“Avcı-toplayıcılıktan çiftçiliğe geçmeniz 90 bin yıl sürdü.
Peki ondan sonra sanayiye geçmeniz?..
Yaklaşık 10 bin yıl.
Atom enerjisi?..
200 yıl.
Bilgisayar çağı?..
50 yıl.”
Yukarıdaki diyalog Netflix’in bu hafta yayına giren yeni dizisi “3 Cisim Problemi / 3 Body Problem” dizisinden.
Dizi aslında bir kitap uyarlaması. 3 Cisim Problemi, Çinli yazar Liu Cixin’in “Dünyanın Geçmişinin Hatırlanması” (The Rememberance of Earth’s Past) üçlemesinin ilk romanı.
Bilgisayar mühendisliğinden edebiyata transfer olan Cixin bilim insanı olmasının avantajını bu çarpıcı metni kaleme alırken iyi kullanmış. Girişte alıntıladığım sözleri dünya dışı, pek de dost olmayan bir varlığa söyleten Cixin teknolojik gelişmenin bugün ulaştığı hızın başka galaksiler için bile pek de “normal” olmadığına gönderme yapıyor.
Hatta dizinin bir yerinde (pek spoiler sayılmaz) uzaylılar öfkeleniyor: “Siz bu hızla bizi de geçersiniz!”
Haksız da sayılmazlar.
Yapay zekâ çalışmalarının en parlak şirketi OpenAI’ın CEO’su Sam Altman 17 Mart’ta X hesabında şunu yazdı:
“Bu, önümüzdeki yılları saymazsak, insanlık tarihindeki en ilginç yıl.”
İnsanlık tarihinin en ilginç yılını yaşıyormuş gibi hissetmiyor olabilirsiniz. Emin olun bu konuda yalnız da değilsiniz. Fakat böyle bir iddianın Altman’dan geliyor olmasını da yabana atmamak gerekiyor.
Henüz 2024’ün başında sayılırız, Altman muhtemelen yılın sonunu bizden daha iyi görebiliyor. Etkileri itibariyle elektrik ve ateşin icadıyla kıyaslanan yapay zekâ alanındaki gelişmelerin bu yılı insanlık tarihinin en ilginç yılı kılacağını iddia ediyor.
Altman’a benzer laflar eden başkaları da var. Dünyanın en büyük çip üreticilerinden Nvidia bu hafta yapay zekâ uygulamaları için geliştirdiği yeni çipini tanıtırken şirketin CEO’su Jensen Huang yapay zekâ çalışmalarında bambaşka bir eşik olacağı söylenen “Yapay Genel Zeka”ya (Artificial General Intellegence) beş yıl içerisinde ulaşılacağına inandığını söyledi.
Bunu öne sürerken elinde tutmakta olduğu ve üzerinde 208 milyar transistör bulunan yeni çiplerine olan güvenini de dile getirmiş oluyordu. Evet, 208 milyar transistör ve saniyede 20 bin trilyon (20 katrilyon) işlem yapan -1’ler ve 0’lar şeklinde- bir çipten bahsediyoruz; öncülünden 30 kat daha hızlı yani.
Üstelik bu çip bir öncekinden sadece 30 kat hızlı olmakla kalmıyor, aynı zamanda 25 kat daha az enerji/elektrik tüketiyor!
Yapay Genel Zekâ’yı öyle bilimkurgu filmlerindeki gibi insanlığı alt etmekle cebelleşen, çok bilmiş bir dış sesten mürekkep bir yazılım gibi düşünmeyin.
Geçenlerde bir yapay zekâ modeli insanlığın ancak 134 yılda vakıf olabildiği bir vücut fonksiyonunun sırrına, genetik yapımızı altı hafta inceledikten sonra kendiliğinden ulaştı: İnsan vücudundaki kırmızı kan hücresi sayısının gerekli bazı durumlarda artmasını sağlayan hormonun böbreklerimizdeki bir hücrede (Norn Hücresi) üretildiğini kendi kendine bulması sadece 40 gün sürdü.
Tek başına bu örnek bile işin birkaç yıl içinde nerelere doğru gelişebileceğinin kanıtı. Evrendeki kara madde nedir? Kuantum fiziğinin atom altı seviyede var olan kuralları daha büyük kütlelere uyarlanabilir mi? Dolayısıyla mesela ışık hızının ötesinde bir hızla veri aktarımı mümkün hale gelebilir mi?
Bilim dünyasının iştahını kabartan tüm bu sorulara yanıt bulmaya çalışırken insanın yanında Yapay Genel Zekâ gibi bir asistan olması, teknolojik gelişmeyi çok kısa süre içinde bambaşka bir noktaya taşıyabilir.
Bu hızdaki gelişmelere bilim dünyasında üstel gelişme deniyor. Yani bir satranç tahtasının ilk karesine 1 pirinç tanesi koyduğunuzu düşünün. İkinci kareye iki, üçüncü kareye dört, dördüncü kareye sekiz… 64’üncü kareye geldiğinizde koymanız gereken pirinçlerin sayısı tüm pirinç hasadınızı aşan bir noktaya ulaşıyor.
Kimilerine göre teknoloji de son on yıldır üstel gelişme gösteriyor. OpenAI’ın patronu Sam Altman ise başlangıcın bu yıl olduğunu, asıl bundan sonrasına dikkat kesilmemiz gerektiğini söylüyor.
Böylesi baş döndürücü bir hız, Liu Cixin’in eserinde dikkat çektiği gibi insanlığın dünyanın sonunu kendi elleriyle hazırlaması sonucunu doğurabilir mi? Böyle bir soruya herhalde kimse kolaylıkla “Olmaz öyle saçma şey” yanıtını veremez.
Öte yandan tarihten biliyoruz ki, insanın şişede bir cin olduğunu anladığı andan beri o cini şişede tutmak mümkün olamadı. Ülkeler arası rekabetin bu kadar kızıştığı bir dünyada kimseyi “Bırak arkadaşım elindeki teknolojiyi, gel beraber çimlere uzanıp balık tutalım” diyerek ikna edemeyeceğimizi biliyoruz.
İnsanlığın, gezegenin kaderini tarihte hiç olmadığı kadar avucunun içine aldığı bir gerçek.
Mesela ekonomi yazarı Ed Conway, “Material World” isimli kitabında çok çarpıcı bir istatistiği bizimle paylaşıyor: İnsanlığın doğuşundan 1950’ye kadar topraktan çıkardığımız her şeyden (kum, su, maden, toprak) daha fazlasını sadece 2019 yılında yeryüzünden çıkarmış, kazımış, patlatmışız.
Yine bir başka istatistiğe göre 2020 itibarıyla dünya üzerindeki insan yapımı şeylerin ağırlığı yerküre üzerindeki tüm canlıların ağırlığını geçmiş durumda.
Bunlar bir bilimkurgu filminin giriş cümleleri olacak kadar büyük büyük ve ürkütücü laflar… O yüzden ürkmekte, korkmakta, yer yer kozamıza kapanıp başımızı bile çıkarmak istememekte hiçbir ayıp yok.
Tüm bu çarpıcı rakamlara, akılları zorlayan gelişmelere rağmen geçenlerde jeologlardan müteşekkil bir kurul, içinde bulunduğumuz çağı insanın doğaya hükmettiği Antroposen Çağı olarak tanımlayamayacağımıza, hala Holosen Çağı’nın içinde olduğumuza hükmetti.
Bilim dünyasını ikiye bölen tartışmada bir grup bilim insanı, atom enerjisinin devreye girmesiyle birlikte başlayan dönemi (yani 1950’lerden bu yana devam eden süreci) Antroposen Çağı olarak kabul etmemiz gerektiği iddiasındaydı.
Dinozorların alacakaranlığı Triyas, sonrasında memelilerin yükselişe geçtiği Pleistosen, arkasından 11 bin 700 yıl önce girdiğimiz Holosen ve şimdi insanın hüküm sürdüğü Antroposen…
Uluslararası Jeologlar Birliği ise bu saptamaya 4’e karşı 12 oyla “hayır” dedi. Ay başında verilen hükmün geçen hafta içinde kesinleşmesiyle birlikte Antroposen Çağı’na geçmediğimiz, Geç Holosen Çağı’nda olduğumuz onaylanmış oldu.
Valla ister Holosen, ister Antroposen… Bir şeyler ürkütücü derecede hızla değişiyor. Jeolojik açıdan yeterli bulunmasa da bu değişim basbayağı insan eliyle gerçekleşiyor.
Hele de Sam Altman’ın dediği gibi bu işlerin daha en başındaysak haliyle insanı “bunun sonu nereye varır” türünden bir merak kaplamıyor değil. Birisi filmi hızlıca ileriye sarsın, ne olacaksa ömrümüzün yettiği sınırlar içinde olsun, biz de görelim istiyoruz.
Ayrıca her değişim kötü müdür? Kötüyse yine teknolojiyle üstesinden gelmek mümkün müdür? Değişime direnmeden özellikle değişimin boyutu idrak sınırlarımızı zorluyorsa içgüdüsel bir insan tepkisi midir? Bu sorular üzerine de biraz düşünmemiz gerekiyor sanki…
Lakin uzaylılar üç vakte kadar bilimkurgu filmlerindeki gibi bir yerlerden fırlayıp “Bir dakika arkadaşlar. Biraz yavaş. Sindire sindire olur bu işler” derse de kimse şaşırmasın.
Hakkımızda hayırlısı…
Eray Özer kimdir?Eray Özer ODTÜ’de psikoloji okudu, sosyoloji hatmetti. Akabinde Bilgi Üniversitesi’nde yüksek lisans, Anadolu Üniversitesi’nde ise tez aşamasına takılan bir doktora ile akademik hayattan bir türlü elini eteğini çekemedi. Hatta iki yıl boyunca Kadir Has Üniversitesi’nde sosyoloji dersleri verdi. Meslek hayatına Radikal Gazetesi’nde başladı, kısa süreli televizyon haberciliği deneyiminin ardından Doğuş Dergi Grubu’nda devam etti. Son olarak ise Cumhuriyet hafta sonu eki Sokak’ı çıkaran ekipte yer aldı. Radikal, Birgün, Cumhuriyet ve Diken’de yazdı. Yaklaşık dört sezondur devam eden bir podcast içeriği hazırlıyor. Buzdolabının tarihinden Yapay Zekâ’ya, Roman halkının hikâyesinden Kayıp Kıta Mu’ya birbirinden farklı konular hakkında hiç bilinmeyenlerin anlatıldığı "Yeni Haller" ismindeki podcast yayınına Spotify'dan veya tüm podcast uygulamalarından ulaşabilirsiniz. |