Güven Bayar

09 Haziran 2024

Karadeniz kayalık kıyı içini dökemiyor 

Büyük Ermeni şairlerinden Zareh Yaldızcıyan’ın (Zahrad) eşi Ordu Ermenilerinden Diran ve Nıvart Antreasyan’ın kızı Anais Antreasyan… 1915 Ermeni Tehciri’nde yaşanan acıların ve savrulan hayatların gerçekliği konuşulamayınca hikayeler romana, iç geçirmeler şiire büründü. Anais’in hikayesi 98 yaşında kayalıkları aşıp kendi kıyısına vuruyor

Hovagim Antreasyan 1915 Tehciri’nden önce oğlu Diran Antreasyan’ı (Anais’in babası) Ordu’dan Marsilya’ya işletme (ticaret) eğitimi almaya gönderiyor, daha öncesinde de Diran Antreasyan’ın Abisi Hrant Antreasyan eğitim için Berlin’e gönderiliyor ve makine mühendisi oluyor. Hrant Bey, Roza isminde Alman bir hanımla Berlin’de evleniyor ve orada yaşıyorlar. 1915 Tehciri’nde yüzlerce Ermeni aile gibi Antreasyanların da hayatı alt üst oluyor. Ordu Ermeni mahallesinden Hükümet Konağı’nın önüne götürülen ailelerin içinde Anais’in hiç göremediği, mezarları dahi olmayan büyükbaba Hovagim Efendi, büyükanne ve dört teyzesi de var. İlk kafileye dahil olan Antreasyan ailesi bir bilinmeze doğru yola çıkıyor. Antreasyan ailesinin iki oğlu Diran ve Hrant yurtdışında olduğu için tehcirden kurtuluyor. Almanya’da Roza Hanımla evli olan Hrant Antresyan’ın eşinin Alman Ordusu’ndaki bağlantıları sayesinde kafilenin olabileceği illere telgraf çektiriliyor. Roza Hanım eşi Hrant Antreasyan’ın ailesini kurtarmak çok çabalasa da tüm ailenin ölüm haberinin alınmasıyla her şey son buluyor.

Kurban

Dört koyundular
İlkini kestiler önce
İkincisini haklarken tam
Kaçmayı denedi üçüncüsü
On metre gitti gitmedi
Enselediler
Ben o üçüncüsünün etinden yedim
Yaşam tadı vardı.

Zahrad

Anais’in babası Diran ve amcası Hrant Antreasyan dışında ailedeki herkesi kaybediyorlar. Diran Antreasyan Türkiye’ye geri geliyor ve bir süre sonra Van doğumlu Nıvart Antreasyan ile (kızlık soyadı Solakyan) evleniyor. Bu evlilikten 3 çocukları oluyor; Aram, Araksi ve en küçük kızları olan ve 1965’te Şair Zahrad ile evlenecek Anais Antreasyan.

Anais Antreasyan - Zareh Yaldızcıyan (Zahrad)

Zahrad 10 Mayıs 1924’te İstanbul Nişantaşı’nda doğdu. Üç yaşındayken babasını kaybetti. 1942’de Pangaltı Mıkhitaryan Ermeni Lisesi’nden mezun oldu. Zahrad önce eczacılık ve sonra da 3 yıl tıp okudu ama her iki fakülteyi de yarıda bırakıp hayata atıldı. Kravat ticareti, kemer imalatı, hırdavatçılık yaptı. Hayat onun içinde, o hayatın içinde aktı. “Şairlik alınyazısıdır, kaçamazsın. Bazen işten kaçar ve kendimi şiire kaptırırdım. Böyle işten çalınan zamanlarda yazdığım şiirler çoğunlukla başarılı olurdu.” Ermenice yazıyor. Çünkü ona göre, şair kendi ana dilinde yazmalı, hatta dua ettiği dilde. Dünya yazınında önemli bir yere sahip olan Zahrad İlk şiirini 1943'te Jamanak Gazetesi’nde yayımlıyor. Neden “Zahrad” mahlası sorusuna ise: “Ben yazmaya başladığımda, onsekiz yaşlarındaydım. Gazeteye verince kendi ismimle verseydim, evdekiler "Ne boş şeylerle uğraşıyorsun" diyeceklerdi, kendimi kurtarmak için Zahrad diye bir isim uydurdum. Gün geldi, kendi ismim unutuldu, Zahrad tanındı.” Şiirleri yirmiden fazla dile çevrildi. “Garip Akımının iki temsilcisi: Orhan Veli ve Zareh Yaldızcıyan" başlıklı bir tez yazıldı ve kabul edildi.

Üç yaşındayken babasını kaybeden Zahrad’ın 1976’da yazdığı Toprak şiiri: 

Ben
Movses’in oğlu
Terk etmiş dünyayı erkenden
Bir toprak yığını gösterip
İşte baban dediler
Toprağın oğlu.

Bu dünyadan ayrıldığı 21 Şubat 2007 gününe kadar ne şiir onu terk etti, ne de o şiiri… Zahrad’ın şiirlerini Türkçe'ye çeviren isimler arasında Can Yücel de vardır. “Can Yücel de İngilizcesi üzerinden çevirdi bir şiirimi, Türkçeyi onun kadar iyi kullanan az gördüm.” Türkçeye çevrilen ve kitap olarak yayımlanan şiirlerin büyük bölümünün çevirisi Ohannes Şaşkal tarafından yapılmıştır. Son şiirini, 19 Ocak 2007’de gazetesi Agos‘un önünde öldürülen Hrant Dink için yazdı.

Zahrad’ın tamamlama fırsatı bulamadığı, taslak hâlinde kalan şiiri ile bitirelim yazıyı:

İkna ettiler güvercinleri. Kimse dediler, ateş açmaz
üzerlerine. İnandı Hrant. Gerçi ürkekçe,
inandı bir güvercin olduğuna.
Gel gör ki, ateş açtılar işte!
Öngörmüştü, birkaç yıl önce söylemişti bana:
Ayakta olacak ölümüm, dimdik,
Yatarak değil, yatakta…
Yatıversin ışıklar içinde şimdi.
Bize sorarsanız, o hep muzaffer kalacak
Lekesiz bir heykel gibi.