Travmaların eksik olmadığı bir coğrafyada yaşamanın dayanılmaz ağırlığı altındayız. Sonu gelmeyen çatışmalar ve savaşlar coğrafyamızın "kader"i gibi sayılıyor artık. Ajanslar her gün ölüm haberleri geçiyor. Takvim yapraklarına baktığımızda her güne bir anma, bazı günlere ise birden fazla anma düşüyor. Her gün gazete, televizyon ya da sosyal medyayı açtığımızda geçmiş bireysel ve kitlesel katliamlar, ölümler ile ilgili paylaşımlarla karşılaşıyoruz. Son dönemde işlenen kadınlara yönelik cinayetlerle birlikte, geçmişteki cinayetler de tekrar hatırlandı ve bu konudaki travmalarda tekrar su yüzüne çıktı.
Paylaşımlardan da görüleceği üzere ne çok acılar çekmişiz, ne kadar çok kırılmışız, ne kadar çok katledilmiş ne kadar da çaresiz kalmışız.
İnsan ne zaman ölür?
İnsan fiziki anlamda hayata gözlerini yumduğu zaman ölür. Asıl ölümü ise yeryüzünde onu hatırlayan son insanın da ölmesiyle gerçekleşir. Bu açıdan bakıldığında ölenleri unutmamak ve yıl dönümlerinde anmak onların ölmemesi açısından önemlidir. Anmalar onları bir şekilde yaşatmaktır aslında.
Ölenler açısından bakıldığında kendileri bilmese de unutulmamak onları yaşatır. Fiziki varlıkları sürmese de zihinlerimizde yaşamaya devam ederler.
Ya geride kalanlar açısından bakarsak ne olur?
Geride kalanlar açısından bakıldığında ölenlerin yasını tutmak oldukça zordur. Yas tutmak aynı zamanda ölümü kabul etme sürecidir. Yas tamamlandığında ölümde kabul edilmiş olur. Yasın tamamlanma süresi kaybedilen kişi ya da gruplara yönelik yakınlık ve duygusal bağın derecesi ile doğru orantılıdır. En fazla acıyı kaybedilenlerin yakınları çeker ve halkalar giderek yakınlık derecesine göre genişler. Bazı ölümlerde yas asla tamamlanamaz ve uzar gider. Yasın tamamlanamamasında en önemli etkenler arasında "kurbanlar"ın ölüm ya da öldürülme biçimi, yaşları, tanınırlıkları ve toplum üzerindeki etkileri sayılabilir.
Birçok aydın ve sanatçının binlerce kişi tarafından bir otelde kıstırılıp vahşice diri diri yakılması karşısında başta aileleri olmak üzere toplum tarafından unutulması nasıl mümkün olabilir? Ya da hemen ertesinde masum köylülerin öldürülmesini hatırlamamak mümkün olur mu? Çocuklara oyuncak götüren gençlerin ölmeden önce çektirdikleri fotoğraftaki güzel gülüşleri hafızalarımızdan nasıl silinebilir ki? Henüz hayatının baharında bir çocuğun alınmayan önlemler nedeni ile tren "kazası"nda ölmesi ve annesinin adalet sarayları önündeki çığlıkları karşısında çocuğun yası nasıl tamamlanabilir? Eski "sevgilisi" tarafından bir varile sıkıştırılıp yakılan ve üstüne beton dökülen ve babası tarafından bile tanınamayan bir kadının ölümü nasıl silinebilir hafızalardan? Bu örnekler sadece Temmuz ayında olanlar ya da bize hatırlatılanlardan bazıları. Sosyal medyayı açıp Temmuz ayının başından bugüne kadar hatırlatılan olaylar ve yıldönümlerine bakılsa onlarca can yakıcı ölümlerle karşılaşacağız. Henüz Temmuz ayı bitmedi ve sosyal medyayı açtığımızda her sabah kim bilir hangi unuttuğumuzu sandığımız trajedi ya da trajedilerle karşılaşacağız. Bunun bütün bir yıl sürdüğünü ve trajedinin eksik olmadığı coğrafyamızda takvim yapraklarına eklenecek olan yeni ölümlerle gelecek yılda ve ondan sonraki yıllarda da süreceğini düşünün.
Bir insan bu kadar acıya katlanabilir mi?
Bu kadar zorunlu hatırlatma karşısında insan ruhu buna sağlıklı tepkiler verebilir mi?
Bu kadar yoğun yaşanan doğal olmayan ölümlerin sürekli hatırlatılması yasın tamamlanmasını kolaylaştırır mı yoksa daha da karmaşık hale mi getirir?
Yaşanan travmaların bu kadar gözümüze sokulması bizi duyarsızlaştırır mı yoksa yeni travmaların olmaması açısından toplumu hazırlar mı?
Bunca acı ve ölümle yüz yüze kalırken mutlu olabilmeyi ya da mutlu kalabilmeyi nasıl başarabiliriz?
Bu sorular daha da uzatılabilir. Kuşkusuz bu sorulara yanıtı bilimsel düzeyde verebilmek oldukça zordur, başta sosyal psikologlar olmak üzere toplum bilimlerinin bütün alt dallarının ayrı ayrı ve işbirliği içerisinde yapacağı çalışmalar bize umudu yeşertmek açısından ışık tutabilir.
Bizlere bütün bir yıl boyunca hatırlatılan yıldönümlerine baktığımızda ise çoğunun ortak bir noktası olduğu görülecektir. Ortak yönleri ölümlerin sorumlularının ya "bulunamaması" ya da bulunsa bile gerekli cezanın verilememiş olmasıdır. Adalet en gerekli duygulardan bir tanesi ve insanların adil bir dünyada yaşıyor olduklarına inanmaları ruh sağlıklarını korumaları açısından gerekli bir kavram. Bu nedenledir ki tanıdıkları ya da tanımadıkları ve ortak bir kaderi paylaştıklarına inandıkları insanlara karşı gerçekleştirilen saldırı ve katliamların hesabının adalet önünde sorulması adil dünya inancı açısından oldukça önemlidir.
Yas sürecininin tamamlanması ve ölümün kabul edilmesi açısından en gerekli olan şey ölen kişi için geride kalanların yapması gereken şeylere yaptığına inanmasıdır. Bu ölümlerin adalet önünde hesap verdiğini görmek ve adaletin tecelli ettiği düşüncesi geride kalanların "Elimizden geleni yaptık." demesini sağlayacak ve yası sonlandıracaktır. Yasın sonlanması ise ruh sağlığımızı korumak açısından önemli olacak ve daha sağlıklı bir yaşam sürdürmemizi sağlayacaktır.
Yas tamamlanırsa ölenler tam anlamı ile ölecek, kalanlar gerçek anlamı ile yaşayacak ve öleni sadece özlemle hatırlayacaktır.
Adalet sağlanana kadar ölülerimizin anılarını yaşatalım bari…