Trafik ışıklarında elinde 5, 10 paket mendille tanesi 2 liradan günlük taş çatlasın 20 TL için çıkmıştı biri sokağa.
Bir başkası sokağın başına koymuş tartısını "1 TL" yazılı kartonu da yanına iliştirmiş bekliyordu müşterisini.
Öbürü sıcakların kendini hissettirmesiyle su satmaya başlamış; bir diğeri ise Korona günlerinin temel ihtiyacı mini kolonyaları sermişti bezden tezgahına.
Günlerdir evlere kapanan 10 çocuktan 8'iydi onlar; çocuk işçiler…
Koronavirüs tedbirleri kapsamında 4 Nisan günü yayınlanan genelge ile 20 yaş altındakilerin sokağa çıkması geçici süre ile yasaklandı. Bu kısıtlamanın ilk gününü Şanlıurfa'nın Siverek ilçesindeki 11 yaşındaki Yılmaz Yaysit'in gözyaşları içinde evinin yolunu tuttuğu görüntüleri koltuklarımızda bir tuvalet kağıdı reklamıyla aynı duyarsızlıkta izledik*. Yılmaz'ın gözyaşları kurumadan biz televizyonu kapattık ve unuttuk Yılmaz'ı da, Yılmaz gibi çocukları da…
Aradan çocuk işçiler için 19 sessiz gün geçti. Bu kez günlerden 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'ydı. Bir muhabir gitti sanayideki çocuk işçilerle konuştu; "23 Nisan'ın Karanlık Yüzü" diye toparladı 2000 vuruşta haberi. Teslim edecekti ki yan masadaki arkadaşı minik haber kaynaklarının isim ve görselleri konusunda uyardı onu: "Çocuklara sokağa çıkma yasağını unutma!". Çocuk işçi çalıştırma yasağının patronlara çatır çutur çiğnendiği ülkede sokağa çıkan çocuklar için 3 bin 150 TL idari para cezası hunharca kesilirdi bu topraklarda. Günlüğü 20 lira yevmiye kazanan bir çocuk işçi için 157 gün çalışmak demekti bunun karşılığı. Görseller, isimler hepsi sansürlendi; haber yazı işleri masasının dikkatini bu haliyle 500 vuruş kadar çekebildi. 23 Nisan günü de tuvalet kağıdı reklamı duyarımız kadar okuduk okumak yazıyı.
O gazete sayfasıyla önce camı sildik; ardından o kağıdı da sorun gibi çöpe attık ve unuttuğumuz bu gündem konusu üzerinden 11 gün daha geçti. Öte yandan yaklaşık 40 gün geçmişti Yılmaz'ın gözyaşlarını gördüğümüz, üzüldüğümüz ve televizyonu kapatır kapatmaz unuttuğumuz günün üzerinden. Çocuklara birkaç saatliğine sokağa çıkma izni verileceği anonslandı ve tuvalet kağıdını izleme duyarlılığıyla oturduğumuz koltuklarımızda 1 ya da 2 dakika süren bir haber daha izledik. "Kimi trafik ışıklarında, kimi arabaların arasında; kimi sokak başında, kimi cami duvarında…" diye başlayıp birkaç saatliğine sokağa çıkma izni verilen çocuklardan bazılarının oyun oynamaya değil üç beş kuruş kazanmaya koştuklarını gösterdi ekranlar. 12 Haziran Dünya Çocuk İşçiliği ile Mücadele Günü tekrar konuşulmak üzere raflara kaldırıldı her 10 çocuktan 8'inin gibi görünen aslında dünyanın sorunu olan bu konu.
Oysa açık ve net: 18 yaşını doldurmamış her kişi çocuktur (TCK 6/1-c) ve kimse yaşına, gücüne uymayan işlerde çalıştırılamaz (TC Anayasası 50ç). Fakat çocuğun tanımlamasının sorunlu olduğu kadar açlığın ve yoksulluğun olduğu bir dünya burası. Dünya çocuklarının yüksek bir kısmı hala eğitim ve sağlık hizmetlerine yeterince erisemiyor. Şiddete, istismara maruz kalan ve oyun zamanında çalışma zorunluluğu yaşayan dünya çocukların olduğu bir düzen/düzensizlik yerini korumaya devam ediyor. Özetle sömürüye en açık grupların başında olan bu çocukların işçi olan sayısı tüm dünyada 152 milyon (ILO). Dahası 73 milyonu "tehlikeli" işlerde görevli. Türkiye de ise bu rakam 2 milyona dayanmış vaziyette (TİK). Yani bir kez daha tuvalet kağıdı reklamı duyarımız için altını çizmek gerekirse her 10 çocuktan 8'i işçi. Öte yandan bu rakama 2013 yılında 59, 2014 yılında 54, 2015 yılında 63, 2016 yılında 56, 2017 yılında 60, 2018 yılında 67 ve 2019 yılında 67 çocuğun çalışırken yaşamını yitirmesini de ekleyelim. İş cinayetlerinde hayatını kaybeden kız çocuklarının oranının da genel ölen kadın işçi oranın üç katı olduğunu unutmayalım.
1990'lı yılların başından bu yana dünyanın gündeminde olan bu soruna karşı duyar seviyemiz de 23 Nisanlar, 12 Haziranlardaki tuvalet kağıdı reklamı mesafemizi aşamıyor.
Hepimizin belki de artık hem fikir olduğu nokta yoksulluğun ve sömürünün yaş ayrımının olmadığı.
Çocukların ekonomik politikalardan acımasızca etkilendiği konusunda aynı safhadayız.
Anneannelerimiz günlüğü 1 TL'lik yevmiye için elma bahçesinde çalışan çocuğa üzülüyordu, annelerimizin üzüldüğü çocuk 5 TL kazanıyordu; bizimki 15. Paranın değeri/değersizliği dışında değişen bir şey olmadı.
Çocukların çalıştırılmasının bir ekonomik şiddet örneği olduğunu hepimiz zaman zaman görüyoruz, üzülüyoruz, düşünüyoruz ve de unutuyoruz…
Eşitli anlaşmalar tarafından yasaklanmış olmasına rağmen, kapitalizm dünyanın her yerinde dün de çocukları çeşitli endüstrilerde ucuz emek gücü olarak kullandı; Korona günleri bitmeden bir kısmını, biter bitmezde 10'undan 8'ini kullanmaya devam edecek.
Elma toplayan çocuğu, tartıcı Yılmaz'ı unutsak da aile bireylerinin bilinç eksikliğine dayandırılarak açıklanmaya çalışılan bu gerçekliğin temelinin kapitalizmin eşitsiz toplum dinamikleri olduğunu 10 çocuktan 10'unun da oyun için koşturduğu güne kadar unutmayalım.
*"Birey, televizyondaki Sudan İç Savaşını herhangi bir tuvalet kağıdı reklamıyla aynı duyarsızlıkla izlemektedir. Televizyonu kapattıktan sonra, Sudan'da ki iç savaş devam etse bile, onun için bitmiştir." ― Jean Baudrillard