Biliyorsunuz ben gündelik siyaset yazan biri değilim. İlgilenmediğimden değil, bilakis çok küçük yaşlarımdan bu yana müptelayım bu illete. Maalesef.
Lakin bir kısır gündemin içinde boğuluyoruz yıllardır. Aynı konuları konuşuyor, filmi bir başa bir sona sarıyor, aynı şeyleri kötü bir deja vu gibi yaşayıp duruyoruz.
Dolayısıyla bu defalık bir istisna yapmak istiyor, Murat Sabuncu gibi bu işin ustalarının affına sığınarak size ülkenin ana muhalefet partisinde yaşananların tamamen dışarıdan nasıl göründüğünü anlatmak istiyorum.
Aslında derdim CHP gibi gazeteciye bol malzeme veren bir parti üzerinden siyaset yapma biçimleri üzerine kafa yormak.
Bunu yapmak için de gelin yazıyı üç bölüme ayıralım: Birinci kısımda Özel’in genel başkan olmasıyla birlikte değişen imajına ve bu yeni imajın ifade ettiklerine bakalım.
İkinci kısımda Özel başkanlığında yapılan söylem hatalarına bir bakalım.
Ve son olarak gelinen noktada parti içindeki ayrışmanın nasıl bir ittifaklar silsilesi ve gruplaşma yarattığını inceleyelim.
Malumunuz genel seçim yenilgisi sonrası CHP’de bir değişim yaşandı. Sabık genel başkan Kılıçdaroğlu yerini biraz da sürpriz bir şekilde genç siyasetçi Özgür Özel’e bıraktı.
Ekrem İmamoğlu, Özel’in en büyük destekçisi olmasa sonucun bu şekilde tezahür etmeyeceğini sanırım hepimiz biliyoruz.
Belli ki orada bir ittifak, zımni bir anlaşma vardı.
İmamoğlu Cumhurbaşkanlığı yolculuğunda araya CHP Genel Başkanlığı gibi bir pozisyon girsin istemiyordu. Aklında muhtemelen toplumun farklı kesimlerinden gördüğü desteği koruma güdüsü vardı. Zira, kendisine sıcak bakmasına rağmen sadece CHP’ye oy vermemek adına başka adaylara yönelecek seçmenleri kaybetmek istemiyordu.
İmamoğlu’nun bu bakışının bugün CHP’de kaynayan kazanın temel kilit noktası olduğu tespitini yeri gelmişken hemen yapalım.
Çünkü bu konudaki fikrini bugün dahi değiştirse belki de birbirini domino etkisiyle devirmeye çalışan taşlar yerli yerine oturabilir.
Fakat öyle görünüyor ki, İmamoğlu’nun kararı net: Cumhurbaşkanlığı seçimine CHP genel başkanı olarak girmek istemiyor. Partinin adayı olmak istediği ise apaçık.
BİRİNCİ BÖLÜM
İmaj çok şey ifade eder: Gözlük gitti, başka bir Özel geldi
Özgür Özel genel başkanlık koltuğuna oturur oturmaz bana çok garip gelen bir şey yaptı. Şimdi söyleyince “Bula bula bunu mu buldum garipseyecek” diyeceksiniz.
Lakin siyasal iletişimde başarıyı nüanslar belirler. Üstelik bunlar toplumun sosyolojisine sırtını dayayan nüanslardır.
Evet, bana garip gelen şey Özel’in gözlerini çizdirmesi ve gözlüklerini çıkarmasıydı. Bir de saçları epeyce koyulaşmıştı ama Sayın Özel bir boyama işlemi olmadığını söylüyor, o konuda iddialı olmayayım.
Peki, bir sağlık sorununu gidermeye yarayan böylesi basit bir değişikliği neden önemsiyorum?
Önemsiyorum çünkü siyaset yaparken kitleler üzerinde yarattığınız algı böylesi küçük değişikliklere bağlı olarak tamamen değişebiliyor.
Zira, Özgür Özel genel başkanlığa giden yolda kalın camlı gözlükleri, genç yaşına rağmen kırlaşmış saçlarıyla Manisa’dan çıkmış, başarılı olmuş genç bir eczacı olarak toplumsal algıda bir yere oturuyordu.
Onun “kusuru” olarak sayılabilecek bu kalın camlı gözlüklerle Özel “evin akıllı çocuğu” imajıyla Meclis kürsüsünden karşı tarafı sus pus eden zekice ve çarpıcı cümleler kuruyordu.
Turgut Özal’ı düşünün şimdi. Kalın çerçeveli gözlükleri, kısacık boyu, obeziteye varan kilosuyla dönemin “çakı gibi” askerleriyle müthiş bir tezat oluşturmuyor muydu?
“Tonton amca” olarak Türk siyasal hayatına girip, “Haydi bir kaset koy da şöyle bir neşelenelim Semra Hanım” eşliğinde şarkılar dinleyip merkez sağ siyasetin en radikal kararlarına imza atmadı mı?
Özgür Özel gözlüğü atınca suratının ifadesi de değişti. Yüzünün sert hatları belirginleşti. Eski ve yeni halinin fotoğraflarına bir bakın. “Evin akıllı çocuğu” imajı gitti, yerine sert ifadeli, çatık kaşlı bir müesses nizam temsilcisi geldi.
Bizde böyle kararlar bir masa etrafında iki-üç siyasal yol arkadaşıyla birlikte alınır ama gördüğünüz gibi imaj değişikliği bile aslında siyasi mühendislik işidir. İletişimciler, sosyologlara danışılmasında fayda vardır.
Belki de Özel de zaten bu imajdan kurtulmak istiyordu. Artık “devlet adamı” olma zamanının geldiğini düşünüyordu.
Tam da bu yüzden devlet adamlığına terfi etmenin ilk adımı olarak suratının ifadesinin değişeceği, artık daha çatık kaşlı, ciddiye alınır görüneceği bir surete geçmeyi tercih etti.
Müesses nizamın bir parçası olma arzusuyla yapılan bu ilk hamleyi daha sonra “normalleşme” söyleminde de görmeye devam ettik.
Sanki Sayın Özel birilerine “Bakın benden de devlet adamı olur” mesajını vermesi gerektiğine inanıyordu.
Oysa -yine siyasal iletişime dönecek olursak- Özal örneğinde de olduğu gibi halk yeni liderlerinde var olana bir “alternatif” arıyordu. Daha kusurlu. Daha kırılgan. Daha kendine yakın birini.
İKİNCİ BÖLÜM
Ne İsa’ya ne Musa’ya yaranmak iyidir aslında: Ama üçüncü bir söylem yaratabilirsen
Devam edelim.
Özgür Özel genel başkanlığında parti yerel seçimlerde önemli bir başarı elde etti ve ne olduysa ondan sonra oldu.
Özel öyle satır aralarına yansıyan biçimde değil, dümdüz siyasal iletişimde de sorunlar yaşamaya başladı.
Hayvan hakları yasası görüşülürken sosyal medyada Paris Olimpiyatları’ndan günler boyunca onlarca fotoğraf paylaştı.
Yenidoğan Çetesi, Narin Güran, surlardan atılan kadınlar konuşulurken “Çekirdeksiz Nar ve Tropikal Meyve Festivali”nden ve benzeri etkinliklerden tweet’ler attı.
Kürt sorunu gibi ağır bir mevzudan söz edilirken “Eli yükseltiyorum, ben de Kürtlere devlet teklif ediyorum” dedi.
Bir sokak röportajında iktidar eleştirisini sokak ağzıyla, argo kullanarak yapan -ki yapabilir ve bu yüzden asla tutuklanmaması gerekir- Dilruba Hanım’ı alıp protokole oturttu. (Bunu da yakın zamanda reddetti Özel ama Dilruba Hanım da basbayağı davetle oraya oturduğunu çat diye yazıverdi sosyal medyada.)
Dem Partililerle otobüs üstüne çıktı, kayyıma karşı omuz omuza mücadele sempati toplarken aynı otobüsten Dem Partili Tuncer Bakırhan’ın “Seyit Rıza, Şeyh Saitler, Mazlumlar, Sakineler ne yaptıysa Kürt halkı da onların yaptığını yapacaktır” sözleri sonrası CHP tabanının tepkisi bir anda değişti.
Özel “normalleşme” söyleminin arkasında durdukça iktidar gözaltılar, tutuklamalar, kayyımlarla eli artırdı. Taban buna da tepki vermeye başladı.
Özel’in klasik muhalefet yapma yolunu değiştirmek istediğini görüyoruz. Yani ne İsa’ya ne Musa’ya yaranmak istemeden siyaset yapmak istiyor. Bu siyasette karşılığı olan da bir yöntem aslında. Lakin bunun için üçüncü yolu, yani kendi yolunuzu tarif edecek bir politika geliştirmek gerekiyor. Aksi halde sadece kendinizle çelişmiş oluyorsunuz.
Şimdi bunlara alt alta bakınca bir plansızlığı, söylemin tek bir noktada oluşamadığını, Özel’in diline bir tür “doğaçlamanın” hâkim olduğunu görüyoruz.
Siyasal iletişimin bir özelliği de basit, kolay anlaşılır ve genel ifadelerin içine yedirilen bir politikanın karşı tarafa sezdirilmesi yöntemiyle ilerlenmesi gerektiğidir.
“Eli yükseltiyorum” demezsin de misal “Kürtlerle barış içinde yaşamamız için iki tarafın da yapması gereken çok şey var” dersin.
İlla poker jargonuyla ilerleyeceksek; elini bir anda belli etmezsin de yavaş yavaş açarsın kartlarını…
Gelelim son yaşananlara…
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
İmamoğlu, Kılıçdaroğlu, Özel, Salıcı ve Günaydın: Parti içi gruplar, adaylar, isimler
Benim anladığım Özel’in siyasal iletişimdeki bu eksiklikleri, bu çelişkili dil üzerinden partinin tabanında oluşan derin rahatsızlık bugün artık İmamoğlu’nu çok huzursuz ediyor.
Zaten siyasi tarihimizde iki cambazın aynı ipte ilerlemesinin ne kadar zor olduğuna dair sayısız örnek var.
İmamoğlu’nun Özel’in bu türden açıklamaları sonrası her defasında suskun kalması satır aralarını okumaya çalıştığımızda bize çok şey söylüyor.
Fakat belli ki, Ekrem Bey de karar veremiyor: Geçmekte olduğu derenin debisi oldukça yüksek. İktidarı kayyım kılıcı tepesinde sallanırken Özgür Özel’in yerine bir alternatifle ilerlemeye çalışmak da başka bir mücadele alanı daha açmak demek.
Tabii denklemde bir de Kemal Kılıçdaroğlu var.
Kendi dönemine ait başarısızlık ortada olduğu için Kılıçdaroğlu’nun hamle seçeneklerinin ne kadar kısıtlı olduğu da bir gerçek.
Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nun bu dar seçenekler içinde İmamoğlu’na doğru hamle yaparak onunla birlikte, onun cumhurbaşkanı adaylığını garanti altına alacak bir taahhütle ilerlemeye çalışmak isteyeceğini düşünebiliriz.
İmamoğlu cephesi böyle bir girişime sıcak bakar mı, emin değilim. 2022 sonbaharında CHP’nin adayı belli olurken Kemal Bey’in yeri geldiğinde ne kadar acımasız ve pragmatist davranabileceğini Ekrem Bey bizzat tecrübe etti.
Hal böyleyken CHP içi mücadelede bir başka isim daha elini açtı: Oğuz Kaan Salıcı.
Salıcı sosyal medyadan uzun bir mesaj yayımlayarak normalleşme sürecini, Özel’in çelişkili açıklamalarını eleştirdi ve kurultayın bir hak olduğunu söyleyerek bir anlamda Pandora’nın kutusunu açtı.
Salıcı’ya cevap veren parti sözcüsü Deniz Yücel ise Salıcı’yı “katıksız bir kibirle” ve “gözü dönmüş bir ihtirasla” davranmakla suçladı. Yücel’in açıklaması da yine aynı şekilde hesaplanmadan yapılmış ziyadesiyle sert bir açıklama olarak algılandı.
Salıcı’nın çıkışı şu açıdan önemli: Bu tür hamleler önü arkası olmaksızın yapılmaz. Dolayısıyla akla Salıcı ile İmamoğlu arasında bir yakınlaşma olup olmadığı sorusu geliyor.
Salıcı’nın Özgür Özel ve Kemal Kılıçdaroğlu ekipleri arasına sıkışmış genel başkanlık tartışmasını “üçüncü bir seçenekle” genişletmek istediği anlaşılıyor. Belli ki Salıcı bu noktada partinin yapısına daha hâkim, tabanı daha iyi tanıyan, parti geleneklerine ve hassasiyetlerine daha bağlı bir alternatif oluşturmak istiyor.
Eğer Salıcı hamlesini İmamoğlu’yla temas ederek ve böyle bir temas yaşandıysa buradan aldığı izlenim doğrultusunda yaptıysa bunun sonuçlarını yakın zamanda görürüz.
Yok, İmamoğlu Özel’le bazı konularda kırmızı çizgileri belirleme konusunda fikir birliğine vardıysa ya da yakın ekibinden mesela Gökhan Günaydın gibi bir isimle genel başkanlık mücadelesine girdiyse onu da yakın zamanda hissetmemiz gerekiyor. Zira İmamoğlu’nun bunca problemin içinde CHP’deki iktidar meselesinin bir an önce halledilip hızla yola devam edilmesini istediğini düşünüyorum.
Daha Mansur Yavaş’a gelemedik bile…
Belki Mansur Yavaş’ın CHP ve Türkiye için ifade ettiği sosyolojik alana başka bir yazıda geliriz.
Belki de gelmeyiz.
Ülkenin iyiliği için düzgün çalışan bir muhalefete büyük ihtiyaç var ama bunca didişmeyi dışarıdan izledikçe benim içime fenalık geliyor. Bunun için kalem oynatırken bile afakanlar basıyor.
Eminim size de aynısı okurken oluyordur.
İyi haftalar.
Eray Özer kimdir?Eray Özer ODTÜ'de psikoloji okudu, sosyoloji hatmetti. Akabinde Bilgi Üniversitesi'nde yüksek lisans, Anadolu Üniversitesi'nde ise tez aşamasına takılan bir doktora ile akademik hayattan bir türlü elini eteğini çekemedi. Hatta iki yıl boyunca Kadir Has Üniversitesi'nde sosyoloji dersleri verdi. Meslek hayatına Radikal Gazetesi'nde başladı, kısa süreli televizyon haberciliği deneyiminin ardından Doğuş Dergi Grubu'nda devam etti. Son olarak ise Cumhuriyet hafta sonu eki Sokak'ı çıkaran ekipte yer aldı. Radikal, Birgün, Cumhuriyet ve Diken'de yazdı. Yaklaşık dört sezondur devam eden bir podcast içeriği hazırlıyor. Buzdolabının tarihinden Yapay Zekâ'ya, Roman halkının hikâyesinden Kayıp Kıta Mu'ya birbirinden farklı konular hakkında hiç bilinmeyenlerin anlatıldığı "Yeni Haller" ismindeki podcast yayınına Spotify'dan veya tüm podcast uygulamalarından ulaşabilirsiniz. |