İnternet denen şeyi ilk gördüğüm günü hatırlıyorum. Sanırım 1996 yılıydı. Bir arkadaşım evine -o zamanlar çok pahalıydı- internet bağlatmıştı. O bilgisayarının başında, ben yan koltuğunda otururken internete bağlandık ve bana “Eeee, söyle haydi neye bakalım?” dedi.
Söyleyemedim. Daha doğrusu, ne olduğunu tam olarak anlamadığım internette “neye bakılacağını” da doğal olarak kestiremiyordum. Cevap veremeyince arkadaşım Tarantino’nun bizi çok etkileyen filmi Pulp Fiction’ı aratmayı teklif etti. “Aratmak” nedir, bende o da yok tabii… Arattık… İnternette ilk gördüğüm şeyin ağır ağır yüklenen sayfada Pulp Fiction afişi olduğunu hatırlıyorum.
İnternetin ne olduğunu o an idrak etmiştim: Bilgisayarında olmayan bir bilginin dışarıdan sana gelmesi… Bu bana çok çarpıcı gelmişti. Ve akıl almaz. Bu bilginin ne kadar sınırsız olabileceğini ilk anda kestirmem kuşkusuz mümkün değildi. Fakat çok değil birkaç yıl sonra, üniversite yıllarımda, bilginin başka coğrafyalardaki insanlar arasında nasıl bir köprü kurabileceğine dair dersler almaya başladım. Etkilendim, aydınlandığımı sandım.
İşçiler, köylüler, emekçiler… Ortak dertler paydasında buluşabilecek, enternasyonel bir bilince hep birlikte, bilgiyi paylaşarak, kesintisiz bir iletişim içinde yer alarak ulaşabilecekti.
Demek ki, o yıllarda böyle eşitlikçi hayallere dalmak, internetin böylesi bir eşitliğe izin vereceğine dair umutlara kapılmak hala mümkündü.
Öyle ya, sadece bizler değil, 1989’da “World Wide Web”in icat eden Tim Berners-Lee de “Web teknoloji ile birbirine bağlanan insanlıktır” derken aynı rüyayı görüyordu belli ki…
Bugün öyle olmuyor!
İnternet parçalanıyor: Splinternet
Aksine giderek parçalanan dünyada dijitale dair de yeni bir paradigmamız var: Tıpkı dünya gibi web de parçalanıyor. Ülkeler kendi dijital egemenliklerini ilan etme yolunda hızla ilerliyor. İnternet, yabancılara kapalı ulusal veritabanlarından müteşekkil “milli” yapılara dönüşüyor.
Buna “splinternet” deniyor, yani “bölünmüş/ayrışmış internet.” Bir diğer ismi ise “cyber-balkanisation” yani “siber balkanlaşma” yahut “internetin balkanlaşması.” Tahmin edebileceğiniz gibi “Balkanlaşma” bu bölgedeki ülkelerin parçalanmasıyla beraber ortaya küçük devletler çıkmasından ileri geliyor.
“Splinternet”in sebepleri arasında teknolojik farklılaşma ve ticari zorunluluklar gibi sebepler gösterilse de asıl neden belli: Küresel barışın çatırdıyor olması!
Kimilerine göre internetin balkanlaşması süreci çoktan başlamış durumda. Öyle ya… Çin, Çin Seddi’nden (Great Wall) ilhamla Çin Güvenlik Seddi’ni (Great Firewall) 2010’ların başından bu yana geliştirmeyi sürdürüyor.
Rusya ha kezâ öyle… Özellikle Ukrayna Savaşı sonrası çevrimiçi erişime getirilen kısıtlamalara her geçen gün yenileri eklendi, Rusya kendi dijital ekosistemi olan RuNet’i daha yoğun bir şekilde kullanmaya başladı ve yakın bir gelecekte Rusya’nın Youtube’a TikTok yasağına benzer bir yasak getireceği konuşulmaya başladı.
ABD’nin TikTok yasağı parçalanmayı körüklüyor
Eski başkanı Bill Clinton’ın interneti “küresel bir serbest ticaret bölgesi” olarak tanımladığı ve internet özgürlüğü söyleminde başı çeken ABD bile bugün Çin menşeli TikTok’u yasaklamanın hazırlıklarını yapıyor. Buna karşın ülkede internet özgürlüğü hakkında fikir beyan eden çeşitli kuruluşlar bu yasağın internetin parçalanmasına kapıyı açtığına dikkat çekiyor.
TikTok yasağı meselesi söz konusu ABD olunca daha sık gündeme geliyor ama onlara gelene kadar pek çok ülkede bu yasak o veya bu şekilde uygulamaya konulmuş durumda… Bugün 30’dan fazla ülkede TikTok ya tamamen ya da mesela devletle çalışanların telefonlarında olmak üzere kısmen yasaklı durumda. Geçenlerde TikTok’un Çin’de de yasak olduğunu bir yazıda belirtmiş ve bu bilgi karşısında şaşkınlıklarını ileten okur yorumları almıştım.
Yasaklarla uğraşan sadece TikTok değil. Twitter (X) da aynı dertten mustarip. X’in nabza göre şerbet vermesiyle ünlü sahibi Elon Musk uygulamaya yasaklar getirmeye çalışan Brezilya ile ağız dalaşına giriyor, buna karşın Tesla arabalarının fabrikasını açmak istediği Hindistan’dan fırça gelince alttan alıyor.
Amaaa… Yasaklar konusunda yeni bir adım atmaya hazırlanan Avustralya gibi “Batı ittifakı” içinde bir ülke olunca işin rengi Musk için de değişiyor. Elon Musk X’le ilgili bazı kısıtlamalar için konuyu yargıya taşıyan Avustralya’nın -eski bir Twitter çalışanı olan- siber güvenlik sorumlusu Julie Inman Grant’i X’te “sansür komiseri” olarak etiketliyor.
Belli ki Musk böyle bir yasak trendinin Batı’ya doğru genişlemesinden ve X’in sonunun bir noktada TikTok gibi olmasından korkuyor.
Türkiye de “yasaklayacaklar” listesinde
Türkiye ise internet özgürlüğünü kısıtlamak için kullanılabilecek bazı yasal düzenlemeleri hayata geçiren ülkeler arasında gösteriliyor. TBMM Dijital Mecralar Komisyonu Başkanı Hüseyin Yayman kısa bir süre önce yaptığı açıklamada ABD’nin TikTok yasağına hazırlanmasını örnek göstererek “bu işin sonunun” bizde de “maalesef” yasaklamaya kadar gideceğini söylüyordu.
Yayman ayrıca X’i de “son kez” uyarıyordu: “…artık son kez söylüyorum. X’e bir kez daha çağrıda bulunuyoruz, ya Türkiye’ye geleceksiniz ya da sonuçlarına katlanacaksınız. ‘Temsilcilik açacağız’ dediniz, bu sözde kaldı. Sonra el değişti yeni bir oryantasyon süreci, biz bunu da makul karşılıyoruz ama diğer tüm sosyal ağlar buraya gelip fikirlerini, Türkiye’ye dair düşüncelerini, Türkiye’de yapmak istediklerini anlatırken X’in kendini böyle görmesini kabul etmiyoruz.”
İnternetin parçalanması süreci bununla da sınırlı değil. Bir süre öncesine kadar internet altyapısı sadece Batılı ülkeler tarafından sağlandığından bu teknolojiyi “yerli ve milli” hale getirmek diğer ülkeler için bir sorun teşkil ediyordu. Bugün Çin başka ülkelere “devlet kontrollü internet altyapısı” pazarlama hazırlıklarını hızlandırmış, hatta bazı ülkeler nezdinde buna başlamış durumda.
Çin dijital otoriterliği pazarlamaya başladı bile
Sahip olduğu teknoloji şirketlerinin gelişimiyle altyapı yazılımları konusunda kendini epey geliştiren Çin’in dijital kontrol yöntemlerini ihracı yakın zamanda Londra merkezli bir sivil toplum kuruluşu olan Article 19’un yayımladığı bir raporda yer buldu.
Rapora göre Kamboçya, Çin’in desteğiyle kendi Güvenlik Seddi’ni inşa ederek “abisi gibi” dijital otoriterliğe doğru adım attı bile. Malezya, Tayland, Nepal gibi ülkeler de Kamboçya’yla aynı yolda. Çin kendi “Dijital İpek Yolu” projesini önce bölgesine, sonra da uzak ülkelere pazarlamaya hazırlanıyor.
Rusya, Afrika’da dijital cephe açıyor
Benzer bir şekilde Rusya’nın da çeşitli dijital kısıtlama sistemlerini -tabii ki özellikle Batılı rakiplerine karşı- Afrika gibi askeri gücüyle de hâkim olmaya çalıştığı coğrafyalarda devreye almaya çalıştığı yazılıp çiziliyor. Institut Français de Géopolitique (Université Paris 8) öğretim görevlisi Kevin Limonier, Rusya’nın özellikle Fransızca konuşulan Afrika ülkelerinde, anti-emperyalist ve Afrika Ulusalcılığına vurgu yapan bir söylemi sahiplendiğini ve belli başlı ülkelerde (mesela Burkina Faso) başarılı olduğunu dile getiriyor.
Peki, tüm bunlardan ne çıkarmak gerekiyor?
Açıkçası tek bir doğru yok gibi ve bu yüzden de tek bir çıkarım yapmak zor görünüyor. Evet, kendini Batı’ya daha yakın hisseden bir kültürün parçası olarak Çin ve Rusya’nın çabalarını “internet sansürlenmesi” olarak okumak mümkün.
Peki o halde bugün ABD’nin TikTok’a yasak getirmeye çalışmasını nereye koymak gerekiyor?
Yahut Rusya ve Çin, Batı ittifakının siber dünyayı kendileriyle ilgili olumsuz bir algı oluşturmak için kullandığını söylerken tamamen haksız diyebilir miyiz?
Karışık işler…
Sadece unu biliyorum, yasaklamaya bir noktadan başladığınızda herkesin hemen her şeyi yasaklamak için kendince makul bir açıklaması olmaya başlıyor. Öte yandan mesela TikTok’ta (veya örneğin Instagram gibi başka mecralarda da) küçük yaşta çocukların birer cinsel obje olarak sömürülmesi gibi mide bulandırıcı içerikleri de mi “bilgi alma özgürlüğü” sınırları içinde kabul edeceğiz? (Geçenlerde NY Times’ta “Instagram’ın çocuk Influencer’ları” başlığı altında okurken zorlandığım çok çarpıcı bir haber haber yayımlandı.)
Evet, yola çıkarken internetle ilgili hayallerimiz bunlar değildi. Hiçbirimizin… Microsoft’un kurucusu Bill Gates bile bir zamanlar interneti tanımlarken “yarının küresel köyü için bir köy meydanı” benzetmesini kullanmıştı.
Bugün artık o köy yok! Herkes kendi avlusunda “takılmak” istiyor. Kimse komşusunun bile bahçesine girmesine tahammül gösteremiyor.
Herkes kendisine yeni bir dijital ittifak kuruyor. Şu sıralar sıkça dillendirilen yeni bir Dünya Savaşı öncesi cepheler sahada olduğu gibi dijital dünyada da belirginleşiyor.
Dünya çatırdarken başka ne olacaktı ki?
Atalarımızın da dediği gibi: Öküz öldü, ortaklık bozuldu!
Eray Özer kimdir?Eray Özer ODTÜ'de psikoloji okudu, sosyoloji hatmetti. Akabinde Bilgi Üniversitesi'nde yüksek lisans, Anadolu Üniversitesi'nde ise tez aşamasına takılan bir doktora ile akademik hayattan bir türlü elini eteğini çekemedi. Hatta iki yıl boyunca Kadir Has Üniversitesi'nde sosyoloji dersleri verdi. Meslek hayatına Radikal Gazetesi'nde başladı, kısa süreli televizyon haberciliği deneyiminin ardından Doğuş Dergi Grubu'nda devam etti. Son olarak ise Cumhuriyet hafta sonu eki Sokak'ı çıkaran ekipte yer aldı. Radikal, Birgün, Cumhuriyet ve Diken'de yazdı. Yaklaşık dört sezondur devam eden bir podcast içeriği hazırlıyor. Buzdolabının tarihinden Yapay Zekâ'ya, Roman halkının hikâyesinden Kayıp Kıta Mu'ya birbirinden farklı konular hakkında hiç bilinmeyenlerin anlatıldığı "Yeni Haller" ismindeki podcast yayınına Spotify'dan veya tüm podcast uygulamalarından ulaşabilirsiniz. |