Esin Şenol

04 Nisan 2021

Salgının ikinci yılında bir enfeksiyoncunun pandemi notları

Umutlu, çaresiz, art arda sayısız telefon ve hasta yoğunluğu akışı içinde geçen bu haftanın sonunda, çok endişeli bir şekilde önümüzdeki haftalardan yaza uzanacak yoğun salgını düşünüyorum...

Bu hafta, bir yıldır geçirmekte olduğum tuhaf haftaların en tuhafıydı sanki.

Telefonlarım hiç susmadı.

Ama telefonlardan birinde çaresizlik ile geriliyor, umutsuzluğa kapılmamak için dişlerimi sıkıyor, diğerinde gülümseyerek insanların kendilerine gelen aşı sırası heyecanlarına katılıyordum.

Salgın, frenleri boşalıp yokuş aşağı yuvarlanan bir kamyon gibi, önüne gelene çarpıyor yine.

Tabloya yansıtılan rakamlar bile durumun ne kadar ürkütücü olduğunu ve gelmekte olan tsunamiyi haber veriyor.

Daha çok İstanbul ve Ankara'dan gelen telefonlara göre, acil hastane veya resmi bazı işlemleri için kalabalıklara, hastanelere gidenler ya da büro çalışanı olan insanlar, işyerlerinden veya yakınlarına bakmak üzere evlerine gelen yardımcılarından kaptıkları hastalık nedeniyle "filyasyon" ekiplerine ulaşmışlardı.

Aslında işleri, onları ilk arayan hasta kişinin, hastalıkla nerede karşılaştığını araştırmak olan bu ekipler ise, çağıran kişiye test yapıyor, sonra da aynı evde yaşayan ne kadar insan varsa, bizim ülkemizde herkese verilmekte olan bir "antiviral" ilacı bırakıyorlardı.

Ülkemizde, bir antiviral ilaç belki de bir ilacın, belirtili belirtisiz yüz binlerce, hatta milyonlarca insanda kullanıldığı ilk seferin bu olduğunu zannediyorum.

Böylece ilk beş günü kullandıkları ilaca güvenerek geçiren kişiler, ilacın kesilme süresi olan beşinci günde, başlangıçta olmayan belirtilerin başlamasıyla ya da başlangıçta var olan belirtilerin iyileşmemesi nedeniyle korku ile ulaşabildikleri doktorları arıyor ya da tekrar filyasyon ekiplerine ulaşıyorlardı.

Aslında bu hastalığın seyri şöyledir; ilk beş günde ilaç sonrası iyileştiğini zannedenlerin zaten yüzde 85'i, hiçbir şey vermeseniz de iyileşecek olanlardır.

İlaç bitmesine karşın hâlâ iyileşmeyen geriye kalan yüzde 15 için ise, deyim yerindeyse dananın kuyruğunun kopacağı günler, 7-12. günler yani ilaç bittikten sonraki haftadır.

Temaslı olup henüz belirtisiz olanlarda ise, hastalık bulgularının en sık ortaya çıktığı süre, temas sonrası 4-6. günler olup, başlayan belirti ve bulgular ise tam olarak, kendilerine bırakılmış olan ilacın bitirilme süresine denk geliyordu.

Hasta ya da temaslı olanlar, ilaç bitimine denk gelen günlerde tekrar filyasyon ekiplerine dönmüşlerse bu kez de hali hazırda beş gün kullanılmakta olan bu ilacın on güne uzatılması isteniliyordu.

Bu evrelerde ve hasta ya da temaslı olduğu düşünülen herkese verilen ve hastalığa doğrudan etkisi gösterilmemiş, önleyiciliği hiç bilinmeyen ve yüz binlerce doz kullanılan bu ilacın bir işe yarayıp yaramadığını ise bilmiyoruz.

Bilmemiz de mümkün değil çünkü etki ya da etkisizliğini gösterecek çalışma yapmaktan imtina edilirken ya da böyle bir çalışmanın çok merkez ile kurgulanmasının önünde bakanlık izin engeli dururken, bazı firmalar, müthiş bir öngörü ile, bir ara çok kullanılan, şimdilerde vazgeçilmiş görünen sıtma ilacı ve bu antiviral ilacı çoktan fabrikalarda üretmeye başlamışlardı.

Henüz çalışılmadığı için gösterilmemiş olan etkisinden emin olunmadan böyle büyük üretimlere kalkışılmayacağına göre, belki de biz bilim insanlarının aklının ermediği bir etki vardı.

Ama bazı çalışmaları ülkemizde de yapılmış olan ve şaşırtıcı derecede küçük bir paydaya karşın oldukça iddialı sonuçları basın aracılığıyla ilan edilen aşı çalışmaları sonrası artık şu kanaatim tam anlamıyla pekişti ki o da şudur; bazı ilaçların ve bazı aşıların etkisiz olabilme ihtimalinden korkuyor ve şu kritik salgının orta yerinde çalışmalar ile uğraşıp zaman kaybetmiyoruz.

Zaten salgın ve aşılamada en kritik zamanı kaybeder ve salt ırksal özelliklerimiz şu Korona savaşını kazandıramazken, burada oyalanmamayı ve daha fazla hayal kırıklığına uğramamayı tercih ediyoruz belli ki.

Ama aklımın erdiği üzere evde izlem sınırlarını fazlasıyla aşan ve dayanaksız bu tedavi yaklaşımı, bizim tabloda gördüğümüz hasta sayılarının çoğalmasını böylece hastane kapasitelerini aşmasını önlüyor.

Böylece, COVID olarak kayıt edilmeyecek olan ölümler artsa da fark edilmesi hatta öngörülebilmesinin çok zor olduğunu tahmin etmek hiç zor değil elbette ki.

Ardı arkası kesilmeyen diğer telefonların nedeni ise ülkemizde 60 yaş üzeri ve bazı risk grubu hastalarda başlayacak olan ikinci evre aşılamaydı.

Bu evredeki aşılama ise insanları iki bakımdan heyecanlandırıyordu.

Öncelikle durma aşamasına gelmiş olan aşılama trafiği yeniden başlamıştı.

Sonra da biz, bazı inatçı, söz dinlemez ve "küreselci" bilim insanlarının en çok beğendiği, "mRNA aşısı" aşılama trafiğine katılmıştık.

Aşının yerlisi, millisi, ülkesi, menşei olamaz, aşı küresel bir kazanımdır ve bu bakımdan küreselci olmakta bir sakınca görmediğimi belirtmeliyim.

Aşının, ilacın ancak yöntemsel olarak ortaya konulmuş ve yayınlanmış "veri"si olur.

Gelinen bu noktada ya aşılar bulunmasaydı, nasıl bir katastrofi olurdu diyemeyeceğim çünkü az sayıda bazı ülkede, aşılama salgını alt edecek kritik eşiklere gelmişken, salgının son hız seyrettiği ve henüz sağlık çalışanlarını bile aşılamaya başlayamamış ülkeler var.

Anlaşılıyor ki, bilimi ve teknolojiyi bir taç gibi tepelerinde taşıyan şatafatlı ülkeler, küresel bir salgını, yalnızca kendilerini kurtararak, yalnız kalmış adalar yaratarak bertaraf edebileceklerini zannetmeye devam ediyorlar.

Ama, aşının bulunmadığını düşünmek bile istemiyorum diye ekleyeceğim çünkü insanoğlunun hâlâ başına gelebilecek en büyük felaketlerden birini yaşadığını fark etmediğini, aşı bulunmamış olsa, bir yüz yıl öncekinden de yıkıcı olacak bir salgın yaşayacağımızı anlamış bulunuyorum.

Aşılama sırası gelmiş olmanın heyecanını yaşayan insanları bekleyen tedirginlik ise, resmi kurumların başındakiler tarafından son elli yıldır kullanımda olduklarına dayanılarak "en güvenli" ilan edilmiş olan etkisi görece daha düşük, verisi kısıtlı aşı ile hem güvenlilik hem etki verileri sistematik olarak elde edilmiş ve yayınlanmış aşı arasında hangisini seçmeleri gerektiğiydi.

Bir önceki paragrafta anlattıklarım kafa karışıklığına neden aramaya gerek olmadığını zaten göstermektedir.

Ancak, durum şöyle olsaydı, aşılardan biri daha az etkili ve verisi şimdilik kısıtlı buna karşın çok ucuz ve çok üretilerek dünyayı kurtaracak, tartışmasız önerim bu aşıdan yana olurdu.

Ama aynı yarışta, ülke politikacıları tarafından seçilmiş, üretimi kısıtlı ve pahalı bir aşıyı önermek için veriye dayalı ve yarara dayalı bir nedenim yok.

Dolayısıyla, seçenek olup olmadığına göre davranılmasını, mevcut bir aşı ile aşılanmanın öncelikli olduğunu söyleyerek, seçenek var ise daha etkili ve sağlam verisi olan aşıyı önerdiğimi belirtmeliyim.

Dün de önerimde öncelediğim bu aşının, acil onay alırken söz verdiği üzere, izlemde kalarak elde ettiği 6. ay verileri ile onay alırken açıklamış olduğu sonuçlarının en az altı ay boyunca korunmuş olduğu verisi açıklanınca, vicdanı hür fikri hür bir bilim insanı olarak iyice ferahladım.

Bu hafta biterken, ülkenin tümünün İngiltere tipi varyantın kaplamış olduğunu, aniden ve her zaman olduğu gibi Sağlık Bakanı'nın basın toplantısında öğrendik.

Doğrusu ilk kez kendisiyle bir konuda hemfikir olduğumu fark edince, zamanın da "pandemi zamanı" diye farklı bir zamana evrildiğini anladım.

Çünkü, Bakan Koca, Birleşik Krallık, B.117 varyantı nedeniyle büyük bir kapanma ilan ettikten hemen sonra 24 Aralık 2020'de şöyle demeç vermişti:

"Son günlerde İngiltere gibi ülkeler, kontrolsüz vaka artışlarını virüsün mutasyonuna bağlayarak açıklamaya çalışmaktadır."

Haklı, hem de çok haklı.

Mutasyonlar virüs olmanın kaçınılmaz sonucudur. Önlem almamış ülkelerde, yeni bir varyant dolaşır, yayılır ve hâkim hale geçer, sonra daha da çok bulaşır ve göz kırpar.

Umutlu, çaresiz, art arda sayısız telefon ve hasta yoğunluğu akışı içinde geçen bu haftanın sonunda, çok endişeli bir şekilde önümüzdeki haftalardan yaza uzanacak yoğun salgını düşünüyorum.

Aklıma, Lars von Trier'nin Melankoli fimi geliyor.

İhtişamlı düğün gününde aniden depresyona girdiği düşünülen, çünkü "Melankolia" adlı bir gezegenin dünya gezegenine çarpmakta olduğunu, herkesin kendi kıyamet gününü yaşayacağı sonun yaklaştığını ilk hisseden, üzülen, endişelenen ve sonunda kalanları kıyametten kurtaran o genç kadın geliyor aklıma.

"Doğasından bir etkinin çıkmadığı hiçbir şey var değildir."
-Spinoza

Salgın var, bitmediği gibi hızlanıyor.