Başlangıç ve sonunu değiştiremediğimiz bir hikâye ya da hikâyesizliğin ortasında debelenip duruyoruz.
Oysa tek değiştirebileceğimiz bölüm ortası.
Başlangıç hiç beklenmedik bir doğal afet zannedildiyse de bu gezegeni birlikte paylaştığımız, bizden de eski ve bizden sayıca katbekat fazla bir türün var oluş ısrarıydı ve davetiyeyi biz göndermiştik.
Virüsler çoktur, eskidir ve sıklıkla hikâyemize eşlik etmişlerdir.
Şimdi ise istemeden ve beklemezken, her şeyin denk geldiği bir tesadüf ile hayatımıza girmiş bu virüsün yok olmasını, pandeminin hiç olmamış gibi olmasını istiyoruz.
Elime sihirli bir güç geçse ve bu yıl "en uzun gece"nin hikâye anlatıcısı ben olsam dahi hikâyenin ne başını ne sonunu değiştirebilirim.
Ama hikâyenin adını "kusursuz fırtına" koymak isterdim.
Bitmek bilmeyen, karaya bir türlü varamadığımız, yok ettiklerini denize katarak yutan kusursuz bir fırtına.
O nedenle tavsiyem, istemeden de olsa yüzünüze zoraki bir gülümseme yerleştirip, hikâyenin içine yerleşmeniz ve sıkıca tutunmanızdır.
Yaşam kötüden iyiye, iyiden kötüye evrilen bir hikâyeye, hele bir masala hiç benzemez.
İyi ve kötü iç içedir.
O nedenle boşuna, virüs bir vazgeçiş mutasyonu ile bizi bir gece ansızın terk edecek diye beklemeyin.
Pandemi yapabilmiş ve salgını sürdürmeyi başarabilmiş bir virüs niye zayıflasın? Ayrıca keyfi gayet yerinde ve çokça çocuk ve torun yapacak gibi duruyorken neden vazgeçsin?
Virüslerin var oluş ısrarı için bir plana değil yalnızca bulaşmaya gereksinimleri vardır, onu da bizim aracılığımızla fazlasıyla gerçekleştiriyor.
Ne virüsten ne takvim zamanından bir şey beklemenin alemi yok, sonsuz olan yaşamda artık tarihe, kendi bağışıklığımızın mutasyonlarını not düşüyoruz.
Ne biz ve bağışıklığımız ne de salgını yapan virüs iki yıl önceki gibiyiz. Birlikte evriliyoruz ama virüs bizden çok önde.
Omicron, düşünülüp öngörülebildiğinden çok daha fazla bir katastrofiye yol açacak ama bu Omicron nedeniyle olmayacak.
Salgına hazır değildik, Alfa'ya, Delta'ya hiç hazır değildik ve Omicron'a da hazır değiliz.
Dünyada Delta dalgası hâlâ hüküm sürüyor ve binlerce insanı öldürüyor.
Deltanın bittiğini Omicron'un başlamasından anlayacağız.
Aşı bulunduktan ve aşılama başladıktan sonra, dalga yapan Delta için "aşısızların pandemisi" diyorduk, şimdi Omicron aşılıların da yani "herkesin pandemisi" diyeceğiz.
Bireylerden çok toplum ve toplulukları etkileyecek, çok hızlı bulaşıp hızlı yayılıyor.
Hem geçirilmiş enfeksiyon hem aşı bağışıklığından da kaçabiliyor.
Biyolojik matematik modellemeler, birkaç ay içinde tüm yerküreyi kaplayacağını düşündürüyor. Bu nedenle yapılacak kısıtlamalar dahi yetersiz kalacak.
Delta, virüsün kalıcılığına vurgu yapmışken, Omicron "müştereklerin trajedisi" aşılanmanın yalnızca bireysel değil, ahlaki yönüne vurgu yapıyor.
Omicron için hızla devreye soktuğumuz stratejimiz olan tekrarlayan aşı dozlamaları, dünyadaki aşı adaletsizliğini artıracak.
Müşterek çözmemiz gereken ortak bir trajedimiz var ve bu trajedi "bencilleşme" yüzyılında en "bencil" ve en "özgürlükçü" virüs ile sınanıyor.
Müşterek trajedimiz yalnızca virüs değil elbette. Salgın için ne kadar sızlansak da "hayat işte" diyebilmek mümkün.
Ama vazgeçemediklerimizden asılı kaldığımız bu coğrafyada, her gün batımını zaten derin kederler yalarken, bitmek bilmeyen karanlıklarda kaldık.
Yaşamın kaybolmuş ritmini iyice yitirten sabah karanlıklarında yollara düştük.
21 Aralık'ta bizim yarım kürede kış gündönümü olacak.
Pandeminin yarattığı kusursuz fırtınanın en uzun ikinci gecesi yaşanacak.
Omicron ve ekonomik buhranın iyice kasvetlendirdiği sonbahar kışa kavuşacak.
Doğrusu ben "en uzun gece"den medet umuyorum.
Benim gibi başı eve giremeyen, yoğun bir çalışan için pek de sevemediğim sonbahar karanlığında bir mum ışığı gibi olacak en uzun gece.
İyi ki doğa tanıdık ritmi ile yüreğimizi biraz soğutuyor.
Şehirlerin sokaklarının yollara düşmüş kasvetli kederli insanlarla dolu olduğunu fark edemediğim çocukluk günlerimde bitmek bilmeyen karanlık gecelerde büyükannemin kucağına yatardım.
Başımı buruşuk elleriyle okşayarak masallar anlatırdı.
İçindeki kederi özenle sakladığı yaşanmışlıklarını ve anlattığı çocuksu masalları ilgiyle dinlemem onu iyileştirir beni zenginleştirirdi.
Ben uykuya geçmek üzereyken "yürek soğutan" derdi.
Eski normal günlerimde akademik nedenlerle sıkça seyahat ederdim.
Uçak yolculukları benim için özgürlüktü. Bir başıma ve ulaşılmaz olmanın uçarılığı ile kitaplar, makaleler okur, notlar tutardım.
Kapalı, havada asılı kalmış, kutu gibi bir şeyin içinde bir dolu insan olmayı heyecan verici de bulurdum.
Böyle bir yolculukta, çapraz orta koltukta oturan neşeli, tatlı ve hafif kilolu bir oğlan çocuğu tam iştahla yemeğini yerken birden kusmaya başladı.
Korkmuş, şaşkınlaşmış ve en çok da bozulmuştu.
Annesi ağzını yüzünü temizlerken yaşadığı durum için çaresizliğine de neşe katmayı başararak, yüksek sesle "Anne ya bizi kim fışkırtıyor böyle" deyiverdi.
Tüm uçaktakiler gülmeye başladı.
Sahi bizi kim fışkırtıyor böyle?