Dilime pelesenk olan "korona bir mercek" cümlesi ile tek frekansta çalışan bir radyo gibiyim.
Neredeyse dört ay olacak; korona kendi görünmezliğine tezat, sanki bir mercek gibi iyi kötü ne varsa büyütüp gözümüzün önüne seriyor.
Mesela, içinde bulunduğumuz atmosferdeki oksijeni ciğerlerine dolduramayıp, solunum cihazına muhtaç kalmış bir hasta gibi, sağ kalımımız için gerekli tüm tedariklerden ne denli uzak olduğumuzu…
Balo kıyafetleri ile ıssız bir adada kalmışçasına, absürt ve çaresiz oluşumuzu…
Bilimin öngördüğünü görmezden gelen politikacılara esir düştüğümüzü bir bir gözümüzün önüne seriyor.
Mercekleri en ustaca kullanan Leeuwenhoek, bu dünyada baktığı her şeyi gerçekten gören ilk insandı.
Bize, kendi vücudumuzda çok kalabalık ve çok küçük canlılar bulunduğunu ilk o tarif etti.
Kendi diş plağından aldığı örnekte, mercekle gördüklerini şöyle yazdı:
"Ağzımın içinde, Hollanda Birleşik Krallığımızda yaşayan insanların toplamından kalabalık hayvanlar var."
Tam dört yüzyıl sonra bu kez doğa, en maharetli merceği gezegenimize tuttuğunda, endüstriyel üretim çiftliklerindeki yalnızca kafalarını hareket ettiren tavuklar gibi, sıkışık mı sıkışık, fazlasıyla telaş içinde yaşayan bir kalabalık topluluktuk.
Ve bu "biyolojik küre"yi, 1031 kadar astronomik bir sayıda, yan yana dizsek yüz milyon ışık yılı edecek miktarda virüs ile paylaşıyorduk.
Şimdi, bu anda, önümüzde yalnızca şu iki seçenek bulunuyor: Ya her şeyi göze alıp sürdürmeye çalışacağımız iş ve sosyal hayatlarımızla bir "Rus ruleti" oynayacağız ya da her şeyi dondurup er ya da geç bilimden gelmesini umduğumuz ışığı bekleyeceğiz.
Elimizde hazır bir aşı veya etkin ilaç gibi bu yüzyıla ait bir kontrol yönetimi bulunmadığından yine yüzyıllar öncesine dönüp koronanın merceğinden sağ kalımın ipuçlarına baktığımızda gördüğümüz ise 14. yüzyıldan kalma karantina olacak.
Veba ya da Kara Ölüm salgınında, gemilerin yolcu indirmeden önceki "izolasyon" süresi olarak belirlenen ve hastalığın en uzun kuluçka süresi olan "kırk gün"ün İtalyancası olan "quarantina" kelimesinden gelen karantina, bir hastalığın en uzun kuluçka süresi boyunca, enfekte olma olasılığı bulunan sağlıklı kişileri diğer sağlıklı kişilerden ayırmak anlamına gelmektedir.
Bu salgın için etkili olması beklenilen karantina süresi, Covid-19’un en uzun kuluçka süresi olan on dört gündür.
Karantina, elde kalan eski ve etkinliği bilinen bir yöntem olmakla birlikte uzun sürede iyileşemeyecek psikolojik etkilere yol açabildiği bilinmektedir.
Buna rağmen uygulanma zorunluluğu durumundaki etkililiği için merceğimizi şu verilere tutmakta yarar olacaktır:
"Diamond Princess" adlı gemide karantina uygulanmasa o gemide bulunanların yüzde 80’i hastalanacakken 2 haftalık karantina uygulaması ile gemide bulunanların yüzde 20’si hastalandı.
Salgının başladığı, Çin’in Vuhan kentinde, 23 Şubat tarihinde ilk hastalanan kişi sayısı 650 olduğunda, tarihte görülmemiş bir şekilde milyonlarca kişi karantinaya alındı.
Salgın, henüz bizim kıtaya atlamamışken ürpererek seyrettiğim bu kapanma tam yetmiş altı gün sürdü.
Ancak, şimdi yapılan modellemeler, karantina uygulamasının dünyaya 2-3 hafta kazandırdığını, o bölgede karantina uygulanmasa salgının 477 gün süreceğini ve 800 milyon kişiyi etkileyeceğini gösteriyor.
Virüsün, korktuğumuz üzere, kendini güçlendirecek şekilde mutasyonlara uğramamasında bile bu inanılması güç karantina sürecinin olumlu etkisi olduğunu biliyoruz.
Dünya ise Çin’in sağladığı bu 2-3 haftalık olağanüstü önemli süreyi değerlendirmekte inanılmaz şekilde hantal davrandı.
Ve korona, bir mercek gibi, sağlık sistemleri ve bu sistemlere ait tedarik zincirlerinin basit ama yaşamsal yetersizliklerini, bununla birlikte de süreci ciddiye almakta zorlanan Batı’nın çaresizliğini büyütüyor.
Tam 5 bin 700 olgu sonra karantina ilan eden ve "korona"yı bir Akdenizli sıcaklığı ile karşılayan İspanya‘da nüfusun yüzde 15’inin enfekte olmuş olabileceğini düşündüren modellemeler var.
İtalya‘da salgını başlatan süreç için, Bergamo kasabasının Atalanta takımı ile Valencia arasında oynanan, on binlerce taraftarın dev bir stadyumda el ele, kol kola izlediği futbol maçının bir "biyolojik bomba" işlevi yaptığı düşünülmekte.
Sürü bağışıklığı dediğimiz, çok bilinmezli ve tehlikelerle dolu maratonun bitiş çizgisini bir Batı ülkesinin göğüsleyeceği aşikar.
Karantinayı yeni kaldıran Çin ve salgını erkenden, yöntemsel önlemler ile karantinasız kontrol eden Kore, Japonya gibi diğer Asya ülkeleri ise hâlâ çok temkinli.
Hücre belleğimizde 1918 yılında dünyayı kasıp kavuran "İspanyol Gribi"nden kalma ikinci, daha büyük bir dalga korkusu beliriyor.
Yine de Asya’da yaz, bizim kıtaya göre daha iyi geçecek gibi duruyor.
Geleceğe sorular soran bilim ise tüm bir yaz mevsimini, geçmişin derslerini çalışarak geçirecek belli ki.
Bakmayı akıl edebilenler merceği "bu pandemi neden bizi buldu" sorusu yerine "bu pandemi nasıl oluştu" sorusuna tutmalı, bizde olduğu gibi bakmayı akıl edemeyenler ise önlerindeki ilk dalganın ne kadar süreceği ve nasıl içinden çıkılacağı sorularının cevabını belki de bir kristal kürede aramalı.