Eylül aylarında eğitim ve ilgili konular öne çıkar. Örneğin, UNESCO'nun 1966'da aldığı kararla, 1967'den bu yana 8 Eylül "Dünya Okuryazarlık Günü" olarak kutlanır. Okuryazarlık gününde eğitimle ilgili değişik temalar tartışılır, öneriler yapılır.
Temalarda, teknolojinin ve geleceği düşünen insanın ek eğitim ihtiyaçları ele alınır. Örneğin, 2017 yılındaki tema "Dijital dünyada okuryazarlık", 2019'daki"Okuryazarlık ve çok dillilik", 2021'deki "İnsan merkezli bir iyileşme için okuryazarlık: Dijital uçurumu daraltmak" idi.
2022'deki tema "Okuryazarlık Öğrenme Alanlarını Dönüştürmek" oldu. Burada vurgulama her birey için yüksek kalitede, eşitlikçi, kapsayıcı eğitim üzerineydi. UNESCO (7 Eylül 2022a). Okuryazarlık, artık, eğitimi ve bilgiyi içeren bir kavram.
Okuryazarlık kavramı zaten yerini giderek "işlevsel okuryazarlık" kavramına bırakıyor. Bu kavram, kişinin kendisi ve toplumu için yaşamın gerektirdiği okuma, yazma, iletişim, hesaplama ve dijital işlemler için gerekli bilgiye sahip olmak anlamına geliyor. UNESCO (5 Eylül 2022b).
İşlevsel okuryazarlık ve eğitim, günümüzün beşeri sermayesi için temel ve vazgeçilmez konular. Bunlar BM'nin "Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri" arasında temel direklerdir ve kişilerin, toplumların ve yerkürenin yaşayabilmesi için ön koşuldur. United Nations (27 Temmuz 2022) ve UNESCO (2020).
Eğitimin eylülde öne çıkmasının bir nedeni de Kuzey Yarımküre'de ve Türkiye'de okulların eylül ayında açılması. Türkiye'de ilk ve ortaöğretim 12 Eylül'de başladı. Ne kadar çok yakınma, feryat duyduk. Üniversitelerden de benzer yakınmalar gelecek.
Eğitim iktisatta nasıl tanımlanıyor, nasıl yer alıyor? Türkiye'de eğitim nasıl gelişiyor, tartışmalar neler? Dünyanın eğitim için sorduğu sorular Türkiye'de gündemde mi?
Önümüzde genel ve cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Ekonominin ve toplumun geleceği için çok önemli dediğimiz eğitim ve beşeri sermaye gündeme geliyor mu? Bu yazıda bu soruları yanıtlamaya çalışıyorum.
Eğitimde dini kurumlar ve devlet
Eğitim faaliyeti, Orta Çağ'dan başlayarak, İslam dünyasında camiler, Hristiyan dünyasında kiliseler etrafında kurumsal hale gelmiştir. Temel eğitimden üniversite eğitimine kadar din ağırlıklıdır. Bu eğitim bir yandan din adamı, diğer yandan yönetime yardımcı kadrolar yetiştirme amacındadır. Porcher (2022).
14'üncü yüzyılda rönesans hümanizmi, 15'inci yüzyılda Amerika'nın keşfi, 16'ıncı yüzyılda protestan reformu, 18'inci yüzyılda laikliği temel alan aydınlanma süreci ve Fransız devrimi yaşanmıştır. Bu yaşananlar bir yandan eğitimin önemini arttırmış, diğer yandan dini kurumların etkisini azaltmıştır.
Böylece eğitimde dini kurumların yerini giderek özellikle aydınlanmacı devletler almış ve eğitim hizmetini devletler sağlamaya başlamıştır. Bu süreçte, daha önce tümüyle dışlanan kızlar da bir ölçüde eğitim kapsamına alınmıştır. İlköğretimi ilk olarak Prusya devleti 1716-1717'de zorunlu yapmıştır ve ardından diğer devletler izlemiştir.
Ortaöğretim (lise öğretimi) bu dönemde saraya ve aristokrasiye yöneliktir, ücretlidir.
Bu eğitimi önce 1802'de Fransa'da, peşinden diğer Avrupa ülkelerinde devlet sağlamıştır. Yine bu dönemde merkezi devlette eğitim bakanlıkları kurulmuştur. İlk kuran Prusya'dır. Porcher (2022)
Osmanlıda eğitimde dini kurumlar ve devlet
Osmanlı devletinde eğitim, dini kurumlar etrafında oluşturulmuş temel okullarla yapılır. Birincisi, ilköğretim kurumu olan "sıbyan okulu"dur. Bu okulda müslüman çocuklara kuran, namaz sureleri ve bir ölçüde Arapça harflerle okuyup yazma öğretiliyor. Bu okullar ücretsizdir.
İkinci okul "medrese"dir. Bu, sıbyan okulundan sonra devam edilen, ayrıntılı din eğitimi veren okuldur. Eğitim ezbere dayalıdır. Asıl amaç din adamı yetiştirmektir. Bu okula yalnızca erkekler devam edebilir. Akyüz (1997), Aslan (2014).
Üçüncü okul, çoğunlukla azınlık çocukları için eğitim veren "enderun"dur. Çocuklar burada sarayın kurumlarında görev almak üzere yetiştirilirler. Dördüncü olarak bağımsız azınlık okulları da vardır. Bunlar herhangi bir denetime tabi değildirler.
1824 yılında ll. Mahmut bir fermanla ilköğretimi kızlara ve erkeklere zorunlu yaptığını açıklamıştır. Ancak bu fermanın eğitime bir etkisi olmamıştır. 1876'da I. Meşrutiyet ile kabul edilen ilk anayasada (Kanuni Esasi) ilköğretim yine zorunlu olmuştur. Ancak bu maddenin de eğitimin Anadolu'da yaygınlaşmasına etkisi varsa sınırlıdır.
19'uncu yüzyıl ortalarına kadar sıbyan ve medrese okulları dini vakıflar tarafından yönetilmiştir. Bunlar arasında tarikatlar da vardır. Şeyhülislam bir "başdanışman" konumundadır. Farklı okullar arasındaki anlaşmazlıklar ve çekişmeler, eğitim programını bile etkilemiştir.
Avrupa'da devletlerin eğitim hamlelerini gören Osmanlı yönetimi, 18'inci yüzyıl sonlarından başlayarak eğitimde yenileşme hamleleri yapmıştır. 19'uncu yüzyıl ortalarında tüm okulların yönetimi ve sorumluluğu devlete geçmiştir. Mülkiye Mektebi gibi yüksek okullar ve Darülfünun (üniversite) açılmıştır
Eğitim için klasik iktisatçı görüşü
Klasik/liberal ekonominin kurucusu sayılan A. Smith, gelire ve varlığa bakılmaksızın eğitimin tüm kişilere sunulması gerektiğini söyler. Eğitim tüm toplumun yararınadır, iyi vatandaşlar yetişmesini sağlar ve kitlelerin hükümeti etkilediği ve yön verebildiği demokratik uluslarda huzur getirir. Smith (1776).
Diğer bir klasik/liberal iktisatçı, J. S. Mill (1848), eğitim söz konusu olduğunda, kişi kendi çıkarını en iyi koruyan taraf olmayabilir der. Bu durumda eğitim için "bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler (laizses faire)" diyemeyiz. Öyleyse, Mill'e göre en azından temel eğitimin kişisel kararlara bırakılması doğru olmaz.
A. Smith ve J. S. Mill gibi iktisatçılar eğitim hizmetini devletin yapması gerektiğini ima ederler ama, eğitim için bir tanımları yoktur, neden devlet yapsın sorusu ve yanıtı da yoktur. Bu soruya ilk yanıtı önde gelen aydınlanmacı felsefeci Immanuel Kant (1798) veriyor. Williams (2014).
Kant, üniversite eğitimini, daha doğrusu değişik fakültelerin eğitimini ele alıyor. Kant'a göre bu eğitim kamu malıdır (aslında Kant tam bu iktisadi kavramı kullanmıyor), çünkü üniversite tüm toplumun yararına bilgi üretiyor ve yayıyor.
O dönemde Avrupa'da üniversiteler üzerinde kiliselerin etkisi hala vardır. Kant'a göre üniversite eğitimi kilisenin değil aydınlanmacı ulus devletin sorumluluk alanında olmalıdır. Eğitim ve bilimsel çalışmalar dinsel etkilerle yapılırsa gerçeğe ulaşılmaz.
İki nokta: 1) Kant'ın sözünü ettiği, bilgiyi çoğaltıp topluma yayan üniversite eğitimidir, ama tüm eğitim düzeyleri için genelleme yapılabilir. 2) Kavram olarak kamu malı yerine kamu hizmeti demek daha uygundur ama iktisatta yerleşik olan kamu malıdır.
Eğitimin kamu malı (veya hizmeti) olmasının ne önemi var? Önemlidir, çünkü kamu malı, bir ülkede tüm insanlara açık olmalı ve devlet tarafından sağlanmalıdır. Kamu malının fiyatının piyasada belirlenmesi ve özel kesim tarafından arz edilmesi zordur.
Ayrıca, eğitim kamu malı ise, eğitimle aktarılan bilgi de kamu malıdır ve bilgi birikimiyle artan beşeri sermaye de toplumsaldır.
20'nci yüzyıl eğitimi: Avrupa ve Türkiye
20'nci yüzyıl başlarında Avrupa'da okuryazarlık oranı artık yüzde 100'lere yaklaşmıştı. Teknik eğitim veren ortaöğretim kurumları üzerinde daha çok durulur oldu. Bu okullar sanayi için teknik işgücü sağlaması bakımından önemli idi.
Birinci ve ikinci dünya savaşlarının yarattığı ortamda, Avrupa'da eğitimde devletin ağırlığı ve laikleşme iyice arttı. Din dersleri birçok yerde zorunlu olmaktan çıkarıldı ve öğrencilerin seçimine bırakıldı. Seçimlik dersler eğitimde demokratikleşme sürecinin parçasıydı. Öğrencilerin istekleri daha çok dikkate alınıyordu. Porcher (2022).
Türkiye'de Cumhuriyet Ekim 1923'te kurulduğunda nüfusun ancak yüzde 10'u (bazı kaynaklara göre yüzde 5'i) okuryazar idi. Zaten sınırlı olan eğitim kadroları savaşlarda erimişti. Üstelik eğitim veren kurumların farklı amaçları da vardı.
Ulusal birliği ve ulusal egemenliği sağlamak, genç devlete eğitilmiş kadrolar yetiştirmek üzere, cumhuriyetin kuruluşunun hemen ertesinde, Mart 1924'te Tevhid-i Tedrisat (Öğretimin Birleştirilmesi) Kanunu çıkarıldı. Tüm okullar Maarif Vekaleti'ne bağlandı. (Bu bakanlık 1946'da Milli Eğitim Bakanlığı oldu.)
Bu kanunla Maarif Vekaleti iki hafta sonra tüm medreselerin kapatıldığını açıkladı. Aynı kanunla, yirmi dokuz merkezde dört yıllık "İmam-Hatip Mektebi" açıldı. Ancak bu okulların büyük bölümü, mezunları yeterince resmi görev bulamayınca, öğrenci yokluğundan kapanmıştır. Ayhan (2022).
Mart 1931'de ilköğretim süresi 5 yıl oldu. Bu dönemde eğitim, Avrupa'da olduğu gibi, laikleşti. Okulların programları arasında eşgüdüm sağlandı. 5 yıllık eğitimin zorunlu olması Mart 1961'de gerçekleşti.
Eğitimi yaygınlaştırmak, öğretmen yetiştirmek ve aynı anda köy nüfusunu da uygulamalarla eğitmek üzere 1940'da 21 Köy Enstitüsü kuruldu. Bu enstitüler 1946 yılında Köy Öğretmen Okullarına dönüştürüldü. Sonra da 1954 başında kapatıldı.
Rastlantıya bakın ki, Ekim 1951'de yedi ilde ortaokul düzeyinde dört yıllık İmam Hatip Ortaokulu açılmasına karar verildi. 1954-55 öğretim yılında bu ortaokullara, bunların devamı olarak, üç yıllık İmam Hatip Liseleri de eklendi.
1997 yılında ilköğretim 8 yıla çıkarıldı ve zorunlu oldu. Bu çerçevede ortaokullar kapatıldı, İmam Hatip Ortaokulları da kapatılmış oldu.
Haziran 2005 tarihinden itibaren liseler dört yıla çıkarılmıştır. 2012 öğretim yılında ise eğitimde 4+4+4 uygulamasına geçilmiştir. Bu durumda ilköğretim 4 + 4 = 8 yıl, ortaöğretim 4 yıldır ve tümü zorunludur. Zorunlu eğitim 12 yıldır.
Eğitimde kamu malı tartışması
Kamu malı tanımını iktisatta formel olarak ilk yapanlar P. Samuelson ve R. Musgrave'dir. "Kişiler bir malı tükettiğinde bu malın miktarı başka tüketiciler için azalmıyorsa, buna kamu malı denir." (Samuelson, 1954). Kamu malının iki koşulu sağlaması gerekir.
1) Bu mal için bir çekişme veya rekabet yoktur; bir kişi için bile üretilmiş olsa, diğer tüm tüketiciler ek bir ücret ödemeden, veya marjinal maliyetini yükseltmeden, bu malı tüketebilirler. (Samuelson (1954) vurgusu).
2) Bu malın tüketiminden dışlanma yoktur; bir kamu malı üretildiğinde kişiler tüketimden dışlanamazlar. (Musgrave (1959) vurgusu).
Bu iki koşul kamu malının kişiler tarafından tüketiminde eşitlik olduğunu da gösterir. Kamu malı için savunmayı örnek olarak alabiliriz. Bir ülkenin sınırlarının korunup savunulması tüm ülke vatandaşları için vardır ve bu bakımdan bir çekişme/rekabet yoktur. Ayrıca, bazı vatandaşları savunma sürecinden dışlamak olanaklı değildir.
Kamu malı tanımında eğitimle ilgili boşluklar olabilir. Örneğin, "yeterli öğretmen yok" denerek bazı vatandaşlar eğitimden mahrum bırakılabilir. Bu durumda kamu malından "dışlanma yoktur" özelliği sağlalanmamış olur.
Bu özellik sağlanmayınca eğitim kamu malı değildir yaklaşımına yer açılacaktır. Eğitim alamayanlar kendi öğretmenlerini bulsunlar, ücretli özel eğitim alsınlar denebilir. Bu gerekçe ve özel eğitim çözümü, iyi eğitim almadığını söyleyenler için de ileri sürülebilir. Halbuki eğitimden dışlamanın bahanesi olmamalıdır.
Bu nedenle, "dışlama yok" koşuluna etik/ahlaki ve eşitlikçi boyutları ile de bakmak gerekir. Bu boyutlar işin içine girince eğitimi insan hakları çerçevesinde ele alabiliriz. Eğitim insan hakkı ise, eğitimden dışlama olmamalı, devlet her vatandaşa eğitim sağlamalıdır.
Eğitimin kamu malı tanımı şüpheli ise, eğitimde özel kesim oyuncuları yer alabilir. Özel kesim, parasını ödeyebilenler için eğitim hizmeti sunacaktır.
1980'lerde Dünya Bankası gibi bazı uluslararası kuruluşların da açıklamaları ile şu görüş taraftar buldu: "Eğitim hem kamu, hem özel mal olabilir. Çünkü kişinin eğitimiyle elde ettiği bilgi ve beceri, bir yandan topluma katkı yaparken, diğer yandan da kendisine daha yüksek gelir sağlar."
"Ayrıca, eğitim, kamu malının iki temel koşulunu bazı durumlarda aynı anda sağlamayabilir." Bu neoklasik yaklaşımda, eğitimde piyasa koşullarına göre kar amacı ile hareket eden şirketler de bulunabilir. Bu konudaki tartışmaları ve Dünya Bankası yaklaşımını inceleyen bir tez çalışması için bakınız Menashy (2011).
Nitekim, 1980'lerden itibaren birçok ülkede eğitim faaliyetinde özel kesim de yer almaya başlamıştır.
Buna karşılık, eğitimde kâr amaçlı özel kesim yatırımının ekonomik ve toplumsal amaçlarla çelişebildiği, hatta sosyal gerginlik yapabildiği gözlemi de var. Bu bağlamda eğitimi yeniden bir kamu malına dönüştürmek isteyen Çin ve İsveç iki önemli örnek oluşturuyorlar.
Çin, eğitim sektörünü yirmi yıl önce özel kesim şirketlerine açmış idi. Şimdi gelinen noktada ortaöğretimdeki okulların neredeyse üçte biri özel kesime aittir. Ancak özel ve devlet okulları arasındaki rekabet devlet okullarını giderek aşağı çekmektedir çünkü özel okullar başarılı öğretmenleri transfer etmektedirler. Hou (Ağustos 2022).
Transfer öğretmenlerle sınırlı değil; başarılı öğrenciler de transfer ediliyor. Bu transferler genel ulusal sınavlarda yüksek puanlar ve sonra da karlar getirmektedir. Geliri yüksek ailelerin çoğunluğu, çocuklarını özel okula gönderebiliyor, üstüne bir de dersanelere ve özel ders veren hocalara önemli ek ödemeler yapabiliyor.
Bu da düşük gelirli aileler üzerinde önemli bir baskı ve gerginlik yaratıyor. Genel sınavlarda iyi not alıp tercih edilen yüksek okullara gidebilmek Çinli dar gelirli aile çocukları için bir kurtuluş yoludur. Fakat bu yol eğitim için ek harcama yapamayan aile çocukları için kapanmış görünüyor.
Dolayısıyla sorun yalnızca ekonomik ve sosyal değil, siyasi boyutu da var. Dar gelirli aileler siyaseten çok tepki duyuyorlar.
Çin, bu durumda ortaöğretimde özel okulları ve faaliyetlerini sınırlamaya başladı. Şimdi özel yerine devlet okullarını destekleyen yeni bir eğitim reformu başlamış durumda. Reformun üç amacı var.
1) Eğitimi bir kamu malı olarak yeniden tesis etmek, bu amaçla özel şirketleri sektörden çıkarmak veya onları çok sınırlamak. Böylece okullar için fırsat eşitliğini, öğrenciler için sosyal hareket olanağını tekrar yaratmak.
2) Büyük sermayenin eğitim sektöründe çarpıklık yaratmasına ve finansal baskılar kurmasına engel olmak.
3) Sağlıklı ve verimli bir eğitim ortamı sürdürmek ve böylece gençlerin baskı altında kalmadan en iyi çabayı göstermelerini sağlamak.
Çin, eğitimi büyük ölçüde bir kamu malı olarak koruyan Finlandiyanın bu alanda çok başarılı olduğuna dikkat çekiyor. Devlet okullarının bu ülkede çok başarılı olduğunu teslim ediyor.
Benzer bir deneyimi İsveç yaşamış görünüyor. Pelling'in (Mayıs 2022) aktardığına göre İsveç, devlet ve özel ortaöğretim okullarına bir kupon sistemi uyguluyor. Bu sistemde yerel yönetimler okullara öğrenci başına kupon verip karşılığında ödeme yapıyorlar.
Özel okullar fırsatçılık yapıp daha başarılı ve daha çok sayıda öğrenciyi çekiyorlar. Bu sistemden büyük karlar ediyorlar. Şimdi İsveç bu özel okul deneyimini sonlandırmak istiyor.
Türkiye'de eğitimin seyri
Burada öncelikle ortaöğretimi ele alıyoruz. Çünkü ortaöğretim, üretim sürecinde önemli bir yer tutan teknik elemanları sağlıyor ve daha ileri düzeydeki eğitime de girdi veriyor. Türkiye'de son dönemde ihracat için yapılan üretimi kısıtlayan teknik eleman yokluğu veya eksikliğidir. Bunu daha önce açıklamıştım. Uygur (26 Ağustos 2022).
Tablo 1'de Türkiye'de ortaöğretimin son 15 yıldaki öğrenci sayısına ve bileşimine ilişkin özet bilgiler yer alıyor. Birkaç noktayı belirtmek yararlı olacak. Şimdiki tanımlara göre ilköğretim 8 yıllık (4 + 4) bir eğitim süresini kapsıyor. Yani eskinin ilkokulu + ortaokulu (5 + 3) şimdinin ilköğretimdir.
Burada ele aldığımız 4 yıllık ortaöğretim, eskinin lise öğretimine karşılık geliyor. Ortaöğretim deyince akıllara ortaokul gelmesin.
Kaynak: Milli Eğitim Bakanlığı, Milli Eğitim İstatistikleri
Not: 2002-3 dönemine ilişkin Açık Öğretim Lisesi öğrenci bilgisi Eğitim-Bir-Sen'in Eğitime Bakış Notu'ndan alınmıştır.
Dikkat çeken bir nokta özel ortaöğretim okullarının payının 2012'den sonra hızla artmasıdır. Öyle anlaşılıyor ki bu dönemde devlet okullarına bir güven azalması olmuş. Bunun neden olduğunu bilmiyoruz. Ancak özel okulların payı daha da yükselmiyor.
Bunu taleple ilişkilendirebiliriz; özel eğitim talebi, ücretlerin çok yüksek olması nedeniyle artık bir tıkanma noktasına gelmiş olabilir.
Anlaşılıyor ki, ailelerin ve gençlerin eğitim talebi var, ancak devlet okulları bu talebi karşılayamıyor. Yoksa neden daha fazla ödeme yapıp özel okullara gitsinler? Daha sonra açıklayacağımız gibi hükümet eğitime yeterince kaynak aktarmıyor ve devlet okullarının eğitim kalitesi düşüyor.
Bu konuda hükümete sorular sormak gerekir. Kaynaklar nereye gidiyor ki eğitime gitmiyor? Devlet okulları kalitesiz bulunduğu için aileler zorlukla kaynak bulup eğitime harcıyorlar. Neden bu ailelere bunca zorluk çıkarılsın? Neden devlet okulları öğrenciye kötü görünsün?
Eğitimin ortalama olarak iyiye gitmediğinin bir başka göstergesi Açık Öğretim Liselerine olan talebin giderek artmasıdır. Bu liselere giden gençlerin çoğunluğu yüz yüze daha iyi bir eğitim almak isterler elbette.
Mesleki ve teknik eğitimdeki öğrenci sayısının giderek artması olumludur. Ancak burada en büyük artışın din eğitiminden geldiği anlaşılıyor. Diğer mesleki ve teknik eğitim konuları görece geride kalıyor.
Din eğitimi kaleminin hemen tümünü İmam-Hatip Liseleri (İHL) kapsıyor. Bu okulların sayısı hızla arttı ama ekonominin gerçekten bu eğitimden geçmiş kişilere talebi var mıdır? Talep yoksa bu okullardan mezun olanlar nasıl ve nerede istihdam edilecekler.
Durum böyle ise İHL'liler daha fazla okul ve öğrenci ister mi?
Burada Malezya örneğini vermek isterim. Malezya'da ulusal eğitim kurumları var ve asıl eğitimi bunlar veriyor. Ancak ayrıca dini eğitim veren okullar da var ve bu okullara isteyen gidebiliyor ama asıl ve ulusal eğitimini aksatmamak üzere. Bu okullara devamın daha çok hafta sonları ve/veya akşamları olduğunu biliyorum.
Eğitimle ilgili çok tartışılması gereken noktalar var. Bunlar başka yazıların konusu olacak.
Kaynakça
Akyüz, Yahya (1997) Türk Eğitim Tarihi. Ankara: Ankara Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Fakültesi.
Aslan, Berna (2014) Türklerde Eğitimin Tarihsel Gelişimi. https://slideplayer.biz.tr (slide)
Ayhan, Halis (Ağustos 2022) "İmam Hatip Lisesi" İslam Ansiklopedisi. https://islamansiklopedisi.org.tr/imam-hatip-lisesi
Hou, Yuxin (Ağustos 2022) "One Year Later: Behind China's Education Reforms" Asia Global Online.
Kant, I. [1798] 1979. The Conflict of the Faculties.Translation and Introduction by Mary J. Gregor. New York: Abaris Books.
Menashy, Francine Sara (2011) Education as a private or a global public good: Competing conceptual frameworks and their power at the World Bank.
file:///E:/Education-PhD%20Thesis%20Menashy-F..pdf
Mill, John Stuart (1848) Principles of Political Economy. (2006), Indianapolis: Liberty Fund
Musgrave, Richard (1959) The Theory of Public Finance: A Study in Public Economy. New York: McGraw Hill.
Pelling, Lisa (Mayıs 2022) Sweden's schools: Milton Friedman's wet dream
https://socialeurope.eu/swedens-schools-milton-friedmans-wet-dream
Porcher, Pierre (2022) "State and School in Europe", Digital Encyclopedia of European History https://ehne.fr/en/encyclopedia/themes/education-teaching-and-professional-training/educational-democratization-and-inequality/state-and-school-in-europe-nineteenth%C2%AD%E2%80%93twenty-first-century#:~:text=Primary%20education%20became%20compulsory%20in,)%20and%20Scotland%20(1872)
Samuelson, Paul A. (1954). "The Pure Theory of Public Expenditure", The Review of Economics and Statistics, 36 (4), 387-389.
Smith, Adam (1776) An Inquiry Into the Nature and Causes of the Wealth of Nations. London: George Routledge and Sons.
UNESCO (7 Eylül 2022a) "International Literacy Day 2022" https://events.unesco.org/event?id=2036446720&lang=1033
UNESCO (5 Eylül 2022b) "Functional Literacy"
http://uis.unesco.org/en/glossary-term/functional-literacy
UNESCO (2020) "Learning to become with the world: education for future survival"
https://unesdoc.unesco.org/ark:/48223/pf0000374032
UNESCO (2015) Rethinking Education: Towards a Global Common Good. https://unevoc.unesco.org/e-forum/RethinkingEducation.pdf
United Nations (27 Temmuz 2022) "Sustainable Development Goals."
Uygur (26 Ağustos 2022) "İhracat Fırsatı ve İhracatı zorlaştıran acıklı bir eğitim hikayesi" T24 https://t24.com.tr/yazarlar/ercan-uygur
Williams, Joanna (Ağustos 2014) "A critical exploration of changing definitions of public good in relation to higher education", Studies in Higher Education, 41 (4), Ağustos 2014.
https://www.tandfonline.com/doi/full/10.1080/03075079.2014.942270
Ercan Uygur kimdir?Türkiye'nin önde gelen ekonomistleri arasında yer alan Prof. Dr. Ercan Uygur, 1960'ların ikinci yarısında ODTÜ'yü bitirdi. Mezuniyetinin ardından Devlet Planlama Teşkilatı'nda (DPT) ‘uzman yardımcılığı' sınavına girdi. Ancak, Uygur'un da aralarında olduğu sınavda başarılı olan dört kişi göreve başlatılmadı. Uygur, daha sonra sınavına girdiği Maliye Bakanlığı'nda göreve başladı. Bir yıl sonra iki yıllık lisansüstü öğrenim bursu için OECD'ye yaptığı başvuru, davet edildiği mülakatın ardından kabul edildi. İngiltere Warwick Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimi aldı. Doktorasını East Anglia Üniversitesi'nde yaptı; bu sırada bir yıl ‘ekonometri' dersi verdi. 1977 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (Mülkiye) İktisat ve Maliye Bölümü'ndeki ‘ekonometri' kürsüsünde asistanlık sınavına girdi; aynı yıl bu kürsüde göreve başladı. Doçentlik çalışmaları için 1981'de dokuz aylık Norveç Hükümeti bursu ile bu ülkeye gitti, Prof. Dr. Leif Johansen ile çalıştı. Türkiye'deki doçentlik sözlü sınavının yapılacağı gün, 1402 Sayılı Sıkıyönetim Kanunu ile iki jüri üyesi, Prof. Dr. Tuncer Bulutay ve Prof. Dr. Nuri Karacan üniversiteden uzaklaştırılınca yapılamayan jüri toplantısı yedi ay sonra gerçekleştirilebildi. 12 Eylül 1980 darbesini izleyen süreçte üniversiteden uzaklaştırılan Türkiye'nin önde gelen iktisatçılarından Prof. Bulutay'ın "Bizleri temsilen Mülkiye'de kalacaksın" dediği Uygur, 1983'te ‘doçent' unvanını aldı. 1988'de Fulbright bursu ile ABD'ye gitti, Prof. Dr. Lawrence Klein ile LINK projesinde çalıştı. 1989'da ‘profesör' unvanını aldı. 1994-2012 döneminde Koç Üniversitesi'nde yaz dersleri verdi. Mülkiye'den 2010 sonunda erken emekli oldu. Mülkiye'de öğretim üyesiyken şu kurumlara danışmanlık yaptı: - İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik ve Sosyal Araştırma ve Eğitim Merkezi (1986-1994) - Wharton Econometric Forecasting Associates (1988-1991) - T. C. Merkez Bankası (1988-1993 ve 1997-1998) - Devlet İstatistik Enstitüsü, TÜİK (1990-1996) - ILO / Uluslararası Çalışma Örgütü (proje danışmanı, 1990) - T. C. Hazine Müsteşarlığı (proje danışmanı, 1992-1993 ve 1997-1999) - Dünya Bankası (proje danışmanı, 1999, 2002, 2009, 2010-2011) - Birleşmiş Milletler ECE (proje danışmanı, 1999-2000) - Third World Network (2009) Yeni Yüzyıl gazetesinde köşe yazarlığı (1995-1998), Mülkiye'de İktisat Bölümü Başkanlığı (1996-2008), Ankara Üniversitesi Bilim Kurulu üyeliği (2002-2010), Türkiye Ekonomi Kurumu Başkanlığı (2003 -2019), Ekonomi-Tek dergisi editörlüğü (2012-2020), Uluslararası Final Üniversitesi Rektör Yardımcılığı ve İİBF Dekanlığı (2016-2021) yaptı. 2011'de Uluslararası Ekonomi Birliği (IEA) Danışma Kurulu üyeliğine seçildi, bu görevi halen devam ediyor. 2012'de Kyoto Ödülü Danışma Kurulu üyeliğine davet edildi; editörlüğünü yaptıkları dahil olmak üzere Türkçe ve İngilizce 12 kitabı yayımlandı, 50'nin üzerinde bilimsel makale yazdı. Eylül 2021'den itibaren, Mülkiye'den öğrencilerinin kurup yönettiği T24'te köşe yazısı yazıyor. Prof. Dr. Ercan Uygur, 38 yıllık üniversite hayatını; 18 Mayıs 2017'de davet edildiği Mülkiyeliler Birliği Çarşamba Söyleşileri'nde Prof. Dr. Tuncer Bulutay'ın konuşması için koyduğu başlıkla özetliyor: "ODTÜ'de Öğrenci, Mülkiye'de Hoca…" |