Güven Bayar

11 Şubat 2024

İstanbul'un taşı duvarı gurbet

Anadolu'dan İstanbul'a "Taşı toprağı altın" diyerek göç eden ailelerin doğup büyüdüğü kentin ya da köyün resmini yaşadıkları aile apartmanın duvarına yaptırdığına ve memleket özlemlerini duvar resmine taşıyarak aidiyetlik duygularını koruduklarına şahitlik ediyoruz

Resimli İstanbul Apartmanları, Cumhuriyet dönemi mimari ve estetik ilişkiyi kamusal yapıların dışına çıkarak içinde yaşadığımız apartmanların giriş hollerindeki duvar resimleri üzerinden ele alıyor. Osmanlı İmparatorluğu döneminde sarayları ve köşkleri süsleyen duvar resimleri, 20. yüzyıl başlarında özellikle Ekim Devrimi sonrası Beyaz Rusların İstanbul'a gelişiyle birlikte ilk örneklerini Beyoğlu ve Şişli bölgesinde, Levantenler, Ermeniler, Rumlar ve Musevilerin yaşadığı apartmanlarda kendi kültürlerini ve sosyal yaşamlarını yansıtan Avrupa duvar resmi örneklerinde gösterir. Apartman duvar resimleri ilk örneklerinin modernleşmenin başladığı Beyoğlu ve Şişli'de görülmesi şaşırtıcı değildir. Bu geleneğin süreç içinde Fatih'ten, Beşiktaş'a, Üsküdar'dan Bakırköy'e tüm İstanbul'a yayılarak semtlerin sosyokültürel kodlarına uygun olarak devam etmiş olması aynı zamanda disiplinlerarası okumalar yapılabilecek sosyolojik bir olgudur. Ermeni ve Rum nüfusun yoğun olarak yaşadığı Kurtuluş ve Bomonti gibi semtlerde ise 6-7 Eylül Olayları'n da simgesel bir işaret özelliği taşıyan duvar resimlerinin silinmesi, farklı değerlendirmeler yapabileceğimiz başka bir gerçekliğe parmak basmaktadır.

İstanbul, yüzyıllardır ekonomik, ticari, kültürel ve siyasi özelliklerinden dolayı dünyanın en çekici merkezlerinden biri olmuş ve nüfus bakımından dünyanın en kalabalık şehirleri arasına girmiştir. Şehirde nüfus, ekonomik gelişmelere bağlı olarak 1950 yılından itibaren, gelişen göç olgusuyla birlikte artmaya başlamıştır. Gelenlerin İstanbul'a uyumları kolay olmaz. Çünkü göçmenlerin sosyal kültürel çevreleri yine kendileri gibi Anadolu'dan İstanbul'a göç etmiş köylülerdir. Birinci nesil, eğitimli olmadıkları için uyum sağlamakta zorlanırken, İkinci nesil ise okula gittikleri için dillerini düzeltirler, İstanbullu gibi davranırlar ancak bu durum da birtakım yeni sorunlar doğurur. Yaklaşan yerel seçimlerde başkan adaylarının seçim programlarında önemli bir yeri olan, Anadolu'dan gelip İstanbul'a yerleşen "İstanbullulara" köy dernekleri üzerinden ya da "Hemşericilik" olgusuyla yaklaşma pratiği konudan bağımsız olamamakla birlikte hayatımızın tam da merkezine oturan ayrı bir ayrıştırma ve araştırma konusudur.

Anadolu'dan İstanbul'a "Taşı toprağı altın" diyerek göç eden ailelerin doğup büyüdüğü kentin ya da köyün resmini yaşadıkları aile apartmanın duvarına yaptırdığına ve memleket özlemlerini duvar resmine taşıyarak aidiyetlik duygularını koruduklarına şahitlik ediyoruz. Fatih Suriçi'nde naif ressamların apartman duvarlarına çalıştığı resimler kentsel dönüşümle yok olurken, -tescilli olanlar dahil!- bu konuda, "özel mülk" diyerek, tüm sorumluluğu üzerinden atmaya çalışan kurumların, duyarsızlıklarına sebep bulmayı bırakıp kentsel dönüşüme giren yapılardan bu duvar resimlerinin alınması ve uygun yerlerde kullanılması konusunda elini taşın altına koyması gerekiyor.

Ressam Ali Öker'in çalıştığı Özdemir Apartmanı'nı özel kılan duvar resminin hikâyesini Fatma Özdemir şöyle anlatıyor:

"Babam Rahmi Özdemir 1918'de Trabzon'un Maçka ilçesinin Bakırcılar (Kizera) Köyü'nde doğuyor. Dedem bakır ustası. 1940'larda İstanbul'a geliyor. Beyazıt'ta bulunan Bakırcılar çarşısında bir dükkâna kiracı giriyor. Babam da bir süre sonra gelip yanında çalışmaya başlıyor. 1960 yılında bu dükkanların mülkiyeti Darüşşafaka'nın, kira onlara ödeniyor. Çemberlitaş Pasajı ve içinde bulunan Çemberlitaş Sineması zamanla yıpranıp tahrip olunca Darüşşafaka, Çemberlitaş Sineması'nı yıktırıp aynı yerde iki sinema birden açtı. Çemberlitaş Şafak Sineması ve üst katında bulunan İpek Sineması. Sinema yapılırken masraf düşündüklerinden fazla çıkınca Darüşşafaka, Bakırcılar çarşısında bulunan dükkanları satılığa çıkarıyor. Babam ve amcam kiracısı oldukları dükkanları satın alıyorlar.

Babam 1961 tarihinde apartmanın yapımını başlatıyor ve Ocak 1962'de taşındığımız aile apartmanın bir duvarına doğup büyüdüğü Bakırcılar Köyü'nün resmedilmesini istiyor.

Ali Öker'e verilen siyah beyaz fotoğraftan resmedildi bu duvar resmi. Babam apartmana taşınmadan hemen önce kanser oldu ve biz buraya taşındıktan dört ay sonra, Mayıs 1962'de vefat etti. Hatırası anısı olduğu için gözümüz gibi bakıyoruz. Babamızın emaneti, çok değerli bir hatıra bizim için."

Arı Apartmanı'nı özel kılıp sıla özlemi kategorisine sokan, karşı duvar resminin sağ alt köşesine düşülen "Artvin'in bir parçası" notudur.

Apartmanda birçok kişiyle konuştum fakat yapının ilk sahipleri hakkında bilgiye erişemedim. Böyle durumlarda ilk yaptığım şey mahallede bulunan eski emlakçılara uğramak ki bugüne kadar benimle çok ilginç detaylar ve bilgiler paylaştılar. Mahallenin eskilerinden bir emlakçı yoksa da manav ya da bakkal arıyorum. Bu defa Akşemsettin Caddesi üzerinde bulunan manav, yapının sahibinin Nihat Arı olduğunu ve eşi Nigâr Hanımla birlikte 1980'lerde buradan gittiklerini, bu ailenin Artvinli olduklarını söyledi.

 

S. Sadan imzalı 1960 tarihli çift duvar resim çalışmasının olduğu Haytayan Apartmanı'nı özel kılan duvar resminin hikâyesini Hüseyin Topayan'ın torunu, seslendirme sanatçısı Tuba Pelister'le konuştuk.

Apartman, ünlü Çemberlitaş Köftecisi'nin kurucusu Hüseyin Topayan tarafından aile apartmanı olarak yaptırılıyor. Apartmanda bulunan duvar resimlerinin Arnavutluk Kökes iline bağlı Topayan köyünün tasviri. Hüseyin Topayan, çocuk yaşta ailesinin orada yaşadığı kan davası sebebiyle komşularına emanet edilerek, İstanbul'a yollanıyor. Hüseyin Bey'in burada zorlu bir hayatı oluyor. Anne ve babasını, doğup büyüdüğü, 10 yaşına kadar kaldığı köyünü bir daha göremiyor. Yıllar sonra apartman duvarına kendi tasviriyle bu duvar resimlerini yaptırıyor. Tuba Pelister, dedesinin apartmanındaki bu resimlerle ilgili bir çocukluk anısını da gülerek anlatıyor: Bir gün çocukluğunun hayal gücü ve biraz da haylazlığıyla resimdeki koyunları turuncuya boyuyor. Dedesi Hüseyin Topayan, birkaç gün sonra ressamı yeniden getirerek, koyunların rengini eski hâline getirtiyor. Bu da ailede yıllarca hoş bir anı olarak hatırlanıyor.

Refi Cevad Ulunay'ın, 9 Ağustos 1968 tarihli "Gurbetzedeler" yazısında memleket özlemini duvar resimleriyle harmanlayan çarpıcı bir hikâyeye de tanık oluyoruz

"Paris'te bulunduğum sırada eski 'Düyun-u Umumiye' memurlarından bir Ermeni dostum vardı, hemen hemen Fransa'ya 10 parasız gelmiş fakat bu millete has olan azim ve irade ile çalışmış kendisine müreffeh bir hayat temin etmiş. Paris'in banliyösünde bir apartman yaptırmış, en üst katını da kendisi işgal etmişti, beni bir gün yemeğe davet etti, apartmanın yemek salonunda, bir işret sofrası hazırlanmıştı, sofraya baktım: içki olarak yalnız rakı vardı. Mezelere baktım: envaiçeşit turşular, sucuk, pastırma, beyaz peynir, cacık, patlıcan tavası, tarator, ufak muska börekleri, fasulye piyazı, topik, midye tavası, çisalatası. Ağzım açık kaldı. Aman Nişan Efendi, bu ne? Bunları nasıl bir araya getirebildin? Elini göğsüne vurarak cevap verdi: Ah! Hasret...

Duvara baktım, daha ziyade alıklaştım, salonun dört tarafında, iyi bir ressam tarafından yapılan büyük İstanbul manzaraları vardı: Kız Kulesi, Sarayburnu, Küçüksu, Göksu, Kâğıthane, Adalar, Sultanahmet ve Süleymaniye camiileri. Haliç'e bakan Eyüp, burçların üzerinden nurlarını akıtan mehtap ile Rumeli Hisarı...

Ya bu resimler? İstanbul'dan kartpostallar getirttim, burada Ermeni bir ressam vardır, o da ağlaya ağlaya, onları büyüterek, duvarlara nakşetti."