuğu veya inci alıp, gülümseyerek bunu parayı veren kişiye sunuyordu.

Ara verdiklerinde beni görüp çağırdı. Akordeonumla arkalarına, kaldırıma oturdum. Onlara, yaptıkları "dans" gibi, çok narin bir müzikle eşlik etmeye gayret ettim. Gözleri kapalıyken akordeonun hava boşaltma deliğiyle sadece hava sesi çıkarıyor, dalgaların sahile vuruşunu taklit ediyordum. Gözlerini açıp hareket ettiklerinde ise, kısık sesli birkaç nota ile eşliksiz, esrarengiz bir ezgi doğaçlıyordum.

Gösteri bittiğinde kısa bir süre konuştuk. Emanuela beni şarkıcı bir arkadaşıyla tanıştırdı, daha sonra da benimle pek ilgilenmedi. Ayrıldık. Telefonunu almayı ihmal etmedim.

Seyyar besteci

Aradan geçen günlerde sürekli onu düşündüm. Lobide müzik çaldığım anlar dışında kalan bütün zamanımı, onun için yazmakta olduğum valsi tamamlamaya adadım. Fakat bir yandan da muhteşem Roma'da günlerimiz sayılı olduğundan, tarihi yerleri gezip görmemek yazık olacaktı.

O yüzden, iki işi birden yapmaya koyuldum. Her gittiğim yere akordeonu da götürdüm. Gezerken bir yandan beste yapıyor, bir yandan yazdıklarımı çalışıyordum. Çünkü Nadejda valsini yazarken olduğu gibi, bir kez daha, akordeoncu olarak seviyemi aşan bir eser ortaya çıkmaktaydı. Kendisi de müzisyen olan Çiçek Kız'a -ona kostümünden dolayı bu adı takmıştık- valsimi ustaca çalabilmek için çok çalışmam, oldukça kısa zamanda daha yetkin bir akordeoncu haline gelmem gerekiyordu! Gezintilerimiz boyunca kafasını ütülediğim Tahir ağabey arada bir, "Olmuyor, olmuyor!" diye takılıyordu bana.

Bu arada Emanuela’ya ikinci buluşmamızdan 2-3 gün sonra telefon ettim. Buluşup bir yerlerde bir şeyler içmeyi teklif ettim, reddetti. “Yapamam" dedi. Israr etmedim. Belli ki bana yar olmayacaktı.

Yine de vals üzerinde çalışmaya azimle devam ettim. Roma'daki son günümde dahi olsa, yanına gidip ona bu valsi çalmak ve notalarını vermek istedim. Karşılığında bir beklentim yoktu. Sadece müzik yoluyla ilan-ı aşk etmek ve sonra gitmekti amacım.

Çiçek Kız taslak (Fotoğraf: Hakan Ali Toker)

Valsi yazmayı zamanında bitirdim, ancak son gün halen çalamıyordum! Yarım yamalak bir icrayla o anın büyüsünü kaçırmaktansa, ona hiç haber vermemeyi yeğledim. Yıllar sonra bile olsa, bir gün Roma'ya dönüp onu bulmaya ve o zaman eseri ona sunmaya karar verdim.

Türkiye'ye döndükten sonra valsi çalışmaya devam ettim. Onu ilk defa, üç hafta sonra ABD'de akordeoncu dostum Sophia Travis'in beni konuk ettiği canlı radyo programında çaldım. Daha sonra sevgililer gününde Türkiye'de televizyonda çaldım. Bu hafta sonu ise İstanbul'da çalacağım. 14 Aralık Cumartesi akşamı Erenköy'de bulunan KMK Sanat'ta "Aşk için Müzik" adını verdiğim konser serisinin ikinci konserinde bu öyküyü anlatacak ve Çiçek Kız valsini canlı çalacağım. Detaylı bilgi için: kmksanat.com

Nadejda olayından sonra bir kez daha anladım ki aşk, uygun koşullar altında ortaya çıkan ve insanın kendi içinde besleyip büyüttüğü bir olgu. Aşkın geçerli veya gerçek olması için karşınızdakinin "gerçek" bir insan olması, onu tanımanız, onunla bir şeyler paylaşmış olmanız gerekmez. İnsan kafasında yarattığı bir hayale dahi âşık olsa, yaşadığı, gerçek aşktır! Bazıları ilk görüşte aşka inanmazlar. Ancak o, bilimsel olarak kanıtlanmış bir şey! Âşık olunca salgıladığımız hormonlar bile ölçülebiliyor artık. Çiçek Kız Valsi'ni de bir diğer kanıt olarak sunuyorum sizlere. Biliyorum ki, Roma'da yaşadığım bu kısa ama yoğun, tek taraflı aşkın doğmasında; iki kere gördüğüm ve iki çift laf ettiğim Emanuela kadar; muhteşem Roma'nın, Aşk Çeşmesi'nin ve o bahar havasının da rolü vardı!

Nadejda olayı ve valsi ise bir başka yazının konusu...

Hakan Ali Toker kimdir?

Hakan Ali Toker, 1976 doğumlu, Mersinlidir. İlk adını kullanmaktadır. Piyano çalmaya ve beste yapmaya küçük yaşta başladı. İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı çello bölümünde kısa bir başlangıç yapıp, ardından ortaokul, lise ve lisan eğitiminin bir bölümünü Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi'nde okuduktan sonra ABD'de Indiana Üniversitesi Müzik Fakültesi Piyano ve Bestecilik dallarından mezun oldu.

Klasik eğitiminin yanı sıra Caz, Türk müziği ve klasik doğaçlama alanlarında kendi kendini yetiştirdi. Piyanonun yanı sıra kanun, akordeon, klavsen ve org çalmayı öğrendi.

Bugüne kadar 29 ülkede konserler verdi, pek çok yerli ve yabancı eleştirmenin övgülerini aldı. 17 yaşında katıldığı İstanbul Festivali'nde yılın en genç sanatçısıydı. Aynı yıl Ukrayna'da düzenlenen Virtüözler Festivali'nde yer alan ilk Türk sanatçıydı.

2011'de Türk makamlarına göre akortlanmış piyanoyla ilk Türk müziği resitalini veren piyanist oldu. 2022'de yazıp 33 müzisyenle birlikte CRR'de seslendirdiği "Türk Rapsodisi"yle ilk kez tüm çalgılarda makamsal mikrotonalitenin duyulduğu bir senfonik konsere imza atmış oldu.

Türkiye'de "Yaşayan Değerlerimiz" (2013), ABD'de "Yılın Yorumcusu" (2019) gibi ödüllere layık görüldü. Hırvatistan'da "Hırvat-Türk Dostluk" nişanıyla onurlandırıldı.

Hem yorumcu hem besteci olarak, hem klasik Batı müziği hem de caz ve Türk müziği alanlarında eserler veren sanatçının, bu müzik türlerini bazen ayrı ayrı ele aldığı, bazen de sentezlediği pek çok bestesi, düzenlemesi ve albümü vardır.