Siyasi iktisat ve seçimler konusunda yazdığım yazıları dikkate alarak, 14 Mayıs 2023 seçimlerinin sonuçlarını tartışmam gerekiyor.
Bu tartışmada; seçimlerle ilgili beklentiler, iktidarın ekonomiyi çökertmeye devam etmesi, seçmenin bu konuda uyarılması gerektiği var. Türkiye’nin ikili yapısı, bu yapının siyaset, eğitim ve mültecilerle ilgisi de var.
Olumlu beklentiler
Cumhurbaşkanlığı seçiminde, Kılıçdaroğlu’nun ilk turda aldığı oyun, yüzde 50 eşiğini aşmasa bile, Erdoğan’ın aldığı oydan fazla olacağı beklentisi hakimdi. İkinci turda da olsa, Kılıçdaraoğlu seçilecekti. Bu beklenti bende de vardı.
Beklenti elbette gerçekleşebilir, Kılıçdaroğlu ikinci turda seçilebilir. Olasılık yüzde 50’dir. Yakın zamanda Brezilya’da muhalefette olan Brezilya İşçi Partisi lideri Lula, Karadağ’da yine muhalefette olan Milatovic ikinci turda seçildiler.
Kılıçdaroğlu’nun seçileceğine ilişkin beklentinin oluşmasında; iktidarın ekonomide iki yıldır yaşatmakta olduğu büyük çöküntü, aynı iktidarın 6 Şubat 2023 depremleriyle yaşanan felakete çok geç ve yetersiz müdahalesi, seçimle ilgili olumlu anketler, yolsuzluklarla ilgili bilgiler, Millet İttifakı mitinglerinin verdiği olumlu izlenim vardı.
Olumlu beklenti güzeldi ama, Millet İttifakında “bu iş tamam, biz seçildik” rahatlığı da yarattı. Uzun süredir bilim dışı, saçma politikalarla yaşanan ekonomik yıkım yeterince anlatılmadı. İktidar devam ederse gelecekte yaşanacak kötü günler vurgulanmadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın anayasaya aykırı adaylığı bile kabul edildi.
İktidar ise, yıkımı örtmek için gerçek dışı istatistikler, bilgiler, videolar yayınlattı. İş dünyası genel olarak bu yalanlara seyirci kaldı, devlet yönetimi böyle olmaz demedi.
Ekonomi önemlidir, ekonomik çöküntü için seçmeni uyarmak gerekir
Seçim sonuçları için “demek ki ekonomi önemli değilmiş” biçiminde yorumlar var. Ekonomi kesinlikle önemlidir, çünkü insanlar doyunacak, barınacak, giyinecek ve (şimdiye ve geleceğe) güvenecek.
Ancak, her türlü siyasi iktisatta, seçmeni bilgilendirmek, ekonomik çöküntüyü anlatmak çok daha önemlidir. İktidar ve iktidarın bürokrasisi, yaşanan zorluklar yokmuş veya geçici imiş, başka ülkeler daha da kötü durumdaymış gibi izlenim yaratmaya girişti.
İktidarın ve politikalarının sürmesi durumunda döviz kurunun, genel olarak fiyatların ve işsizliğin yükseleceğini, büyümenin düşeceğini daha yoğun olarak açıklamak, seçmeni de, iş dünyasını uyarmak gerekir.
Bugünlerde, ilk tur seçim ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçilme olasılığının yüzde 50’ye çıkması ile yaşanan fiyatlamalar ve finansal gelişmeleri açıklamak önemlidir. Bu gelişmelere birkaç örnek verelim.
Türkiye’nin borçlanma riskini yansıtan CDS oranında sıçrama var, sermaye girişi yok, sermaye çıkışı hızlanıyor, kurda önemli artış görülüyor, çoklu kur oluşumu var, dış ticarette, cari dengede ve bütçede zaten büyük açıklar gözleniyor. Bu açıklar büyük borçlanma gereksinimleri yaratıyor.
Döviz ile yapılan dış borçlanmalar giderek yükselen maliyetlerle olabiliyor. Görünen o ki, CDS oranlarına ve giderek artan döviz açıklarına bakarsak, maliyetler daha da yükselecek. Türkiye içinde Hazinenin borçlanma maliyetlerini düşük tutmak için TCMB bankalara baskı yapıyor, ancak bu kesimin risklerini çok yükseltiyor.
İkili yapı; partiler ve döviz kuru artışı
Türkiye’de son 70 yıldır biçim değiştirerek süren ikili (dual) bir yapı var. Ekonomide, sosyal yaşamda, kültürde ve yaşamın diğer alanlarında bu ikili yapı görülüyor. Haliyle, seçimlerde bu ikili yapının etkisini de izliyoruz.
Bir yanda dünyayı, teknolojiyi ve finansal gelişmeleri yakından izleyen, dışa açık bir sektör var. Bir de, daha dışa kapalı; dünyayı, teknolojiyi ve finansal gelişmeleri daha uzaktan izleyen, ama tüketim kalıbına yansıtan geleneksel sektör var.
Genel olarak, birinci sektördeki seçmenler büyük ve turizmle ilişkili şehirlerde yaşıyor. İkinci sektördeki seçmenler daha küçük yerleşim yerlerinde ve büyük şehirlerin dış semtlerinde yaşıyor.
AKP / Cumhur İttifakı daha çok bu geleneksel sektördeki seçmenlere hitap ediyor. CHP ve Millet İttifakı daha çok dışa açık sektördeki seçmenlere hitap ediyor.
Hızlı büyüyen ve kalkınan ülkelerde dışa açık sektör geleneksel sektörü özellikle işgücü olarak emiyor ve giderek ikili yapı zayıflıyor. Türkiye’de ise bu gelişme olamadı. Bu ikili yapı elbette Türkiye için önemli ekonomik ve sosyal sorunlar yaratıyor.
Geleneksel yapı içinde tarım, küçük sanayi, küçük ölçekli inşaat ve hizmet kuruluşları var. Bunların bir bölümü ihracat da yapıyor. Sektörün yapısı gereği, teknolojik gelişme, verimlilik artışı yeterli olmayınca dış dünya ile rekabette zorlanıyor. İhracatta tıkanma başlıyor, ithalatta artış hızlanıyor. Büyümede ödemeler dengesi kısıtı geliyor.
Bu aşamada devalüasyon / TL’nin değer kaybı istekleri artıyor. TL değer kaybedince enflasyonu ve enflasyon beklentisini yükseltiyor. Enflasyon yükseldikçe TL üzerinde baskı yine artıyor. Bir kısır döngü sürüyor.
İkili yapı alt-sektörler düzeyinde de oluyor. Örneğin, yeni teknoloji kullanan inşaatçılar / müteahhitler var, ama küçük ölçekli ve eski teknoloji ile inşaat yapanlar da var. Bu geleneksel inşaatçıların sağlam, yasaya uygun, depreme dayanıkı yapı üretme önceliği de yok.
Görülüyor ki, bu yapılar yeterince denetlenmiyor. Genel olarak denetleme, yasaların uygulanması bu sektördekileri küstürebilir, Cumhur İttifakına desteği azalabilir. Böylece yasaya uymayan sektör uygulamaları ve yasaya uymayan iktidar birbirini tamamlıyor. Peki bu yapı nasıl sürüyor?
Geleneksel sektör; eğitim ve mülteciler
Geleneksel yapının içinde yer alıp Cumhur İttifakına oy veren önemli bir grubun kuşaklar boyunca az eğitimle ve / veya dini eğitimle yetiştikleri görülüyor. Bu konuyu burada çok yazdım.
Örneğin, resmi dini eğitim (ağırlıkla İmam-Hatip eğitimi) alan öğrenci sayısı 2002-2003’te 71 bin iken, 2015-2016’da 677 bine çıkıyor. Uygur (2022a). Sonraki yıllarda dini eğitimdeki öğrenci sayısı biraz düşüyor, çünkü İmam-Hatip talebi azalıyor.
Ancak, dini eğitim alanların toplam mesleki eğitim alanlar içindeki oranı 2021-2022’de yüzde 25’i aşıyor. Bu AKP iktidarının tercihi, isteğidir. Sonra da, MÜSİAD temsilcileri yeterli teknik eleman bulamayıp ihracat fırsatını kaçırdıklarını söyleyip yakınıyorlar.
Dini eğitim konusunda bir başka örnek şöyle. Bir genç kızımız bir sitede soruyor:
“Medrese eğitimi almak istiyorum ama tabi devlete bağlı olmadığı için neresi iyi, neresi kötü anlaşılmyor. Eğitimi düzgün olan medreseleri istiyorum. Lütfen dalga geçecek olanlar yazmasın. Sadece ciddiye alanlar yazsın.”
Yıllarca “medresede kalmış” bir genç kızımız anlatıyor:
“3 yıl medresede kalmış biri olarak yazıyorum bunu. İlk yıl her şey mükemmel görünür gözüne. Mükemmel olan şeyler de vardır. Arkadaşlıklar kuvvetlidir, ablalar samimidir. Kız kıza daha eğlenceli gelir herşey.
Ama sonralardan daha fazla kaldıkça dünyanın dışında olduğunu ve bazı şeylerin ters gittiğini görürsün. Mesela medresede okumamak savunulur, halbuki müslüman cahil olmamalıdır. Kuran öğretilir şakır şakır okursun belki ezberler hafız olursun, ama içindekini anlamana fırsat vermemiş olursun.
İlk ayet oku’dur. Kainatı oku. Rabbini görmek istiyorsan yarattığı her şeyi oku. Yağmuru nasıl yağdırır, güneşi nasıl batırır, Galaksimiz nasıldır... ama medresede buna önem vermezler. Sadece arapçasından oku derler.”
Bu yazılanlara eklenecek söz var mıdır? Türkiye’de medrese eğitimi yasal değil ama yapılıyor. HÜDA PAR üniversite eğitimi yerine medrese eğitimi istiyor. Tarikatların medreselerinin sayısının ünivrsite sayısını aştığı söyleniyor.
Türkiye’ye mülteci akınında, iktidarın mültecilere açık kapı politikası uygulamasında ve geçici koruma vermesinde de geleneksel sektörün önemli etkisi olduğu görülüyor. Bir yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan mültecilere “hicret eden din kardeşlerimiz” olarak bakıyor. Uygur (Şubat 2023).
Diğer yandan geleneksel sektörde daha işgücü yoğun üretim yapanlar mültecilerin düşük ücretli işgücünden şimdilik yararlanıyor. Halbuki bu durum uzun dönemde TC vatandaşlarının daha teknolojiye yakın ve daha verimli üretim yapmasını engelliyor.
Bu konuda Suriye Uluslararası İş Derneği Başkanı Mahmut Osman şöyle diyor:
"İktidara geldiğimizde Suriyelileri göndereceğiz diyen muhalefet partilerine sesleniyorum. Gönderebilirler mi? Hayır gönderemezler. Güçleri varsa göndersinler bakalım.
Karşılarında Türk iş insanlarını bulacaklardır. İş yapan, şu an bilhassa ara elaman dediğimiz usta konumunda olan insanlara gelecek iktidar baskı yapmaya kalkarsa karşılarında Türk iş insanlarını bulacaktır." Son Dakika (Ocak 2021).
Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunda seçmenin bu konularda da iyice bilgilendirilmesi ve uyarılması gerekiyor. Bir de şu soru var: Kaç mülteci vatandaş yapıldı? Kaç mülteci oy kullanıyor acaba?
Kaynaklar
Kızlar Soruyor (2022) https://www.kizlarsoruyor.com/egitim-kariyer/q1422973-medreseye-gidecegim-yardim-lutfen
Martins, Pedro Miguel Gaspar, (2019) “Structural Change Rediscovered: The Role of Human and Physical Capital”, July, World Bank Research and Policy Briefs No. 139479 ve SSRN: https://ssrn.com/abstract=3586632
Son Dakika (Ocak 2021). https://www.sondakika.com/ekonomi/haber-suriyeli-isadamlari-dernegi-baskani-mahmut-osman-14566162/
Uygur, Ercan (Şubat 2023) “Deprem ve mülteciler” https://t24.com.tr/yazarlar/ercan-uygur/deprem-ve-multeciler,38728
Uygur, Ercan (Eylül 2022) “Eğitim kamu malı olabilir mi?” https://t24.com.tr/yazarlar/ercan-uygur/ercan-uygur- egitim-kamu-mali-olabilir-mi,36792
Ercan Uygur kimdir?Türkiye'nin önde gelen ekonomistleri arasında yer alan Prof. Dr. Ercan Uygur, 1969'da ODTÜ'yü bitirdi. Mezuniyetinin ardından Devlet Planlama Teşkilatı'nda (DPT) ‘uzman yardımcılığı' sınavına girdi. Ancak, Uygur'un da aralarında olduğu sınavda başarılı olan üç kişi göreve başlatılmadı. Uygur, daha sonra sınavına girdiği Maliye Bakanlığı'nda göreve başladı. Bir yıl sonra iki yıllık lisansüstü öğrenim bursu için OECD'ye yaptığı başvuru, davet edildiği mülakatın ardından kabul edildi. İngiltere Warwick Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimi aldı. Doktorasını East Anglia Üniversitesi'nde yaptı; bu sırada bir yıl ‘ekonometri' dersi verdi. 1977 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (Mülkiye) İktisat ve Maliye Bölümü'ndeki ‘ekonometri' kürsüsünde asistanlık sınavına girdi; aynı yıl bu kürsüde göreve başladı. Doçentlik çalışmaları için 1981'de dokuz aylık Norveç Hükümeti bursu ile bu ülkeye gitti, Prof. Dr. Leif Johansen ile çalıştı. Türkiye'deki doçentlik sözlü sınavının yapılacağı gün, 1402 Sayılı Sıkıyönetim Kanunu ile iki jüri üyesi, Prof. Dr. Tuncer Bulutay ve Prof. Dr. Nuri Karacan üniversiteden uzaklaştırılınca yapılamayan jüri toplantısı yedi ay sonra gerçekleştirilebildi. 12 Eylül 1980 darbesini izleyen süreçte üniversiteden uzaklaştırılan Türkiye'nin önde gelen iktisatçılarından Prof. Bulutay'ın "Bizleri temsilen Mülkiye'de kalacaksın" dediği Uygur, 1983'te ‘doçent' unvanını aldı. 1988'de Fulbright bursu ile ABD'ye gitti, Prof. Dr. Lawrence Klein ile LINK projesinde çalıştı. 1989'da ‘profesör' unvanını aldı. 1994-2012 döneminde Koç Üniversitesi'nde yaz dersleri verdi. Mülkiye'den 2010 sonunda erken emekli oldu. Mülkiye'de öğretim üyesiyken şu kurumlara danışmanlık yaptı: - İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik ve Sosyal Araştırma ve Eğitim Merkezi (1986-1994) - Wharton Econometric Forecasting Associates (1988-1991) - T. C. Merkez Bankası (1988-1993 ve 1997-1998) - Devlet İstatistik Enstitüsü, TÜİK (1990-1996) - ILO / Uluslararası Çalışma Örgütü (proje danışmanı, 1990) - T. C. Hazine Müsteşarlığı (proje danışmanı, 1992-1993 ve 1997-1999) - Dünya Bankası (proje danışmanı, 1999, 2002, 2009, 2010-2011) - Birleşmiş Milletler ECE (proje danışmanı, 1999-2000) - Third World Network (2009) Yeni Yüzyıl gazetesinde köşe yazarlığı (1995-1998), Mülkiye'de İktisat Bölümü Başkanlığı (1996-2008), Ankara Üniversitesi Bilim Kurulu üyeliği (2002-2010), Türkiye Ekonomi Kurumu Başkanlığı (2003 -2019), Ekonomi-Tek dergisi editörlüğü (2012-2020), Uluslararası Final Üniversitesi Rektör Yardımcılığı ve İİBF Dekanlığı (2016-2021) yaptı. 2011'de Uluslararası Ekonomi Birliği (IEA) Danışma Kurulu üyeliğine seçildi, bu görevi halen devam ediyor. 2012'de Kyoto Ödülü Danışma Kurulu üyeliğine davet edildi; editörlüğünü yaptıkları dahil olmak üzere Türkçe ve İngilizce 12 kitabı yayımlandı, 50'nin üzerinde bilimsel makale yazdı. Eylül 2021'den itibaren, Mülkiye'den öğrencilerinin kurup yönettiği T24'te köşe yazısı yazıyor. Prof. Dr. Ercan Uygur, 38 yıllık üniversite hayatını; 18 Mayıs 2017'de davet edildiği Mülkiyeliler Birliği Çarşamba Söyleşileri'nde Prof. Dr. Tuncer Bulutay'ın konuşması için koyduğu başlıkla özetliyor: "ODTÜ'de Öğrenci, Mülkiye'de Hoca…" |