Fatih Ceylan

23 Mart 2022

Ukrayna'da Rusya'nın bozduğu metronomla jeokültürel rekabetin göbeğinde küresel ritim tutturulur mu?  

Bu rekabet içinde seküler demokrasiler ile seküler otokrasiler arasında giderek derinleşen uçurum bulunuyor. An itibariyle Ukrayna'da sahada meydana gelen fiili çatışmalar jeokültürel rekabetin pimini daha fazla çekti. Dünya, bu sürecin etkilerini uzun dönemli yaşayacak

2014 Mart ve Haziran ayları küresel güvenlik gündemini derinden sarsan şu iki önemli gelişmeye tanık oldu: i) Rusya'nın 'küçük yeşil adamları' Kırım yarımadasında boy gösterdiler. Bilahare Rusya Kırım'ı işgal ve ilhak etti, ardından Ukrayna'nın Donbas bölmesine yöneldi; ii) Suriye ve Irak'ta IŞİD sahneye çıktı veya sürüldü. El Kaide'den sonra özü ve kökü aynı olan terör yeniden uluslararası arenadaydı.

Batı dünyası bir yandan Doğu'dan gelen (Rusya), diğer yandan Güney'den kaynaklı (terörizm) iki büyük sınamayla karşı karşıya kaldı. Uluslararası düzene ve hukuka meydan okuyan bir devlet ve devlet dışı bir aktörle mücadelenin kapıları açıldı. 

Soğuk Savaş ertesi dönemde özellikle 2000'li yılların başından itibaren ABD'nin ana aktör olmasına dayalı tek kutuplu sistem 2008'deki Rusya-Gürcistan savaşı sonrasında rezonansa girmeye başladı. 2014 yılında ise küresel düzenin metronomunda ritim dışı hareketler ortaya çıktı. Ukrayna'nın bağımsızlığını, egemenliğini ve toprak bütünlüğünü devletler hukuku normları temelinde tanıyan Rusya'nın Ukrayna topraklarında 24 Şubat'ta iki cephede (Batı ve Güney) başlattığı saldırılarla birlikte uluslararası güvenlik normlarının zaten bozuk olan akordu iyice kaçtı ve dünya çapında etkiler ortaya çıkaran kakafoniyle yüzleşildi.

2014'teki 'büyük kırılma' ertesinde küresel gündemde ağırlığı olan üç büyük kutup (ABD-Rusya-Çin) aralarındaki jeopolitik/jeostratejik rekabete hız verdi. Güvenlik-savunma-askeri strateji ve doktrinlerini yeni koşullara uyarladı. Bu süreçte genelde Batı dünyası, özelde AB kendi gardlarını alıp, küresel birer oyuncu olarak kalmanın yollarını araştırmaya koyuldular. Ortaya çıkan sarsıntıda alt-kutuplarda bulunan bölgesel aktörler de sahnede yerlerini almaya başladılar. Güçler dengesine, 'nüfuz alanlarına' dayalı klasik Realpolitik küresel gündeme tam hızla geri döndü. Uyum ve denge arayışları altüst oldu. Birtakım bölgesel ihtilaflar, büyük resimdeki çekişme kapsamında sıcak çatışmalara dönüşmekte gecikmedi.

Güvenlik literatüründe 'jeostratejik rekabet', 'sistemik çekişme', 'jeopolitik kızışma' gibi kavramların ön plana çıktığı ve birçok analize konu edildiği bir döneme girildi. Buna paralel olarak demokratik ülkeler grubu ile 'içte otokrat, dışarıda olabildiğince kapitalist' sistemler arasında da değerler üzerinden bir çatışma filizlendi. 

Meselenin bu yönü üzerinde durulsa da bunun tam anlamıyla ve tüm yönleriyle kavramsallaştırıldığını öne sürmek mümkün değil. Değerler arası çatışmanın dip dalgaları 2014 sonrası dönemde hissedildi. Bu konuya Batılı mahfillerde de işaret edenler oldu. Ancak, sert güç unsurlarına dayalı söylem ve kavramlar daha fazla geçerliydi. Ağırlık noktasını bunlar oluşturuyordu. Konvansiyonel-nükleer güç dengesi analizleri stratejik optikten daha revaçtaydı. Bu alandaki söylem ve analizler iddialıydı. Sahadaysa durum farklı yönde gelişiyordu. Stratejik düzeydeki bir ölçüde aşina olunan rekabete ilaveten demokrasilerin dayandığı temel ilkelere de meydan okunuyordu.

2022 yılı jeostratejik/jeopolitik çekişmenin yanında 'jeokültürel/jeouygarlık' (geocultural/geocivilasitional) rekabetine de daha derinden sahne olmaya kuvvetle aday. Bu rekabetin temelinde çoğulcu demokrasilerin dayandığı temel insan hak ve özgürlükleri ile hukuk devletine/kuvvetler ayrılığına saygılı olma gereğini içselleştirmiş ülkeler grubu ile özü itibariyle evrensel nitelik taşıyan bu vazgeçilemez esaslara meydan okuyan otokratik devletler ve devlet dışı aktörler arasındaki mücadele de yerini almakta.

Burada sözü edilen mücadele, Samuel Huntington'ın tezini oluşturan din eksenli medeniyetler çatışması değil. Bu rekabet içinde seküler demokrasiler ile seküler otokrasiler arasında giderek derinleşen uçurum bulunuyor. An itibariyle Ukrayna'da sahada meydana gelen fiili çatışmalar jeokültürel rekabetin pimini daha fazla çekti. Dünya, bu sürecin etkilerini uzun dönemli yaşayacak. 

2008 ve 2014'te yaşanan kırılmalar Batıyı tam olarak mahmurluktan kurtarmaya yetmemişti. Ancak, 2022 Şubat'ında Ukrayna ölçeğinde patlak veren derin krizin demokrasiler kampında bir silkiniş ortaya çıkardığı aşikâr. Bu yeniden uyanışın demokrasi ve demokrasinin üzerine inşa edildiği kurum ve kuralları daha dayanıklı kılmaya dönük arayışlara hız ve içerik kazandıracağı olgusu gözardı edilemez.

2014 sonrası dönemde küresel ölçekte jeostratejik rekabetin yeşerdiği ortamda Türkiye'nin etrafındaki bölgelerde bir dizi güvenlik boşluğu filizlendi. Türkiye, bu boşluklardan yararlanmaya yöneldi. Güvenliği önceleyen bir yaklaşım doğrultusunda sert güç unsurlarını sahaya sürdü. Bu eylemlerini tam teşekküllü kurumsal diplomasiyle beslemekte ise yetersiz kaldı ve yalnızlaştı. Bu dönem içinde demokratik normlardan, altına imza attığı uluslararası kimi anlaşmalardan çekildi. Bu durum etrafımızdaki otoriter rejimler için çok da bir değer ifade etmiyordu. Hatta bu tür ülkeler otoriterleşmiş bir Türkiye görmekten memnuniyet de duyuyor olabilirdi. Ancak genel dış algı, Türkiye'nin ibreyi otokrasiye yönelttiği değerlendirmesine odaklandı.

Pandemiyle birlikte başlayan süreç ve peş peşe alınan isabetsiz kararlar ekonomide geniş çaplı bir daralma ve hayat standartlarında gerileme başlatınca 2021 yılıyla birlikte bölgeden başlayıp demokrasi dünyasıyla uzlaşma arayışı gündeme geldi veya bu yönde bir izlenim-imaj uyandırılmaya çalışıldı. Kullanılan söylem yine genel hatlarıyla ikircikliydi, fakat ekonomik zorluklar karşısında davranış kalıbında mecburen daha yumuşak tonların hakim olduğu gözlendi. Zaruretten olsa gerek, artık bizi kıskanan Batılı demokrasilerle ve can düşmanı olarak topluma belletilen bölge ülkeleriyle geçinmenin çareleri aranmaya başlandı. Koşullar ve mecburiyetler karşısında yelkenler suya indirildi, rotanın yeniden belirlenmesi zarureti ortaya çıktı. 

Rusya-Ukrayna arasında neredeyse son bir aydır devam eden, geçici de olsa barışçıl bir çözüme varılsa dahi doğurduğu etkiler bakımından Türkiye'yi ve yakın coğrafyasını yıllar boyu yakından ve doğrudan etkileyecek uzun soluklu gelişmeler, uzunca süren sancılı bir dönem ertesinde Türkiye'nin konum ve rolünün masaya yatırılmasını gerektirmekte. Tercihler ve seçimler belirlenirken, gözümüzün önünde serpilmekte olan demokrasi-otokrasi mücadelesini halı altına süpürme şansımız yok. Bu alandaki manevra sahası da giderek daralacak. 

Jeokültürel rekabetin ortasında demokrasilerin safını tutmak Cumhuriyetin kuruluş değerleriyle de uyumlu olacak. Küresel çekişmenin demokrasi yönü ihmal edilirse, temel insan hak ve özgürlükleri ile hukukun üstünlüğüne/hukuk devletine dayalı çağdaş ve seküler değerlerle bezeli, çoğulcu demokrasiyi besleyecek damarlar tıkanırsa ekonominin daha fazla daralması ve toplumsal huzursuzluğun yükselmesi akibetiyle karşılaşılacak. 

Zaman, ülkede çağdaş demokrasiyi temel ve vazgeçilemez kuralları ve yerleşik kurumlarıyla pratikte ihya etmeyi zaruri kılıyor. Bunun dışında izlenecek bir yolun ne içeride ne dışarıda kimseye fayda sağlamayacağı gerçeğinin görülmesi girift bir düşünce egzersizini gerektirmiyor. Yeter ki geleceğe dönük küresel tabloyu doğru okumak için kimileri, içinde mutlu mesut yaşadıkları konfor bölgesinin dışına çıkma basiretini göstersinler.



Fatih Ceylan, E. Büyükelçi ve Türkiye'nin eski NATO Daimi Temsilcisi