Cengiz Çandar

03 Eylül 2021

Mikis Theodorakis mi dediniz? O bir devdi!

Uzun meslek hayatımda dünya çapında ün ve rol sahibi birçok kişiyle yaptığım sayılarını unuttuğum söyleşiler arasında en zevk aldığım belki de onunla olanıydı

O bir devdi. Mikis Theodorakis. Her anlamda bir dev. Öncelikle boyu posuyla, kendisini gören herkese, kendisini tanımasına gerek bıraktırmadan "Bu adam bir dev" duygusunu anında zerk eden bir dev. Kuşaklar boyu kulaklardan silinmeyecek müziği ile dev. Sahne görüntüsü ile dev. Alçakgönüllülükte dev. Mücadele adamı olarak bir dev. Dev işte.

Öyle bir dev 96 yıl bir dev gibi yaşayınca, birkaç yüzyılda ancak gerçekleşmiş olan büyük altüstü oluşların bir yüzyıl içine sığabildiği bir dönemdeki uzun yaşam yolculuğu elbette tekdüze olamazdı. Kimilerine şaşırtıcı gelen siyasi kavisler de çizdi. Ama dev kimliğini hiçbir vakit, hiç kimseye çizdirmedi.

Kendisiyle 12 Mart döneminde Cenevre'de yaşadığım kısa dönemde müziği üzerinden tanışmıştım. Yücel Sayman ve Bülent Tanör ile paylaştığım evde, Theodorakis çalınır, Maria Faranduri'nin buğulu ve büyülü sesiyle, kimi zaman da Maria Dimitriadu'nun yorumlarıyla bizi kendimizden geçirirdi. Bülent, bir Yunan tavernası keşfetmişti. Orada, askeri cunta yönetimi altındaki ülkelerinden kendini dışarı atmış olan Yunan sürgünler bir araya gelirler ve Theodorakis'in müziğiyle bir yandan vatan hasretlerini dindirmek isterken, daha da derin biçimde o hasrete gömülerek kendilerinden geçerlerdi.

Theodorakis, askeri cuntanın hapislerini boylamış, ülke içinde sürgüne gönderilmişti. Oropos Hapishanesi'ni bir başkaldırı müziğine dönüştürmüştü.

Devle benim tanışmam, 1980'lerde nasip oldu. Onunla Patras yakınlarında kâh Stelyo Berberakis'in Yunanca tercümanlığı, kâh arada Fransızca'ya saparak saatlerce güneşin altına yayılarak yaptığımız sohbet, Cumhuriyet'te günlerce yayımlandı. Uzun meslek hayatımda dünya çapında ün ve rol sahibi birçok kişiyle yaptığım sayılarını unuttuğum söyleşiler arasında en zevk aldığım belki de onunla olanıydı.

Alçak gönüllüğünü, sevecen kişiliğini, muzip ve nüktedan yanını keşfetmek çok uzun sürmüyordu. İkide bir mahzene inip, kendi ürettiği şarapların tadına bakmamız için ısrar ediyordu. Temmuz sıcağında gün ortasında küflenmiş şişelerden çıkacak şarapların tadına bakmaya bizi ikna etmek için "Bakın" diyordu, "Bu, Lenin kavından, bu da Stalin…" Tuhaf nazarlarımızı fark ederek, muzip bir yüz ifadesiyle "Hayatımızın bir dönemine damgalarını vurdular. Yok sayamayız" demeyi ihmal etmeden.

Theodorakis, uzun yıllar komünist olarak yaşadı ve mücadele etti. Çok uzun yıllar da komünistlik ile hiç ilgisi olmayan yollarda yürüdü. Hiçbir zaman antikomünist etiketi taşımadan.

Benim için o söyleşinin unutulmaz tarafı, gereksiz biçimde en büyük rakibiymiş gibi nitelenen ve kendisinin aksine "sağcı" gibi sunulan büyük besteci Manos Hacıdakis'e ilişkin söyledikleriydi. "İnsan, Hacıdakis'i dinlerken, Ege'nin su şıpırtılarının yıldızlı bir gökyüzü altında kumsala dokunduğunu hissediyor; sizi dinlerken ise sokağa fırlayıp, isyan yürüyüşüne katılmak istiyor. Ne diyorsunuz?" diye sormuştum.

Mikis'in yanıtı, "İkimiz de aynı yaştayız. İkimiz de benzer kökenliyiz. Bir tarafımız Girit, diğer tarafımız sizin oradan. Ben Urla, Manos Edirne. Manos'un benim parçalarımı andıran çalışmaları vardır. Örneğin, İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilere karşı Atina yakınlarındaki direnişin merkezi olan İmetos dağına ilişkin parçası, benim sizin kastettiğiniz militan ruha uygundur. Benim de onun müziğini andıran parçalarım vardır. Biz birbirimizi tamamlıyoruz. İkimiz birlikte çağdaş Yunan müziğinin kurucularıyız" olmuştu.


Theodorakis (solda) ile Hacıdakis

Mikis Theodorakis, Manos Hacıdakis'e sevgi doluydu. Onun kendisi gibi bir siyasi militan olmamasının "sağcı" olduğu anlamına gelmeyeceğini, o olmadan sadece kendisiyle çağdaş Yunan müziğinin olamayacağını olabilecek en zarif biçimde anlatmıştı.

İmetos, benim için ruhumu en okşayan parçalardan biri olarak kaldı. Mikis'in Hacıdakis müziğini andıran parçalarının başında gelen To Treno Fevgi Stis Okto (Tren Saat Sekizde Kalkıyor), ölüm haberini aldığım andan beri kulaklarımda çınlıyor. Bu yazıyı yazarken, bir Maria Faranduri'nin, bir Haris Alexiou'nun, bir Agnes Baltsa'nın yorumuyla dinliyorum. YouTube'da bir kez daha konserlerinde dolaşıyorum. (Parçayı Haris Alexiou yorumuyla buradan dinleyebilirsiniz)

Likavitos'ta amfiteatrın merdivenlerden inerek Parios ile birlikte Strose To Stroma Tou (Ser Yatağımızı) ve Zorba'yı birlikte söyledikleri ve dans ettikleri görüntüleri (buradan izleyebilirsiniz) sürekli izliyorum. Doksanına dayanmış Theodorakis'in nasıl bir dev olduğunu, koca amfiteatrı kapsayacak kadar büyüyen görüntüsünü bıkmaksızın seyrediyorum. Yunanca bilmek gerekmiyor, insan ruhunun nasıl bedenin her hücresinden yükselerek devleşebileceğini bir devin görüntüsü ve müziğiyle dinlemek yeterli.

Bu insanla yolumun kesişmiş olmuş olması, dönüp baktığımda hayatımın en mutluluk verici anıları arasındaki silinmez yerine yerleşmişti.

1986 yılında Yunanistan gözlemlerim ve gezilerime ilişkin yazılarımdan ötürü, Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü'ne lâyık görülmüştüm. Ödülü, kazanan diğer dostlarla birlikte -biri Madımak yangınında kaybettiğimiz Behçet Aysan idi- onun artık tanışık olduğumuz ve karşılıklı dostluk duyguları edindiğimiz Theodorakis'in elinden alacaktım. Mart 1987'de tam ödül töreninin yapılacağı sırada Türkiye ile Yunanistan arasında iki ülkeyi savaşın eşiğine getiren kıta sahanlığında petrol arama krizi patlamıştı. Törenin yapılabileceği yoktu ama durumu gazetecilik fırsatı olarak değerlendirme dürtümle Atina'ya gittim. Syntagma Meydanı'nda in-cin top oynuyordu. Halk, marketlere hücum etmişti. Theodorakis'i aradım, "Ne işin var burada?!" diye hayretle sordu. "Ödül töreni için gelmiştim. Tam da böyle bir ortamda yapmak anlamlı olacak" diyecek oldum. "Sen, buraları bilmezsin, durum bildiğin gibi değil. Törenin de sırası değil" dedi. Theodorakis bile böyle diyorsa, durumun gerçekten gayet ciddi olduğuna kanaat getirdim. Dönemin başbakanı Turgut Özal, anlamsız gördüğü savaşı önlemişti.

1980'lerin ikinci yarısı. Cumhuriyet Gazetesi Başyazarı Nadir Nadi'nin İstanbul Harbiye'deki evinde Yunanistan'ın büyük müzisyeni Mikis Theodorakis (solda), Tûba Çandar, Cengiz Çandar ve Hasan Cemal birlikte...

Bir ay sonra, Theodorakis, Atina'da büyük bir törenle ödüllerimizi verdi. Yunanistan'ın sağcı liderleri ve tarihi isimleri Kostas Mitsotakis ve Evangelis Averof bile salonda yerlerini almıştı. Akşam, Pire Tiyatrosu'nun sahnesinde bizim onurumuza, daha doğrusu Türkiye ile Yunanistan arasında dostluk ve barış için, Theodorakis, kendi yönettiği orkestrasıyla bir konser verdi. O gecenin unutulmaz isimlerinden biri, kısa süre sonra çok erken yaşta kaybedeceğimiz, kendisini tanımış olan her birimizin sevgilisi Örsan Öymen idi.

Mikis Theodorakis, yılmaz bir Türkiye-Yunanistan barış ve dostluk savaşçısıydı. Bir yüzyıla yaklaşan ömründeki doğal ve anlaşılır zigzagları içinde hiç sapmadığı konuların başında Türkiye'nin halkları ile Elen halkı arasında barışın ve dostluğun sağlanması geldi.

Ama, ne Yunanlılar ve ne de dünyanın her yerindeki sayısız hayranı Mikis Theodorakis denince, inandığı ne varsa, o yolda yorulmak bilmez, içten ve candan bir mücadele adamı olarak onu hatırlayacaklar. Elbette, her şeyin üzerinde ölümsüzleştirdiği ve evrenselleştirdiği müziğiyle, müziğe kattığı o tarif edilemez ruhla…

Seksenli yıllarda Stelyo'nun (Berberakis) dayısının Selanik'teki evinde kalmıştım. Stelyo, Giresun kökenli dayısının koyu bir sağcı olduğunu, sohbetlerde o yönünü fark ederek konuşmak konusunda beni uyarmıştı. Sohbetin bir yerinde, Theodorakis'i övmeye başladı. Ben ise Theodorakis'in kendisine tam zıt siyasi kimliğini hatırlatmak istedim. "Umurumda değil" diye karşılık vermiş, "Onun müziğini duyduğumda, içim bir tuhaf oluyor. Yerimde duramıyorum. Ne oluyor anlatması zor. Ama, onun müziği sanki benim ve milyonlarca insanın ruhunun müzikle ifadesi gibi bir şey" sözleri ağzından dökülmüştü.

Mikis Theodorakis, dünyanın her köşesindeki insanların ruhunu yıkayan, onları en insan yönlerinden müzik ile yakalamış bir büyücüydü.

Dev gibi cüssesini toprağa sığdırmak çok zor olacak. O, kuşaklar boyu Ege'nin ruhu olarak dünyanın her köşesindeki insanların yüreğine dokunacak.

Mikis Theodorakis, bir devdi. Her anlamda. Hep öyle kalacak. Neredeyse bir yüzyıl boyunca dev cüssesiyle kaldığı bu dünyanın üzerinde hep öyle kalacak.