Geçen hafta bir tweet’im sosyal medya tabiriyle X’te çok “yürüdü.”
Binlerce beğeni ve retweet aldı, yarım milyon insan tarafından okundu, haber siteleri haberini yaptılar vs.
Gönderiyi bu kadar hızlı bir şekilde dolaşıma sokan şey, içinde hem bir haber hem de habere bağlı bir isyan barındırıyor olmasıydı.
Olay şuydu: Bozcaada’da bir yangın çıkmıştı ve yangına müdahale etmek üzere ada dışından yönlendirilen itfaiye ekipleri, feribot iskelesine geldiklerinde o esnada adaya gidecek gemiye binmiş araçlar feribottan çıkarak itfaiyeye yer vermeyi reddetmişlerdi.
İki itfaiye aracı dışarıda kalmış, gemi onları alamadan yola çıkmıştı.
Instagram’da bu durumu paylaşan bir video izleyince delirdim ve şu tweet’i attım:
“Çok ama çok öfkeliyim. Bugün Bozcaada’da bir yangın çıktı. Yangına ada dışından müdahaleye gelen itfaiye ekipleri tatile gelen vatandaşlar feribot sırasını vermek istemediği için dışarıda kaldı. Arkadaş, siz ne yiyorsunuz ne içiyorsunuz, nerenin insanısınız, nerenin suyundan içtiniz, nerenin ekmeğini yediniz? Tatile gittiğiniz yer yanıyor ve siz o yangını söndürmek isteyen insanlara adaya daha erken ulaşmak için sıranızı vermiyorsunuz! Sizin kafanız nasıl çalışıyor? Yanıyor ulan ada! Tatile gittiğiniz ada! Alt tarafı bir saat sonra gideceksiniz, bu nasıl bir kafa, nasıl bir bakış açısı, nasıl bir dünya görüşü? Siz yarın öbür gün hayvan da katledersiniz, insana da işkence edersiniz. Bir saat ya, bir saat! Tatile gittiğiniz yer yanmasın diye bir saat geç gideceksiniz. Yakarsınız arkadaş siz bu memleketi. Köküne kibrit suyu çakarsınız. Hayvanları kendi elinizle boğazlarsınız. Siz ve biz aynı oksijeni mi tüketiyoruz ya? Aynı dünyada mı soluyoruz? Yaşam denen şeyden aynı şeyi mi anlıyoruz? Yazık size… Bize yazık aslında. Yazık…”
Bu tweet’e gelen yüzlerce tepkinin büyük bir çoğunluğu böyle bir durumun mümkün olamayacağı, kanunlar gereği geçiş üstünlüğünün itfaiyede olması gerektiğiyle ilgiliydi. Polis zoruyla o araçlar o gemiden indirilmeliydi.
Oysa benim öfkem buna değildi.
Tabii ki, geçiş üstünlüğü itfaiyede olmalı. Tabii ki, polis veya jandarma gerekiyorsa zor kullanarak o araçları indirmeli.
Ama işte öyle olmamıştı.
Belki kolluk gücü o esnada orada değildi. Belki yangınla ilgili başka bir şeylerle meşguldü. Ve belki olaylar tam gemi kalkış anına geldiği için yetkililerin basireti bağlandı.
Her ne ise…
Benim derdim insanla, daha doğrusu insanlıkla ilgiliydi.
Nasıl olur da bir insan adadaki yangını söndürmek üzere gemiye binmek için izin isteyen bir itfaiye aracına yerini vermek istemez? Bunu kafam almıyordu. Hala da almıyor.
Sahneyi kafamda canlandırmaya çalışıyorum, onu bile beceremiyorum.
Düşünsenize, itfaiye size gelmiş “Adadaki yangına yetişmemiz lazım. Siz çıkar mısınız, biz girelim” diyor ve siz “Ben ne çıkacağım kardeşim. Tatilim başlamış, başkası çıksın” diyorsunuz.
İtfaiye eri “Alt tarafı bir saat sonra ulaşacaksınız adaya. Biz hemen gitmezsek ağaçlar yanacak” diye devam ediyor, siz “Bana ne, yanarsa yansın. Başka gemi bulun onunla gidin” diyorsunuz.
Bu mümkün mü ya?
Bunun böyle söylenmiş olması mümkün mü?
Bunu böyle söyleyenle iki farklı türmüşüz gibi hissediyorum.
Daha da acı olanı sanırım dünya üzerinde bin yıllardır iki farklı insan türü, iki farklı ahlak anlayışı, iki farklı dünya görüşü yaşamını sürdürüyor.
Evet, bin yıllardır diyorum.
Biliyorum, tweet’e gelen tepkilerde de sıkça vurgulanıyordu, insan bu örneğe bakınca “Biz ne ara insanlığımızı, ahlakımızı bu kadar kaybettik” duygusuna kapılıyor. Tüm bu kötücüllüğün son on beş-yirmi yılın eseri olduğu düşüncesi hakim oluyor.
Lakin daha bu hafta okuduğum bir makaleye göre ahlaken bir adım geri veya ileri gitmiyoruz aslında.
Şaşırtıcı değil mi?
Seksen yıl öncesinin ahlakı ve ahlaksızlığı aynı şekilde olduğu yerde durmaya devam ediyor.
Söz konusu araştırmada bilim insanları 1940’lardan bu yana yapılan ve empati, nezaket, saygı, cömertlik gibi kavramları ölçen yüzlerce çalışmayı inceliyorlar.
Ortaya çıkan sonuç şu: Nesiller boyunca ahlaki çöküşten şikâyet ediyor olmamıza rağmen aslında birbirimize karşı davranışlarımız ne iyiye ne kötüye doğru bir milim bile değişmemiş!
Çalışmada 60 ülkede bu konularda yapılan araştırmalar, anketler taranmış; toplamda 575 bin kişinin cevaplarına ulaşılmış; yetmemiş birebir davranışları ölçen anketlere bakılmış ve sonuç hep aynı çıkmış: Aynı ahlakın/ahlaksızlığın içinde yuvarlanıp gidiyoruz.
Yine araştırmanın sonuçlarına göre on yıllardır toplumun yüzde 60’ı hep ahlaki bir çöküş yaşadığımızdan dem vuruyor. Bu oran da değişmiyor.
İşte bu yüzden insan kategorisi altında iki insan türünün bin yıllardır yeryüzünde aynı anda ve bir arada yaşamaya çalıştığına inanır oldum.
Tabii ki kimsenin bu iki türden birine ait olarak doğmuş olduğunu düşünmüyorum.
Fakat sanki hayatımızın bir noktasında bir kırılma yaşıyoruz ve o kırılma anından sonra bazılarımız yaşamın sadece kendine hak olduğuna inanmaya başlıyor.
Toplumun sebep olduğu bir kırılma bu.
Aydınlanmanın ünlü düşünürü Jean-Jacques Rousseau haklı: İnsanı bozan doğa değil toplum aslında.
Tatil yerine bir saat önce varabilmek için bir ormana kıyabilmek bir bebeğin kendi kendine edinebileceği bir ahlaksızlık değil zira.
Tam bu noktadan çok başka yerlere gidiyor aklım: Çiçero Roma’nın ahlaki çöküşünden bahsederken, Platon erdemin önemine vurgu yaparken bilginin altını çiziyorlardı.
Bilgi olmadıkça ahlak da olmuyordu onlara göre.
Şimdi biliyoruz. Her şeyin bilgisi bir tık ötemizde.
Biliyoruz da ne oluyor?
Toplum denen arızalı mekanizma bu defa da ya bilgiyi kaynağında kirletiyor ya da aynı bilgiyi manipüle ederek “benim birkaç saniyelik hazzım için yansın bu dünya”yı zihinlere nakşediyor.
Hayvanlar ölsün, ormanlar yansın, çocuklar ağlasın… Benim dışındakilerin canı çıksın.
Yeter ki bana bir şey olmasın.
Ne “ben”miş arkadaş!
İyi haftalar.
Eray Özer kimdir?Eray Özer ODTÜ'de psikoloji okudu, sosyoloji hatmetti. Akabinde Bilgi Üniversitesi'nde yüksek lisans, Anadolu Üniversitesi'nde ise tez aşamasına takılan bir doktora ile akademik hayattan bir türlü elini eteğini çekemedi. Hatta iki yıl boyunca Kadir Has Üniversitesi'nde sosyoloji dersleri verdi. Meslek hayatına Radikal Gazetesi'nde başladı, kısa süreli televizyon haberciliği deneyiminin ardından Doğuş Dergi Grubu'nda devam etti. Son olarak ise Cumhuriyet hafta sonu eki Sokak'ı çıkaran ekipte yer aldı. Radikal, Birgün, Cumhuriyet ve Diken'de yazdı. Yaklaşık dört sezondur devam eden bir podcast içeriği hazırlıyor. Buzdolabının tarihinden Yapay Zekâ'ya, Roman halkının hikâyesinden Kayıp Kıta Mu'ya birbirinden farklı konular hakkında hiç bilinmeyenlerin anlatıldığı "Yeni Haller" ismindeki podcast yayınına Spotify'dan veya tüm podcast uygulamalarından ulaşabilirsiniz. |