Fuat Torun

23 Ağustos 2020

Doğa katliamı üzerine ölüseverlik ya da yaşamı savunmak

Ölüseveri, canlı olan hiçbir şey tatmin etmez. Para hırsı bundandır. Yaşatmak yerine yok etmeği arzularlar. Yemyeşil bir doğaya bakmak yerine kurumuş, solmuş bir doğa onları daha çok tatmin eder

"Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim,

akarsuyun,

meyve çağında ağacın,

serpilip gelişen hayatın düşmanı…"*

Ülkemizin farklı bölgelerinde çevreye ve doğaya yönelik katliamlar yaşanmakta ve son günlerde yerel halk bulundukları yaşam alanlarını savunmak için mücadele etmektedir. Altın madeni araması sonucunda işletmelerin bulundukları doğal çevrenin ne hale geldiği ortada iken yeni yeni işletme izinlerinin alınmaya çalışılması ve faaliyete geçmesi halkın doğal olarak tepkisini çekmektedir.

Ülkemizde altın madeni işletmesi dışında halkın tepkisine neden olan diğer bir alan ise hidroelektrik santrallerinin (HES) yapımıdır. HES yapım ve işletimi de yerel halk tarafından içinde yaşadıkları çevrenin zarar göreceği endişesiyle istenmemektedir.

Son dönemde benim de doğup büyüdüğüm ve içinde hayvanlarımızı otlattığım eşsiz doğası ile göz kamaştıran Şavşat ormanlarında HES ve maden ocakları kurulumu için toplu ağaç kesimleri yapılmaktadır. Köylüler bu ağaç kesimlerine feryat etmekte ve seslerini duyurmaya çalışmaktadırlar.

Kaz Dağları, Cerattepe ve Şavşat gibi ülkemizin birçok noktasında yaşanan çevre ve doğaya yönelik katliamların nedeni, günümüz insanlarında bitmek bilmeyen para kazanma hırsı ve sermaye birikimidir. Bu hırsın arkasında ise nekrofili yani "ölüseverlik" yatmaktadır. Ölüseverliği, Erich Fromm "Sevginin ve Şiddetin Kaynağı" isimli kitapta çok güzel bir şekilde işlemiştir. Ölü seviciler, adı üstünde olduğu gibi ölü olan her şeye kendini kaptırmaktadır. Bu kişiler cansız nesnelerden daha çok hoşlanırlar, ölümden, hastalıktan daha çok söz ederler ve ölü olan bir şey gördüklerinde ruhları daha fazla canlanır. Ölüseverler yaşamın gerçekleşmemesinden haz alırlar. Başat duyguları yıkıcılıktır ve içinde yaşamı barındıran, güzellik ve sevgiden yana olan ne varsa yıkmak isterler.

Binlerce çeşit çiçeği, hayvanı ve birçok canlısı ile beraber yaşanılan doğayı kimler katletmek ister ki? Etraflarına baktıklarında yemyeşil bir doğa yerine kurumuş, solmuş ve yok olmuş bir resmi kim görmek ister? Ya da gürül gürül akan çaylar ve dereler yerine kurumaya yüz tutmuş adına "Can Suyu"  diye uydurdukları akmaya bile enerjisi olmayacak suyu kim ister? İçinde yaşayan halkına nefes aldıran ağaçları kesip kupkuru bir doğadan kim yana olabilir?

Bu sorulara verilebilecek en güzel yanıt ölüseverler olabilir.

Ölüseveri, canlı olan hiçbir şey tatmin etmez. Para hırsı bundandır. Yaşatmak yerine yok etmeği arzularlar. Yemyeşil bir doğaya bakmak yerine kurumuş, solmuş bir doğa onları daha çok tatmin eder. Coşku ile akan bir dere onların yüzünü güldürmez, çünkü coşku demek hayat demektir. Onlarsa ölümden yanadır.

Ölüseverlik ciddi bir ruhsal hastalıktır. İçgörüleri yoktur ve bunun bir sorun olduğunu çoğunlukla bilmezler. Bir grup ölüsever tedaviye ancak ölü bedenler üzerindeki tutumları nedeni ile getirilirler. Ancak doğayı ve çevreyi katledenler ölüsever olarak görülmediği aksine ekonomik üstünlükleri nedeniyle güçlü olarak görüldüğü için bu kişiler hastalıklı olarak görülmez çoğu zaman.

Ölüseverliğin karşıtı ise yaşamı sevmektir. Yaşamseverlik ise yaşama ve canlı olan her şeye duyulan tutkulu sevgidir ve bir kişide, bir hayvanda, bir bitkide ve bir düşüncede gelişmeyi destekleme arzusudur. Tam da bu nedenle bir grup ölüsever, sırf ölümden tatmin oluyor diye milyonlarca yaşamı seven insan yaşamı savunmaktan vaz mı geçecek? Atalarının ve kendilerinin yaşadığı ve kendilerinden sonra da çocuklarına en güzel miras olarak bırakacakları doğayı ve çevreyi küçük bir ölüsever grubun katletmesine izin mi verecekler?

Elbette ki izin vermeyecekler. Ölüseverler bu dünyayı mezar haline getirmek istese de, yaşamı savunanların yaşadıkları süre içerisinde bu güzelim doğadan başka gidecekleri bir yerleri yok ve öldüklerinde ise bu güzelim doğanın toprağına karışmaktan başka istekleri de yok.

Ölümü değil yaşamı savunalım!


* Nazım Hikmet