Yaklaşık iki ay önce, 29 Ağustos-1 Eylül tarihleri arasında Rus meslektaşlarımız Türkiye’de bir uluslararası seminer düzenlediler. Toplantının sahibi ve düzenleyicisi Rusya Bağımsız Ekonomi Derneği (Free Economic Society of Russia) idi.
Konu, dünyanın, özellikle dünya ekonomisinin önümüzdeki on yıllarda nereye, nasıl evrileceği idi. Rusya, Çin ve ABD dahil olmak üzere 12 ülkeden konuşmacının olduğu bu seminerde tartışılan konuları daha sonraki bir yazıda ele almak istiyorum.
Şu kadarını belirteyim. Bizler, Türkiye’deki iktisatçılar, Türkiye’nin ekonomik sorunları, yanlış politika uygulamaları içine öyle gömülüp kalıyoruz ki, dünyanın nereye nasıl gidebileceği konularını ihmal ediyoruz. Bu da maalesef ufkumuzu daraltıyor, bizi karadelik gibi içine çekiyor.
Şunu söylemek gerek. Bir ülkenin ekonomisi ne kadar sorunlu ise, uygulanan politikalar ne kadar ısrarla yanlış ise, ülkenin iktisatçıları da o kadar içe dönük oluyor. Dünya ekonomisine yönelik katkıları da sınırlanıyor. Burada ülke dışında değil, ülke içinde yaşayan iktisatçıları kastediyorum.
7 Ekim'de sabah saatlerinde Hamas, İsrail'e binlerce roket attı.
İsrail, saldırılar karşısında Hamas'a savaş ilan etti ve Gazze'ye füze yağdırmaya başladı
Sözünü ettiğim seminerde Rusya-Ukrayna, İsrail-Filistin çatışmaları gibi konular konuşulmadı, tartışılmadı. Ancak seminer sonrası beş kişi havalimanına giderken bir saat boyunca Rusya-Ukrayna çatışmasını konuştuk. Özellikle Avusturyalı arkadaşımızdan ilginç bilgiler edindik.
Havalimanında iki buçuk saatten fazla bekledik; bu süre içinde hep İsrail konuşuldu. Konuşmaların ve açıklamaların tümünü iki İsrailli meslektaşımız yaptı. Avusturyalı arkadaşım ve ben arada sorular sorduk. İsrailli meslektaşlarımız İsrail’i ve olası gelişmeleri anlattılar.
Son dönemdeki Filistin-İsrail gelişmelerini dikkate alarak, bu anlatılanları haftalar önce yazmalıydım. Ancak araya sağlık sorunları, tetkikler ve ameliyatlar girdi. Aynı gün bir prostat ve iki fıtık ameliyatı geçirdim; sonuçta aynı saatlerde üç ameliyat oldum.
Prostat ameliyatımı Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İbni Sina Hastanesi Üroloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ömer Gülpınar başarıyla yaptı. Bu başarılı ameliyat için Ömer Hoca ve ekibine çok teşekkür ediyorum.
Prostat ameliyatımın hemen ardından yine Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İbni Sina Hastanesi Genel Cerrahi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Akın Fırat Kocaay iki fıtık ameliyatımı başarıyla yaptı. Akın Fırat Hoca ve ekibine bu iki başarılı ameliyat için çok teşekkür iletiyorum.
“İsrail hükûmeti toplumu sürekli geriyor, ikiye bölüyor”
İsrailli meslektaşlarımızla yaptığımız konuşmadan çok bilgilendim. Özellikle, toplumsal bazı gerginliklerin arka planını anlamak bakımından yararlandım. Burada yazmasam, bu konuşmaya haksızlık etmiş olurdum.
Konuşma boyunca yanımda hep seminerde tanıştığım Avusturyalı arkadaşım vardı. İsrailli meslektaşlar, İsrail’de demokrasinin ve laikliğin nasıl giderek zayıfladığını, ırkçılık ve aşırı dincilikle toplumsal gerginliğin nasıl yükseldiğini dertlenerek açıkladılar.
Yalnızca gerginlik de değil; İsrail’de hükûmetin toplumu nasıl ortadan ikiye ayırdığını anlattılar. Daha sonraki dönemler için çok da kaygılıydılar.
İlk soruyu ben sordum; “İsrail’de aylardır her cumartesi hükûmete karşı yapılan gösterilerin amacı nedir? Bu gösteriler, Netanyahu’nun altıncı kez başbakan olduğu, Aralık 2022’de kurulan yeni hükûmet göreve başladıktan hemen sonra başladı. Neden?”
Aralık 2022’de Netanyahu’nun kurduğu hükûmet, İsrail tarihinin en sağcı, en ırkçı ve aşırı dinci tüm partileri kapsayan bir koalisyon hükûmetidir. Koalisyon hükümeti kurulurken ve ertesinde aşağıdaki adımların atılacağı belli olmuştu.
- “Yargı reformu”
Bir “yargı reformu” getiriliyordu. Bu “reformun” daha hazırlık aşamasında tartışmalar başlamış ve yargı bağımsızlığını öldüreceği genel olarak, ordunun ve polisin bazı kesimleri tarafından bile, kabul edilmişti. “Reformun” iki önemli maddesi şunlardı:
Birincisi, Yüksek Yargı’nın meclisten (Knesset) geçen yasalara, anayasaya aykırılık olsa bile, itiraz etme hakkı artık fiilen kaldırılıyordu.
İkincisi, hâkim atamalarında karar alma ve kontrol yetkisi, bağımsız yargı kurullarından alınıyor ve hükümete veriliyordu. Kısacası, yasalar ve yargıçlar artık hükûmetin istediği yönde oluyordu.
“Yargı reformu” denilen girişim ile, yargının bağımsızlığını kaldırmayı, demokrasiye darbe vurmayı planlamışlardı. Biz böyle “”yargı reformu” örneğini Avrupa’nın ortasında, Polonya’da ve Macaristan’da da gördük. Bana dönüyor: Türkiye’de de gördük.
Demokrasiyi yere seren bu icraata karşı tepkimizi ortaya koymak için, demokrasiye sahip çıkmak için her cumartesi akşamı yürüyüş gerçekleştirdik, demokratik hakkımızı kullandık. 2023’ün Mart ayında “girişimi erteledik” dediler, ancak temmuz ayında bazı maddelerini yürürlüğe koydular.
Cumartesi yürüyüşlerimiz büyüyerek sürdü. Yürüyüşümüzün elbette başka nedenleri de vardı.
- Paramiliter “Millî Muhafızlar” gücü
Var olan polis gücünden ayrı olarak bir de paramiliter “Millî Muhafızlar” gücü oluşturuluyordu. Milli Muhafızlar, doğrudan Millî Güvenlik Bakanı'na bağlı oluyor ve milli güvenlikle ilgili tüm konularda devreye giriyordu.
Paramiliter “Millî Muhafızlar” gücünün kuruluşu da demokratik haklarımızı kullanmayı engelleyecek bir girişimdi. Her an evlerimize, çalıştığımız kurumlara “millî güvenlik” örtüsü altında gelebilirlerdi. Cumartesi yürüyüşlerimizi bu duruma karşı çıkmak için de başlattık ve sürdürdük.
- Filistinli toprağında yeni yerleşim alanları ve ayrımcılık
Netanyahu’nun her başbakanlığı döneminde olduğu gibi, bu dönemde de Filistinlilerin toprağında yeni yerleşim alanları açılacaktı. Bu alanlar, genellikle aşırı dinci Museviler için hazırlanıyor ve alt yapıdan sonra yeni evler yükseliyordu.
Bu alanların Filistinli sahipleri için yargı yolu da yoktu; hükümet el koyuyor ve iş bitiyordu. Filistinlilere bu alanda da bariz ırk ayrımı gözleniyordu.
Bu alanlarının açılması yasal değil, Filistin toplumunu ve hâliyle tüm toplumu çok geriyor. Bu alanlar açılırken çatışmalar oluyor ve bunların nereye evrileceği belli olmuyor. Netanyahu ve aşırı uçtaki koalisyon ortakları bu gerginliği bilerek yaratıyorlar.
Benzer gerginlikler sonrasında, Temmuz 2023’te, İsrail güvenlik güçleri Batı Şeria’daki Cenin Mülteci kampına baskın yaptılar. 12 Filistinli öldürüldü. Sonrasında, başka olaylar da olabilir beklentisiyle günlerce gergin bekledik. Halbuki, yeni yerleşimler gerekiyorsa bile, Filistinlilerin topraklarına yapılması zorunlu değil ki.
Avusturyalı arkadaşım soruyor; “İsrail hükümeti Filistinlilere karşı tam bir ırk ayrımcılığı (apartheid) rejimi uygulamış olmuyor mu?” İsrailli meslektaşlar “haklısınız” diyorlar. Yalnızca Müslüman Filistinlilere karşı değil, Hristiyanlara karşı da ayrımcılık var. Irkçı ve dinci İsrailliler kiliselere bile saldırıp tahrip edebiliyorlar.
İşte bu ırk ve din ayrımcılığına karşı durmak için de cumartesi yürüyüşlerimiz başladı, sürüyor, sürecek. Bu yürüyüşlere ve gösterilere Filistinlilerin ve İsrailli Arapların da katıldığını vurgulamak isteriz.
- Musevi din eğitimine aktarılan kaynaklar
Eğitimde kaynaklar giderek artan oranda Musevi din eğitimi yapan okullara aktarılıyordu. Şimdi bu oran daha da arttı. İslami medreselere benzeyen Yeshiva okullarından mezun olanlar, yalnızca din eğitimi aldıklarından, modern sektörlerde çoğunlukla iş de bulamıyor. İş bulamayan bu kişilere kamu kaynaklarından önemli bir sosyal yardım yapılıyor.
Bu konu kanayan bir yaramızdır. (Bu durumu daha önce İsrailli iktisatçı Assaf Razin de benzer kelimelerle ifade etmişti.)
Dini okullarda bir yandan modern bir eğitim yapılamıyor, nitelikli işgücü yetiştirilmiyor, diğer yandan dünyaya “dindar ve kindar” bakan bir kesim ortaya çıkıyor. Bunlara aktarılan önemli sosyal yardımları da elbette biz çalışanlar ödüyoruz.
Bu gerçekten büyük haksızlık. Türkiye’de de, benzer şekilde, tarikatların örgütlediği medrese eğitiminin hızla yayıldığını okuyoruz.
İsrail’de dış dünyaya entegre olmuş modern bir iş sektörü var. Dijitalleşme, yapay zeka uygulamaları, bilgi temelli teknolojiler, robotik teknolojiler, biyokimya uygulamaları bu sektör üzerinden devam ediyor.
İsrail’de hükümet karşıtı gösteriler daha ne kadar sürer?
İsrailli meslektaşlarla konuşmanın sonunda bir soru daha sordum; “hükümet karşıtı yürüyüşler daha ne kadar sürer?”
Her iki meslektaşımızın da yanıtı aynı oldu, bu antidemokratik, sürekli gerginlik yaratan ve toplumu ikiye ayıran hükümet düşünceye kadar yürüyüşlerimiz sürecek. Bir tek durumda, çok önemli bir çatışma, bir savaş durumunda yürüyüşlere ara verilir. Ancak sonunda İsrail demokrasi güçleri muhalefetini sürdürecektir.
7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’e yönelik harekâtını duyunca bu son cümleler aklıma geldi. Diliyorum İsrail’in demokrasi güçleri mevcut hükümeti değiştirince iki toplum arasındaki barışa önemli bir destek gelecektir.
Ercan Uygur kimdir?Türkiye'nin önde gelen ekonomistleri arasında yer alan Prof. Dr. Ercan Uygur, 1969'da ODTÜ'yü bitirdi. Mezuniyetinin ardından Devlet Planlama Teşkilatı'nda (DPT) ‘uzman yardımcılığı' sınavına girdi. Ancak, Uygur'un da aralarında olduğu sınavda başarılı olan üç kişi göreve başlatılmadı. Uygur, daha sonra sınavına girdiği Maliye Bakanlığı'nda göreve başladı. Bir yıl sonra iki yıllık lisansüstü öğrenim bursu için OECD'ye yaptığı başvuru, davet edildiği mülakatın ardından kabul edildi. İngiltere Warwick Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimi aldı. Doktorasını East Anglia Üniversitesi'nde yaptı; bu sırada bir yıl ‘ekonometri' dersi verdi. 1977 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (Mülkiye) İktisat ve Maliye Bölümü'ndeki ‘ekonometri' kürsüsünde asistanlık sınavına girdi; aynı yıl bu kürsüde göreve başladı. Doçentlik çalışmaları için 1981'de dokuz aylık Norveç Hükümeti bursu ile bu ülkeye gitti, Prof. Dr. Leif Johansen ile çalıştı. Türkiye'deki doçentlik sözlü sınavının yapılacağı gün, 1402 Sayılı Sıkıyönetim Kanunu ile iki jüri üyesi, Prof. Dr. Tuncer Bulutay ve Prof. Dr. Nuri Karacan üniversiteden uzaklaştırılınca yapılamayan jüri toplantısı yedi ay sonra gerçekleştirilebildi. 12 Eylül 1980 darbesini izleyen süreçte üniversiteden uzaklaştırılan Türkiye'nin önde gelen iktisatçılarından Prof. Bulutay'ın "Bizleri temsilen Mülkiye'de kalacaksın" dediği Uygur, 1983'te ‘doçent' unvanını aldı. 1988'de Fulbright bursu ile ABD'ye gitti, Prof. Dr. Lawrence Klein ile LINK projesinde çalıştı. 1989'da ‘profesör' unvanını aldı. 1994-2012 döneminde Koç Üniversitesi'nde yaz dersleri verdi. Mülkiye'den 2010 sonunda erken emekli oldu. Mülkiye'de öğretim üyesiyken şu kurumlara danışmanlık yaptı: - İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik ve Sosyal Araştırma ve Eğitim Merkezi (1986-1994) - Wharton Econometric Forecasting Associates (1988-1991) - T. C. Merkez Bankası (1988-1993 ve 1997-1998) - Devlet İstatistik Enstitüsü, TÜİK (1990-1996) - ILO / Uluslararası Çalışma Örgütü (proje danışmanı, 1990) - T. C. Hazine Müsteşarlığı (proje danışmanı, 1992-1993 ve 1997-1999) - Dünya Bankası (proje danışmanı, 1999, 2002, 2009, 2010-2011) - Birleşmiş Milletler ECE (proje danışmanı, 1999-2000) - Third World Network (2009) Yeni Yüzyıl gazetesinde köşe yazarlığı (1995-1998), Mülkiye'de İktisat Bölümü Başkanlığı (1996-2008), Ankara Üniversitesi Bilim Kurulu üyeliği (2002-2010), Türkiye Ekonomi Kurumu Başkanlığı (2003 -2019), Ekonomi-Tek dergisi editörlüğü (2012-2020), Uluslararası Final Üniversitesi Rektör Yardımcılığı ve İİBF Dekanlığı (2016-2021) yaptı. 2011'de Uluslararası Ekonomi Birliği (IEA) Danışma Kurulu üyeliğine seçildi, bu görevi halen devam ediyor. 2012'de Kyoto Ödülü Danışma Kurulu üyeliğine davet edildi; editörlüğünü yaptıkları dahil olmak üzere Türkçe ve İngilizce 12 kitabı yayımlandı, 50'nin üzerinde bilimsel makale yazdı. Eylül 2021'den itibaren, Mülkiye'den öğrencilerinin kurup yönettiği T24'te köşe yazısı yazıyor. Prof. Dr. Ercan Uygur, 38 yıllık üniversite hayatını; 18 Mayıs 2017'de davet edildiği Mülkiyeliler Birliği Çarşamba Söyleşileri'nde Prof. Dr. Tuncer Bulutay'ın konuşması için koyduğu başlıkla özetliyor: "ODTÜ'de Öğrenci, Mülkiye'de Hoca…" |