Ben bu kaynağı belirsiz paraları aklayan “fenomencikler” gündemine pek hâkim değilim. Engin-Dilan Polat çifti cepte, geri kalanlar bende karışık. Fakat yine fenomen kadrosunda yer alıp kaçtıkları Gürcistan’dan geçenlerde anayurtlarına intikal eden Kıvanç-Beril Talu çiftini biliyorum.
Onlar dönünce aklıma bir soru takıldı. Milleti burada soyup soğana çevirmişsin. Şoföründen kankana kim varsa yıllardır biriktirdikleri her şeyi acımasızca ellerinden almışsın. Yetmemiş, fazla Hollywood filmi izlemekten olsa gerek, paralarını aldıklarına bir de veda partisi düzenleyerek işi sosyopatlığa dökmüşsün…
Geri gelir misin yahu?
Geri gelme motivasyonları ne olabilir diye düşündüm. İlk ihtimal olarak şu geldi aklıma: Seçil Erzan davasında “yüksek gelir beklentisiyle parayı verenler hakkında da tefecilikten işlem yapılacağına” dair haberleri okudular ve dediler ki, “Eh bunu biz de yediririz. Paraların karşılığında bizden yüksek faiz istediler deriz. Kendilerinin de ceza alabileceğini duyunca korkarlar, şikayetleri geri çekerler.”
Sahiden de ilk ifadeleri bu türden bir tatlı su çakallığına işaret ediyor sanki. Fakat ben asıl geri gelme nedenlerinin bu olmadığına inanıyorum. Bana kalırsa asıl Gürcistan’da barınamadıkları, kaçırdıkları paracıklarına çökmek isteyenlerden korktukları için yurda intikal ettiler.
Nitekim birkaç haber kaynağında bu iddia aynen bu şekilde yer aldı. Paralarına çökmek isteyenlerden korktukları için döndükleri yazıldı.
Hatta belki de daha kötüsü oldu. Milletin dişinden tırnağından artırarak biriktirdiği ve vicdansızca iç ettikleri dolarcıklarını kaptırdılar bile…
Öyle ya… Ya baktılar eldekiler gidiyor ya da eldekiler zaten gitti, canlarını kurtarmak için kendilerini güç bela yeniden memleketlerine attılar.
Tam burada Ziya Paşa’nın şu iki dizesi geliyor aklıma:
En ummadığın keşfeder esrar-ı derûnun, Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın?
Yani sizdeki dolar yeşili “esrarı” Gürcistan’dakilerin keşfetmeyeceğini mi sandınız? Burası kurtlar sofrasıysa orası aslanlar sofrası…
Sonra aklıma “Tosuncuk” geldi.
Tosuncuk lakaplı Mehmet Aydın son yıllarda patlayan dolandırıcılık furyasının ilk yakayı ele veren ismiydi. Çiftlik Bank isimli oluşumuyla Ponzi Şeması’nı uygulamış, online bir oyunda insanların satın aldıkları hayvanları Türkiye’nin farklı bölgelerinde kurduğu çiftliklerde yetiştirme sözü vermişti. Öncekinden aldığı parayı sisteme sonradan girenlere koklatarak büyük vurgun yaptıktan sonra o da tüymüştü.
Tosuncuk da yakalanıp Türkiye getirilmesinin ardından verdiği ifadede Uruguay ve Paraguay’da 10 milyon dolarına el konulduğunu söylemişti.
Dikkat ederseniz, Türkiye’de vurgun yapıp da kaçmak için kendine bir Avrupa ülkesini, ne bileyim olmadı Kanada’yı, Japonya’yı seçen yok.
Hani hepsi de yakalandıklarında masum olduklarını iddia ediyorlar ya… Zaten “bana kaçtığın ülkeyi söyle, sana suçlu olup olmadığını söyleyeyim” gibi bir durum var. Madem o kadar masumsun Fransa’ya gitseydin. İngiltere’de yaşasaydın.
Paraguay’ı haritada göster desen bulamaz ancak orada yeni bir yaşam kurabileceğine inanıyor Tosuncuk. İnanabiliyor.
Bir başka örnek Thodex vurgunu sonrası kaçan Fatih Özer. Arnavutluk’ta yakalandı ve Türkiye’ye getirildi.
Arnavutluk, Gürcistan, Paraguay.
Bu coğrafyalar dünyanın en tehlikeli mafya gruplarının doğduğu, serpildiği coğrafyalar. Arnavutluk ve Gürcü mafyası Avrupa’ya kök söktürüyor. Paraguay’da daha bir buçuk yıl önce mafyayla mücadele eden bir savcı Kolombiya sahillerindeki balayı tatili sırasında uyuşturucu kartelleri tarafından öldürüldü.
Yani diyeceğim o ki; buraların kötüsü bile biraz “tırt”, biraz “sıradan” oluyor. Plan yok, program yok.
Yanına iki inek koyup fotoğraf çektirerek garip gurebayı söğüşlemek kolay, sıkıysa senin kötülük kapasiteni aklının zekâtı olarak dağıtanların coğrafyasında ayakta kalmayı becer de görelim.
Gündelik yaşamımızı işgal eden pespayelik, bu dezorganize kötülüğün de her yerine sinmiş halde sizin anlayacağınız.
Seçil Erzan meselesi de öyle değil mi? Kurbanından failine bu davadaki herkesin halinden, tavrından, WhatsApp yazışmasından benzer bir pespayelik akmıyor mu?
Milyon dolarları çantalara tıkıştırıp koşa koşa belgesiz, dekontsuz olarak bir kadına teslim etmişler. Evleri arsaları satıp, eşten dosttan borç alıp yüzde 250 faizle para kazanacağım diye elde avuçta ne varsa aynı kadına kuytu sokak köşelerinde emanet etmişler. Tüm bunlara rağmen hepsi de yaptıkları işleri aynı şekilde yapmaya devam ediyorlar.
Futbol takımı yönetiyorlar örneğin… Yönetmeye devam ediyorlar. Televizyonlarda spor yorumculuğu yapıyorlar. Bir tanesi de “Ben senin dolarları poşet poşet gezdiren aklına niçin güveneyim de takım emanet edeyim” sorusuyla karşılaşmıyor demek ki.
Dolandıran ise ayrı bir vaka… “10 lira topladın, 3’ünü Ali’ye, 2’sini Veli’ye verdin. Eeee, geriye kalan 5 lira nerede” sorusuna “Yandı bitti kül oldu” dışında bir cevap veremiyor. Son ifadesindeki “Herkes yer içer, hesabı Seçil öder” sığlığını görmüşsünüzdür. Sanırsınız mahkemede değiliz de arkadaşlarla toplandık, aramızda şakalaşıyoruz.
Yani diyeceğim o ki, vasat bir kötülük bu. Banal, pespaye ve sıradan…
Tıpkı Hannah Arendt’in “kötülüğün sıradanlığı” kavramıyla bize anlatmak istediği gibi: Düşünce yoksunu, önü arkası hesap edilmemiş, edilememiş sıradan bir kötülükle kuşatılmış durumdayız. Belki de en kötüsü bu…
O zaman son sözü de yine Arendt söylesin:
“Gerçeklikten bu kadar uzak ve bu kadar fikirsiz olmak, belki de insanın bünyesinde bulunan bütün şeytani içgüdülerin vereceği zarardan daha büyük bir yıkıma yol açabilir.”
Ne dersiniz? Bugün yaşadığımız yıkım, Arendt’in bahsettiği yıkım olabilir mi?
Eray Özer kimdir? Eray Özer ODTÜ’de psikoloji okudu, sosyoloji hatmetti. Akabinde Bilgi Üniversitesi’nde yüksek lisans, Anadolu Üniversitesi’nde ise tez aşamasına takılan bir doktora ile akademik hayattan bir türlü elini eteğini çekemedi. Hatta iki yıl boyunca Kadir Has Üniversitesi’nde sosyoloji dersleri verdi. Meslek hayatına Radikal Gazetesi’nde başladı, kısa süreli televizyon haberciliği deneyiminin ardından Doğuş Dergi Grubu’nda devam etti. Son olarak ise Cumhuriyet hafta sonu eki Sokak’ı çıkaran ekipte yer aldı. Radikal, Birgün, Cumhuriyet ve Diken’de yazdı. Yaklaşık dört sezondur devam eden bir podcast içeriği hazırlıyor. Buzdolabının tarihinden Yapay Zekâ’ya, Roman halkının hikâyesinden Kayıp Kıta Mu’ya birbirinden farklı konular hakkında hiç bilinmeyenlerin anlatıldığı "Yeni Haller" ismindeki podcast yayınına Spotify'dan veya tüm podcast uygulamalarından ulaşabilirsiniz. |