Gürsel Göncü

05 Ekim 2017

Nuray Mert ve Akif Beki hadiseleri üzerine bir hatırlatma…

Bir gazetenin editoryal çizgisi, her zaman “kritik”tir; bu da onun var oluş şartıdır

Gazete, haberiyle tutum alır. Fonksiyonu budur. Bir gazetenin editoryal çizgisi, her zaman “kritik”tir; bu da onun var oluş şartıdır. Siyasi iktidarın görüşü, faaliyeti ne olursa olsun, gazete dediğimiz mecra kamusal alanda “eleştirel” bir kuvvet olarak çalışır. Siyasi iktidar da bu kuvveti yönlendirmeye, kendi tarafına çekmeye, itaat etmeye zorlar; onun da bu ilişkideki fonksiyonu budur ve başka türlü davranması zaten beklenemez. Peki bizdeki gazeteler nasıl davranıyor?

Üzerinden biraz zaman geçmesini ve “oh olsun” diyenlerin yazdıklarını görmek istedim. İzlediğim kadarıyla, Nuray Mert’in Cumhuriyet’ten, Akif Beki’nin Hürriyet’ten gönderilmesi, kamuoyunda da genel olarak olumlu karşılandı. Kamuoyu lafın gelişi tabii; gazete okuyan ve sosyal medyaya bakanlar kamuoyu ağırlığını ne kadar yansıtıyor belirsiz; ama özellikle gazeteci-köşe yazarlarının konuyla ilgili yazdıkları oldukça ilginçti.

Fikrini ve kalemini, para veya iman uğruna herhangi bir siyasi pozisyona kiralayanları geçeyim. Bu yazarlardan bol miktarda var ve bunların bir değeri yok; unutulacaklar. Zaten ikbal avcılığının ve taraftarlığın olsa olsa ideolojisi olur ki, bunlarda o bile yapıştırma. Ancak yazılarına değer verdiğim ve şahsen tanıdığım Nilgün Cerrahoğlu[1], Esra Arsan[2] ve Ragıp Duran’ın yazdıkları[3] yaralayıcıydı. Zira bu üç isim de, köşe yazarı olmanın ötesinde gazetecidir.

Nuray Mert’in problem yaratan ve sonuçta gazetesinden kovulmasına yolaçan yazılarında Darwin’in teorisine ve müftülerin nikah kıyma meselesine değiniliyordu[4]. Bu yazıların ana ekseni ise, gündem yaratan bu iki konunun siyasal iktidar tarafından nasıl manipüle edildiğiydi. Akif Beki ise son aylarda gündeme gelen Hüseyin Gülerce meselesi üzerine iki yazı kaleme aldı[5] ve buradaki muhtemel “derin devlet” meseleleri ile kimi bağlantıları biraz yazdı, çokça ima etti. Birincisinin Cumhuriyet yönetimi ve okurlarının büyük bölümünü rahatsız ettiği, ikincisinin ise Hürriyet yönetimi ve siyasal iktidar arasında zaten hassas olan ilişkilere iyi gelmediği aşikâr.

Amacım polemik değil, biraz anlatmaya çalışmak. Bu işten atmaları savunan meslektaşlarıma, yazılarından alıntılarla cevap vermek istemedim. Buna mukabil Arsan, Cerrahoğlu ve Duran’ın, bu işten kovma kararını “haklı-hakedilmiş” ve “normal” saymak adına getirdikleri argümanlar ve akıl yürütmelerini, mesleğin -eğer varsa- geleceği adına umut kırıcı buluyorum. Zira Cerrahoğlu, Avrupa’nın çeşitli kentlerinde yaşamış ve Avrupa medyasını en iyi bilen nadir gazetecilerdendir. Arsan, Türkiye’de eğer medya eleştirisi varsa, bunu uluslararası standartlarda yapabilen birkaç gazeteciden biridir. Ragıp Duran bu topraklardan çıkıp da Batı basınında muhabir olarak görev yapan belki de tek Türk gazetecidir (alıntı yapmayacağız dedik ama, elzem olduğu için Ragıp Duran’ın bir gazeteyi bir takım tribününe benzeterek “GS tribününde FB diye bağıramazsınız” demesi karşısında teşbihte hata olmaz diyemiyorum).

Problemin aslında Nuray Mert’in Cumhuriyet “tribününden” çıkarılması olmadığını onlar da gayet iyi biliyor. Cumhuriyet’in veya ülkede herhangi bir gazetenin, bir yazarını atarak ya da bir yazar işe alarak daha iyi bir gazete olamayacağının onlar da farkında. Gerekçe ne olursa olsun, bu kararların gazetecilikle bir ilgisi bulunmuyor. Sadede gelelim. Bugün Türkiye’de Cumhuriyet’in veya herhangi bir muhalif veya hükümet yanlısı veya herhangi bir şey yanlısı bir gazetenin gazetecilik yaptığını zaten söyleyemeyiz. Bunların hiçbiri “haber kağıdı” değildir. Arada bir bir köşe yazarının (Cumhuriyet’ten herhalde sadece Çiğdem Toker), genç muhabir bir kardeşimizin kaliteli bir işini gördüğümüz oluyor ama, 2017 itibariyle Türkiye’de gazetecilik, sadece uluslararası ajanslar için çalışan birkaç kıymetli fotoğrafçı ile sınırlıdır. Bol miktarda köşe yazarlı gazeteler, habercilik değil taraftarlık yapmaktadır (hâl böyle olunca Ragıp Duran’ın teşbihi sırıtmıyor sanırım). Hükümet yanlısı olanları geçtim de, kendisini “muhalif” sayan gazeteler de habercilik namına orijinal bir ürün ortaya koyamamaktadır.

Bugün AA’dan veya DHA’dan veya uluslararası ajanslardan aldıkları haberleri hafifçe döndürerek, hatta onu dahi kötü yaparak hayata devam eden hükümet yanlısı veya karşıtı gazeteler arasında kategorik bir fark yoktur.

Gazete, haberiyle tutum alır. Fonksiyonu budur. Bir gazetenin editoryal çizgisi, her zaman “kritik”tir; bu da onun varoluş şartıdır. Siyasi iktidarın görüşü, faaliyeti ne olursa olsun, gazete dediğimiz mecra kamusal alanda “eleştirel” bir kuvvet olarak çalışır. Siyasi iktidar da bu kuvveti yönlendirmeye, kendi tarafına çekmeye, itaat etmeye zorlar; onun da bu ilişkideki fonksiyonu budur ve başka türlü davranması zaten beklenemez.

“Köşe yazarcılığı”yla veya şişirme manşetlerle muhalefet ettiğini düşünen gazetelerin de; hükümete yalakalık yapmak için ucuz fotoşop hileleri kullanan zavallı gazetelerin de ne ahlaki ne mesleki açıdan bir standardı, herhangi bir etkisi, ağırlığı, referans değeri bulunmamaktadır. Arşiv değeri vardır, ancak kötü anlamda!

Denebilir ki özellikle Cumhuriyet bugün varlık savaşı vermektedir; çalışanları ve yöneticileri hapistir; ekonomik anlamda büyük sıkıntı içinde, baskı altındadır; bu bakımdan gazeteyi eleştirmek hükümetin ekmeğine yağ sürmek olur. Doğrudur. Ancak bu gazete de köşe yazarı atarak daha iyi bir gazete olmamış; benzeri bir baskıyı kendi içinde uygulamıştır.

Deniyor ki, Cumhuriyet okuru zaten Nuray Mert’e tepkiliydi. O zaman neden bu yazarla çalışmaya devam ediyorsunuz? Köşe yazarının, “yazdığı gazetenin okurlarına duyarlılık göstermesi” ifadesi de başlı başına sorunludur. Gazete yazarı dediğimiz tür insan, “ama okurlar şimdi buna tepki gösterebilir, bu konuya girmeyeyim” diyebilir mi? Hatta diyelim Cumhuriyet gazetesi, olur ya, örneğin Kılıçdaroğlu veya CHP’ye dair negatif bir haber yakaladığında, “şimdi iktidar bunu kullanır, yayımlamayalım” mı diyecek? Evet, maalesef geldiğimiz durum bu. Ve iktidarın borazanlığını yapan gazeteler zaten tamamen bu doğrultuda hareket ettiği için, muhalifler de aynı mantıkta hayata devam ediyor.

Buradan, gazete yönetimlerine bir “demokrasi” dersi verecek halim yok. Ayrıca gazetecilik-yöneticilik yapan herkes bilir ki, ne dünyada ne Türkiye’de medya kuruluşları demokrasiyle idare edilemezler. Evet, köşeler köşe yazarlarının kurtarılmış bölgeleridir ama, yayın yönetmeni de bunların üzerinde son karar vericidir. Fakat gerek Nuray Mert gerekse Akif Beki hadiselerinde kimsenin “nasıl olur” diye sorgulamadığı bir tuhaflık vardır. Bu iki yazar da “evrim teorisi”, “müftü evlendirmesi” ve “Hüseyin Gülerce” konularında birkaç yazı yazdıktan sonra kovulmuşlardır. Peki bu yazılar neden bu gazetelere konmuştur. Hadi bir yazı arada “kaynadı” diyelim, diğerleri nasıl çıkabilmiştir? Normal bir işleyişte gazetenin sorumlu insanı hukuki veya editoryal bir problem gördüğünde yazarı uyarır ve ilgili kısım o yazıdan çıkarılır veya başka türlü ifade edilir. Eğer yazar orijinal yazısında ısrar eder ve bu değişikliğe karşı çıkarsa, o yazı kullanılmaz. Bu kadar. Yazar, ya o yazıdan vazgeçip devam eder ya da gazetesinden istifa eder. Ama bilindiği gibi iki örnekte de böyle olmamıştır. Yazarlar yazmışlar, yazmışlar ve sonunda işlerinden atılmıştır.

Nuray Mert’in veya Akif Beki’nin yazılarını gazete yönetimi olarak tasvip etmiyor, bu insanların düşüncelerini gazetenin “çizgi”sine uygun bulmuyorsanız, onlarla çalışmazsınız. Ama hem onlara yazdırıyorsunuz ve o yazıları yayımlıyorsunuz, sonra tekrar yayımlıyorsunuz ve sonra da işten atıyorsunuz. Bu kabul edilebilecek bir durum değildir.

Ama tabii, “Katliamlar ne kötü be birader!”[6] diyerek ülkesindeki rezilliklere hem tepki hem tahammül göstermek zorunda bırakılan biz Türkler, bir-iki gazetecinin yazılarından dolayı işten atılmalarını bu koşullarda elbette “minör” bir hadise olarak görecek ve pek üzerinde durmayacağız. Çünkü ötekileştirmenin bile mumla arandığı bir “düşmanı imha et” devrindeyiz.

Tamam. Peki. O zaman “bu noktaya gelmemizde onların da sorumluluğu, günahı var” diyerek kendimizi idare etmeye devam edelim ve çocuklarımız da bu rezillikleri görerek bizim yolumuzdan yürüsün.


[1] http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/801550/Cumhuriyet_te_ifade_ozgurlugu.html

[2] https://www.evrensel.net/yazi/79658/cumhuriyet-ve-nuray-mert

[3] https://www.artigercek.com/nuray-mert-ve-cumhuriyet

[4] http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/790970/_Evrim_teorisi_.html,

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/795894/Muftu_nik_hi_ve_islami_rejim.html

[5] http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/akif-beki/fetullahin-delikanlisi-kim-40541611,

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/akif-beki/mesele-basitcilerin-son-basitlikleri-40540938

[6] İsmet Özel, “Dişlerimiz arasındaki ceset” şiiri.