Esin Şenol

13 Mart 2022

Hekim...

Bu 14 Mart biz okul bahçesinde olacağız. Yalnızca saçmalıkların dikkat çektiği bu günlerde, derdimizi söyleyeceğiz. Yerkürenin ve hepimizin iyileşmek zorunda olduğunu anlatacağız

Tıp tarihçisi Victor Robinson, tıbbın başlangıcını şu sözlerle tanımlıyor:

"Tarih öncesi çağlarda ormanda yankılanan ilk ağrı çığlığı, hekime gönderilen ilk çağrı idi." 

Yerkürenin attığı büyük bir çığlığa yetmeye yeltenen hekimin, kutlamaya yeltenmeyip çığlığını duyuracağı bir 14 Mart Tıp Bayramı daha olacak.

14 Mart, Tıp Bayramı olmazdan önce, bu coğrafyadaki ilk tıp okulunun kurulma günüdür.

Aynı zamanda 1919 yılında, yani İstanbul'un işgal günlerinde, Hikmet Boran önderliğindeki tıbbiyelilerin okullarının kuruluşunu kutlayacakları bahanesiyle okul bahçesine çıkarak, işgal protestolarını başlattıkları gündür.

O bakımdan her 14 Mart kutlama ya da anmasında Tıbbiyeli Hikmet Bey'e ve ülkemizin bağımsızlık savaşındaki onurlu ve cesur mücadeleleri için tıbbiyeli büyüklerimize selam borcumuzu yerine getiririz.

Bu 14 Mart biz de tıpkı onlar gibi ve bir varoluş mücadelesinin savaşçıları olmak için okullarımızın bahçesinde olacağız.

Çünkü, mücadelenin gücünü, ölmemek için mücadele ederek yaşamı kutsayanlara olan yakınlık ve tanıklıklarından bilen hekim de her daim mücadeleyi kutsamıştır.

Ama bu 14 Mart mücadelemiz için okul bahçesine indiğimizde, Koronavirüs salgınında, halka ve meslektaşlarına salgını duyurduğu için tutuklanma dahil ağır baskıları göğüslemek zorunda kalan ve salgının ikinci ayında 33 yaşında yaşamını kaybeden Dr. Li Wenliang'i de… Ülkelerinin bağımsızlık savaşında ölmeye hazır olduklarını söyleyen Ukraynalı hekimleri de ve her şeyi göze alarak bu savaşa karşı bir bildirge imzalayan Rus hekimlerini de saygıyla selamlayalım.

Yıl 2018; savaş bir halk sağlığı sorunudur diye bildirge yayınladıkları için tutuklanmış olan Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi üyesi 11 hekim arkadaşımıza da minnetimizi dile getirelim.

Savaşa karşı barışı kutsayan, salgındaki sınıfsal ölümlerin sesi olan, olmadık erken ölümlerin omuz başındaki ince sızısıyla yaşayan tüm cesur onurlu hekimlere selam ve sevgiyle diye başlayalım ve sonra ne istediğimizi, neden istediğimizi anlatmaya çalışalım.

Aslında, salgının öncesinde, evrensel çok boyutluluğu kavrayamayıp adeta ölümsüzlük için yaşamakta olan yerkürenin insan sakinleri yüzünü çoktan, iyileştiren, derman olan hekimden başka yöne çevirmişti.

Yaşamın tam merkezine kitle halinde ölümlerin oturduğu, herkesin ölümle ebelemece oynadığı böylesi panik zamanlarında haliyle gerçek hekimler ve tababet de yaşamın tam merkezine yerleşti.

Mesele ölümse, her sokağa çıkmak ve kalabalıklaşmak ölüm korkusuna değiyorsa, ölmeyi göze alarak ölüme karşı duranları öldürmek yerine ondurmak gerekirdi. 

Ama yüzünü yıkıma dönmüş olanlar tıbbıyeliyi sever mi? 

Hekimi de, diğer tüm üretken, düşünen, toplumsal müştereklere dair söz söylemek isteyen ülke sakinleri gibi ondurmadılar elbet.

Covid - 19 salgınının en çok öldürdüğü meslek grubu sağlık emekçileri oldu.

Aşı yapılmadan önceki zamanlarda, hastalıkları ve kırılganlıklarına rağmen çalışmak zorunda kalan sağlıkçı arkadaşlarımız ölmeyi göze aldılar ve ölmek zorunda kaldılar.

Onları minnetle anıyoruz. 

İnsanları yaşatabilmek için, ölmekle yaşam arasındaki o incecik çizgiden düştüler.

Meslek hastalığı sayılsın, geride kalan yakınları sıkıntı çekmesin istedik olmadı.

Minnetle andıklarımızın emanetine ise yine hekimler kendi aralarında destek grupları kurarak sahip çıktılar.

Kendi hekim olmak serüvenime dair şu notu düşmüşüm:

"Tıp Fakültesi'ni bitirdiğim gün üzerime giydiğim o beyaz önlük yalnızca bir mesleki giysi değil, aynı zamanda tuhaf bir kimlik algısıdır. 

Gecenizi, gündüzünüzü, düşüncelerinizi, hayallerinizi alır sizden, alır ki iyi hekim olasınız. Sizi erkenden büyütür hatta ölümsüzlüğe aldırmayan yanınızı yaşlandırır."

Biz ölümlülüğe aldırırız.

Ve yaşamın kırılganlığını, kibirle sislenmiş uygarlıklar yaratan o aklımızın, toz zerresinden küçük bir mikrop ile baş etmeye yetmeyeceğini de biliriz.

Bizi yaşatacak olanın, ortak yaşama ahlakı, birbirimiz kollamak ve yaşatmak olduğunu ve bazen bir hastalığın tüm dünyayı birbirine bağladığını ama en çok korunmaya muhtaçları öldürdüğünü biliriz.

Pekiyi biz ne mi istiyoruz?

İnsanca, sağlıklı yaşamak ve yaşatmak istiyoruz.

Başımız dik, herkese eşit ve nitelikli sağlık hizmeti vermek istiyoruz.

Hak ettiğimizi istiyor, hak etmediğimizi reddediyoruz.

Telefon hatlarının ucundaki kolayından, küfür niyetine ağız dolusu edilen şikayetten, öldüresiye dayaklara varan şiddet ikliminin ortasında çalışmak istemiyoruz.

İnsanı felç edecek kadar ağır iş yükü olan uzun nöbetlerin çıkışlarında bir trafik kazasının direksiyonunda olmak istemiyoruz.

Savaş ve salgının, geçmiş, gelecek ne varsa önüne kattığı coğrafyalarda yaşamdan yana duruş ve oluşları ile ne denli yaşamsal oldukları anlaşılmış olan hekimlerin insanca yaşamasını ve insanca yaşatmasını istiyoruz.

Tıbbın, yalnızca parası olanları yaşlandırmayan, ölümleri çürütecek kadar uzatan arsız bir şehvet olmadığını anlatmak istiyoruz.

Ölümcül olanın hastalık değil, ayrımcılık, eşitsizlik, yoksulluk olduğunu anlatmak istiyoruz.

Ayrıcalıklı olanlar için çıkarılan bulaşıcı hastalıklardan muafiyet beratının yoksulların ölüm fermanı olacağını anlatmak istiyoruz.

Bu 14 Mart biz okul bahçesinde olacağız.

Yalnızca saçmalıkların dikkat çektiği bu günlerde, derdimizi söyleyeceğiz.

Yerkürenin ve hepimizin iyileşmek zorunda olduğunu anlatacağız.

Veba romanındaki Dr. Rieux ile söyleşip gülümseyeceğiz…

"Yaşamın içindeki absürdlükleri fark etmek, bizi umutsuzluğa değil, trajikomik bir kurtuluşa götürür."

Veba, Albert Camus