Şair ve edebiyatçı bir devlet adamı olan Memduh Paşa 1839 yılında İstanbul'da doğar. Fehmi Paşanın oğludur. Bayezıd ve Valide Rüşdiye Mekteplerinde okur. 1854 yılında girdiği Hariciye Vekaleti Mektubi Kaleminde (Dışişleri Bakanlığı Özel Kalem Müdürlüğü) memur olarak işe başladıktan sonra İçişleri Bakanlığı, Sadrazamlık (Başbakanlık), Maliye Bakanlığı ve Danıştay'da çalışır. Konya, Sivas ve Ankara Valiliği yapar. 1895 yılında İmparatorluğun İçişleri Bakanı olarak atanan Paşa, on üç yıl sürdürdüğü bu görevinden sonra Meşrutiyetin ilanını takip eden günlerde istifa ederek görevinden ayrılır.
Meşrutiyetin ilan edilmesinden tam 14 gün sonra iki polis evine gelerek Sadrazamın kendisini Babıali'de görmek istediğini bildirirler. Bu bildirimin arkasında başka bir tehdit de vardır. Reddetmesi halinde, kapıda biriken halkın içeriye girmesine izin verileceği ve evinden zorla çıkmak durumunda kalabileceği kendisine hatırlatılmıştır.
Memduh Paşa sonunda arabaya bindirilerek Polis İdaresine götürülürken tam o sırada, zamanında iyilik yaptığı birkaç hayırsız vatandaş kafasına çürük yumurta ve domates atarak bu iyiliklerinin karşılığını kendisine hatırlatırlar. Polis İdaresinde otuz gün gözaltında tutulduktan sonra önce Büyükada'ya sonra Sakız adasına sürgüne gönderilir. 1912 yılında çıkan af ile İstanbul'a döner ve oldukça mütevazi bir hayat sürdürdükten sonra 9 Nisan 1925 günü hayata gözlerini yumar.
Döneminin yazarları onun için esprili, anlayışı kuvvetli ama kibirli bir kişi olduğunu yazarlar. Yahya Kemal, Memduh Paşanın yazılarındaki uslübun hayranıdır. Fırsat buldukça Memduh Paşanın bu özelliğini vurgulamadan durmaz. Yazılarında kendisine alıntılar yapar.
Memduh Paşa, yıllar sonra kaleme aldığı anılarında, 31 Mart olayından sonra Abdülhamid ve çevresinde yaşananları esprili bir şekilde anlatırken, bu olay öncesinde Padişah'ın başına gelen felaketleri, kendi deyimiyle işaretleri hatırlar. 1900'lü yılların başında, istibdat yönetimini uzun yıllardır sürdüren Padişahın yaşadığı Yıldız Sarayına doğru şiddetle esen bir rüzgarla, yıldırım bulutları taşıyan hortumun, başını eğmiş bir fil gibi Kağıthane tarafından Sarayın üstüne çöktüğünden bahseder. Fırtına, yakın çevredeki evlerin büyük bir kısmı yerle bir etmiş, Has Bahçedeki hurma ağaçlarının dalları kırılarak, bahçe virane hale gelmiştir.
Yıldız Suikasti
Bu doğal afet sonrasında Memduh Paşanın başkanlığında kurulan bir komisyon zarar görenlere Padişah kesesinden onar bin lira yardım yapacaktır. Memduh Paşa, Sultan Abdülhamid için bunun birinci işaret olduğuna inanmaktadır. İkinci işaret, Padişaha karşı girişilen bombalı saldırı, suikast girişimidir. Yıldız Suikasti olayı, 21 Temmuz 1905 Cuma günü Sultan Abdülhamid'e karşı Ermeni Devrimci Federasyonu tarafından Yıldız'daki Hamidiye Camisi önünde yapılmış bir bombalı suikast girişimidir.
Doğu Anadolu Bölgesi'nde bağımsız bir Ermeni Devleti kurulmasını isteyen Ermeni Devrimci Federasyonu yanlısı bir grup Ermeni terörist II. Abdülhamit'i öldürmeyi planlamışlardır. Bu amaçla bir atlı arabaya 120 kg patlayıcı koyarak Padişah'ın Cuma selamlığından sonra geleceği Yıldız Camisi önündeki yola yerleştirirler. Suikast için Padişah'ın kendi arabasına yürüyüş süresi (1 dakika 42 saniye) gibi en ince ayrıntı bile hesaplanmış, patlayıcıların içine konulduğu arabaya metal parçaları doldurulup bombanın etkisi artırılmıştır. Ancak Şeyhülislam Cemaleddin Efendi'nin Sultan Abdülhamit'e bir soru sorarak onu arabaya binerken geciktirmesi üzerine bomba Sultan Abdülhamit'in etki alanı dışındayken patlamış, Padişah hiçbir zarar görmeden kurtulmuştur.*
Sultan Abdülhamid Hamidiye Camisine giderken
Bu saldırıdan zarar görmeden kurtulan Abdülhamid'in sonraki yıllarda yine bir Cuma günü öncesinde yakalandığı ağır bir hastalık nedeniyle halkın huzuruna çıkamamasını Memduh Paşa üçüncü işaret olarak düşünmüştür. Sultan için kötü günler sanki gittikçe daha da yaklaşmaktadır. Sonunda olan olacaktır.
Memduh Paşa anılarının sonraki bölümünde, Üçüncü Ordudan küçük rütbeli subayların Kanun-i Esasinin (Anayasa) yeniden yürürlüğe girmesi için yaptıkları ihtilal girişimini anlatmaya başlar. Padişahın, Selanik'ten İstanbul'a ardı arkası kesilmeyen telgraflar üzerine paniğe kapılarak Saray'da acilen bir Bakanlar Kurulu oluşturduğunu da yazar. Telaşla atamalar yapılmıştır.
Yine bir Cuma günü olan 23 Temmuz 1908 tarihinde Meşrutiyet resmen ilan edilecektir. Halkın Cuma selamlığı öncesinde eski coşkuya göre farklı, daha gürültülü bir şekilde Padişah'ı karşılamaya gittiği sırada, Saray'da daha fazla kalmanın uygun olmadığını düşünen Abdülhamid, Sadrazam Said Paşayı da yanına alarak arabasına binmiş, yola koyulmuştur. Arabasında giderken halktaki muhteşem coşkuyu gören Abdülhamid bir ara kılıcına dayanarak, telaşla ayağa kalkacak, merakla olanları izleyecektir. Said Paşa da karşısında oturmakta ve heyecan içindedir. Hamidiye Camisi yolu kenarında bekleyen halka selam verirken, Said Paşa neşeli görünmeye çalışmaktadır.
Sadrazam Said Paşa
Anılarında bu konuyu renklendirerek, resmetmeye çalışan Memduh Paşa, o dönemin İçişleri Bakanıdır. Olayları yakından izlerken, işin en komik tarafının, Selanik Valisi Rauf Beyin gönderdiği telgrafta yazılı olduğunun farkındadır. Rauf Bey'in, birkaç yüz askerin İstanbul'a gelmesi konusunda kendisinden izin istediğini okuyunca muzipçe güler. Bu fırsatı hiç kaçırmayarak Vali'ye, Meşrutiyet ilan edilmiş iken, devletin merkezine gelmeye çalışan ihtilalcileri engelleyebilecek bir güç ve bir neden olup, olmadığını sorarak, dalgasını geçer. Olayların bu şekilde, tam bir kaosa dönüşmesi, kendi deyimiyle "sözün ayağa düşmesi" İçişleri Bakanı Memduh Paşanın istifa etmesine yol açacaktır.
Gelişmeler üzerine Sadrazam Said Paşa acele davranarak, Bakanlardan bir kısmını hemen değiştirecektir. Ancak, atamalardan kısa bir süre sonra Bab-ı Ali'ye gelen Selanikli subaylar Said Paşayı ziyaret ederek hemen görüşmek isterler. İttihat ve Terakki Heyeti Sadrazam Said Paşaya ilk olarak "Yetmiş yaşını aşan devşirmeleri Bakan yapmışsınız, Meşrutiyette böyle şeyler olmaz, derhal değiştireceksiniz" talimatını verirler. İttihatçıların kendi düşüncesini dahi dikkate almadan yaptıkları bu baskı üzerine Sadrazam Said Paşa derhal Saray'a giderek istifasını verir. Artık yeni Sadrazam Kamil Paşadır.
Haberleri duyan halk sevinçten sokaklara dökülür. Otuz senedir casus, işbirlikçi ve terörist suçlaması altında, korkuyla sesini çıkaramayan halkın sokakta ve pazarlarda özgürce gösteriler yapması üzerine Padişah Abdülhamid'in kuruntuya düşerek "Artık suyun akışına gideceğim" dediği öğrenilir. Bu ifadeyi duyan ve yorumlayan Memduh Paşa esprili bir şekilde "İstanbul'un kenarında Sarayburna akıntısı, Boğaziçi'nde Arnavutköy akıntısı, karşıda Mashara akıntısı, beri tarafta Şehitlik akıntısı ve ilerde Şeytan akıntısı isimleriyle tanınmış çırpıntılı mevkiler olup, bunlardan hangisi seçileceği bilinemediğinden , irfan denizinde yüzenler düşüncelere daldılar." ifadesini kullanacaktır.
Başına gelebilecekleri hisseden Padişah, İttihatçıların her talebine onay verdiği gibi, vilayetlerde seçim yapılması ve Meclis-i Meb'usan'ın toplanması ertesinde seçilen tüm milletvekillerini bir ziyafete davet edeceğini ilan ederek, olayları yumuşatmayı deneyecektir. Ziyafet davetini duyan basın Sultan ve Hilafet makamına yönelik oldukça ağır, alaycı makaleler yazmaya başlayacaktır. Bu otuz yıllık süre içinde ilk defa olmaktadır.
Mehmed Memduh Paşa güzel bir benzetmeyle o günün koşullarını çok iyi anlatır. "Bir koruluk taşlanmayınca av meydana çıkmaz" ifadesini kullanarak, daha önce Padişah kesesinden beslenen basının artık yön değiştirdiğini vurgular. İstanbul basınının ve basın mensuplarının Meşrutiyet öncesinde, Kilercibaşı Bey'in odasına sokularak, yazdıkları yazıları Padişaha nasıl ilettiklerini, övgü dolu yalan haberleri hatırlar. Bu yazılar, sonrasında gelecek hediye, makam ve terfilerin beklentisiyle kaleme alınmaktadır. Bürokraside çalışanlarla karşılaştırıldıklarında, bu yalama basın mensuplarının memurlara göre Padişahla daha fazla irtibatlı olduklarını düşünür. Meşrutiyetle birlikte basın organları ve gazeteciler birbirlerine düşerek, kıyasıya bir rekabet ve kavgaya girişeceklerdir. İttihatçılar da kendilerine yönelik olarak başlayan övgü ve yaranma kampanyası ile oldukça güç duruma düşerek, bu işin içinden sıyrılmanın çarelerini aramaya başlamışlardır.
Mehmed Memduh Paşa ise meşrutiyetin ilanı ve yapılan devrimin nedenlerini düşünürken, birbirleriyle çelişmesi olası değişik konuları ele alır ve sorgular. Meşrutiyete giden yolun nasıl, kim ve kimler tarafından döşendiğini araştırır, tahminlerini sıralar:
- Birinci nedenin eğitimle ilgili reformun geri tepmesi olduğunu düşünür. Askeri okullar ve Mülkiye'den mezun olanlar, düşünce özgürlüğüne kapılıp, sözünü esirgemeyen, hükümeti sık sık eleştiren aydınlar haline dönüşünce, Abdülhamid onları taşraya sürmüş, Askeri Okullar ve Mülkiye şüpheli eğitim kurumları haline dönüşmüştür.
- Harbiyede ders programlarında yapılan yenilik karşıtı değişikliklere tepki olarak, subayların toplu merasimler sırasında, erlerin de bulunduğu kalabalığı istismar ederek "Padişahım çok yaşa" yerine "Padişah baş aşağı" diye bağırmalarının, askeri düzeni ve askere güveni alt üst ettiğine emindir.
- Memduh Paşaya göre, Rumeli Vilayetindeki subaylar isyan çıkararak, Meşrutiyeti gerçekleştirmişler, mektepli subaylar olarak Sarayın nefretini kazanmışlardır. Balkanlardaki isyan ve huzursuzlukların önlenmesi için ordunun en nitelikli ve en iyi eğitimli subaylarının bu bölgeye gönderilmeleri, hürriyet ve özgürlük söylemlerinin bu bölgede artmasının nedenidir. Bu subaylar İttihat ve Terakki Cemiyetini kurarak isyanın öncüleri olmuşlardır.
- Sekiz yıl Vilayat-ı Selase "Üç Vilayet-Kosova-Manastır-Selanik" Müfettişliği yapan Hüseyin Hilmi Paşa, İttihat ve Terakki'yle ilgili gelişmeleri bildiği halde olayları Padişahtan gizlemiştir. Onlarla irtibatı olduğu kesindir. Uygulamalarından hiç memnun olmadığı Selanik Valisi Rauf Paşa da benzer bir suçlama altındadır. Olayları tüm açıklığı ile İstanbul'a aktarmamış; suçlu ve suçsuz subaylar ayrımını tam olarak bildirmeyerek, Sarayın yanılmasına neden olmuştur.
Selanik Valisi Mehmet Rauf Paşa
- Aynı Hüseyin Hilmi Paşa, Meşrutiyetten sonra yeni Sadrazam tarafından İçişleri Bakanlığında önemli bir göreve getirilmiş, sonrasında İttihat'çıların baskısıyla Sadrazamlık makamına bile getirilmiştir. Bu da oyunun bir parçası olduğunu göstermektedir.
- Planlanan darbenin önceden ayarlandığı şekliyle düzmece olarak Selanik'te başlaması ihtimal dahilindedir. İstanbul'a gelen Avcı Taburları, merkezdeki askerleri ikna etmek suretiyle, kendi birliklerine katarak İstanbul'un ele geçirmiş olabilirler. Mehmet Memduh Paşa bu ihtimal üzerinde de durmaktadır. Ona göre darbe planlı olarak, büyük bir ihtimal bir şeyleri gizlemek amacıyla İstanbul'da gerçekleştirilmemiştir.
- Mektepli subayları tahrik etmek için provakatörler özellikle "Mektepli subaylar dinin gereklerini yerine getirmiyorlar, onların idaresinde durmayacağız" söylemlerini yayarak, eğitimli subayları kızdırırlar. Bu tepki de Meşrutiyet girişiminde etkili bir faktör olmuştur.
- Mektepli askerlere okullarında "Kanun-ı Esasi (Anayasa) devam etmeli" sözleri ezberlettirilerek, saltanata karşı çıkmaları teşvik edilmiştir.
- Askerlerin toplanmak için Fatih ve Beyazıd gibi meydanlar yerine Meclis-i Meb'usan binasının karşısını tercih etmeleri dikkat çekicidir. Mehmed Memduh Paşa bu konuda da planlı bir eylem olabileceğini düşünmüştür.
Mehmed Memduh Paşa bu girişimin Saray içinde bir grubun tertibi olduğu olasılığını dışarıda bırakmamakla birlikte, gerçek tertipçilerin kimler olduğu konusunda daha fazla fikir yürütmemeyi tercih eder. Bu kuşkularını uzun yıllar düşünür.
31 Mart olayları sonrasında gerçekleşen, İkinci Meşrutiyet'le gelişen olaylar, Meşrutiyetin ülkede yarattığı özgürlük havasıyla toplumun ilk demokrasi deneyimini kazanmasına yol açacaktır. Mehmed Memduh Paşa, ölmeden önce şahit olduğu Kurtuluş mücadelesi, Cumhuriyet ve devrimlerle önceki kuşkularından kurtulur. 1908 yılında başlayan aydınlanma hareketinin ne kadar doğru olduğuna inanarak, hayata gözlerini yumar.
* Patlama sonucu civardaki halk arasında 26 kişi ölmüş ve 58 kişi yaralanmıştır. Olaydan sonra yapılan araştırma sonucu olaya karışan 40 kişinin kimlikleri belirlenir. Bunlardan 15 kişi yakalanarak tutuklanır. Belçika vatandaşı Edward Joris'in suikast girişiminin lideri olduğu sonucuna varılır. Edward Joris iki yıl hapis yattıktan sonra serbest bırakılmıştır.
Sultan Abdülhamit'in suikast girişiminden kurtulması hoşuna gitmeyen şair Tevfik Fikret "Bir Lâhza-i Ta'ahhur" (Bir Anlık Duraklama) adlı şiirinde şu mısraları yazar:
"Ey şanlı avcı, damını bihude kurmadın.
Attın fakat yazık ki, yazıklar ki vurmadın."
KAYNAKÇA
1) MEHMED MEMDUH, TANZİMATTAN MEŞRUTİYETE, Hazırlayan:Ahmet Nezih GÜLTEKİN
2) GÖRDÜKLERİM VE GEÇİRDİKLERİM, MUSTAFA REŞAT MİMAROĞLU, Hazırlayanlar:Ali BİRİNCİ-Yücel YİĞİT
3) VATAN YAHUT SİLİSTRE:OSMANLI'DA İLK UYANIŞ, YENİ BİR BAŞLANGIÇ, Enver GÜNEY, T24 Pazar Yazıları, 17 Mayıs 2020.
4) https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Y%C4%B1ld%C4%B1z_Suikast%C4%B1
Enver Güney kimdir? Kısa bir süre yeminli mali müşavir / proje ve yatırım danışmanı olarak çalıştı; 2005-2007 yılları arasında Türkiye Barolar Birliği Sosyal Yardım ve Dayanışma Fonu Yönetim Kurulu üyeliği yaptı. T24'de yer alan yazılarının yer aldığı ikinci kitabı "Tarih Tesadüfleri Sever" Kasım 2022'de yayımlandı. |