Bu araştırmada bir direniş biçimi olarak gülme eylemine değinilmiştir. Geçmişten günümüze insanın nelere güldüklerini değil, gülmenin kendisi, kendilik olma ve estetik varoluşu odağa alınmıştır. Gülme ile sanatın çok fazla ortak noktası bulunmaktadır. Hem gülme hem sanat ortak yaşamın zorunluluğuna bir tepkiden doğar. Sanat yapma nasıl bir tutkuya dair eylemse gülme eylemi de bir tutkunun yansımasıdır. Hem gülmek hem sanat sınır tanımaz. Her ikisi de sahiciliğiyle, söze ihtiyaç duymadan, sözün tükendiği noktada başlar. Hem sanat hem gülme "şimdiki zamanı ifşa etme fırsatına" başvurur. Her ikisi de dönemin dayattığı yüce ahlaki değerlere karşı direnir. Gülmenin ve sanatın hakikati gerçekleştiğinde ortamın dayattığı ciddiyet sekteye uğrar, "şimdi"yi var eder. Katı, hiyerarşik ve baskın iktidarlara karşı çeşitli tepki biçimleri vardır. Sanat bu tepki biçimlerinden biridir. Sanatın tepki biçimlerinde de değişik yollar, ifadeler vardır. Gülme de tarihsel çizgide sınırlı olsa da bu ifadelerden biridir.
Matei Calinescu uygarlık tarihini üç döneme ayırır. Antik, Dinler dönemi ve Modernite.[1] 5. yüzyıldan bu yana eski ve yeniyi ayırmak için kullanılan modernitenin, Rönesans'ta belli başlı sacayakları oluşmuş, "moderniste" sözcüğünü 19. ve 20. yüzyılda kullanılacağı biçimiyle kullanan ilk kişi Jan Jacques Rousseau olmuştur (Berman, 2006, s.30). Bu dönemlerde değişen paradigma neyse gülme eylemi de buna paralel olarak değişmiştir.
Evren nasıl oluştu? İnsan nasıl ortaya çıktı? Yanıtı, "gülerek" diyebiliriz. Muhtemelen ilk alet yapan, ilk mağara resmi çizen insan da gülüyordu. Gülmenin havayla, nefesle ilişkisi yadsınamaz. İster mitolojide, ister çok tanrılı dinlerde, ister tek tanrılı dinlerde olsun yaratılış mitoslarının özünde "nefes" ve "hava" ile ilişkileri vardır. Örneğin Antik dönemde hava, Olympos tanrılarının armağanıdır. Hava yaşamı sürdürmenin ve hızlandırmanın yanında, yaşama ruh katar. Bu hava, kişinin ruhunu harekete geçiren şey olduğu için, insanın varoluşu ile varlığı arasındaki ayrımı da belirlemiştir. Gülme, nefes olmadan gerçekleşemez. Soluk almak, ses vermek ve gülmek insanı tamamlar. "Gülme yoluyla, can canlanır" (Sanders, 2001, s. 20). "En temel haliyle gülme, nefestir, yani bedende yolculuk eden sesli bir hava sütunudur" (Parvulescu, 2017, s. 33).
M.Ö. 3. yüzyılda Mısır uygarlığının yaratılış mitlerinin birinde gülmeyle ilgili bir metin vardır. Papirüste; Tanrı kaosu bir kahkahasıyla uzaklaştırdı. İkinci kahkahasından dünyaya hükmedecek yedi ayrı Tanrı yarattı. Her kahkahasıyla ışığı, suları ve yedinci kahkahasında ruhu yarattı (Sanders, 2001, s. 17) yazar. Dolayısıyla Mısırlılara göre nefes almak, kahkaha atmak, havayı, doğayı temizlemek, yeniden yaratmak anlamına gelirdi.
Antik çağ anlayışına göre, Tanrılar, acı çekmek için doğmuş olan insanlığa acıdıklarından, onların kaygılarını ara sıra dindirmek için dans, müzik ve oyun yeteneğini bize bağışlamışlardır (Huizinga, 2017, s.215 ). Antik çağ düşünürleri için gülmek, gerekli ve önemli, ama kontrol altında tutularak insanlığın yararına kullanılmalı görüşü yaygındır. Sokrates, "insan gülmediği günü hayat defterine kaydetmemelidir" der, ama aynı zamanda kontrollü cümlesini ekler: "Gülmeyi, tuzu kullandığı gibi kullanmalı insan, sakınarak" (Sanders, 2001, s. 110). Gülmenin yıkıcı özelliğini ilk farkına varan Platon'dur. Platon ciddiyeti bozduğu, aklı ötelediği için gülmeyi tehlikeli, aşırı gülmeyi bozguncu bulur, mahkûm eder, öte yandan onun gücünün farkındadır. Ona göre gülme, topluma ve insana zarar verdiğinden yasaklanmalıydı ve yalnızca toplumun ıslahında kullanılabilirdi. Antik çağ anlayışına göre insanlara biricik, ruhsal yaşamını veren şey yalnızca gülmedir. Her kişide silinmez bir ölümsüzlük izi bırakan şey salt soluktan çok, bu kahkaha yüklü havadır. Varlık kazanmaları gülme yoluyla olur (Sanders, 2001, s. 22-23). Antik çağ düşünürlerinden Aristoteles'e göre bebek doğumdan kırk gün sonra gülerek insan oluşunu tamamlar. Çünkü gülme, "diğer yaratıkların sahip olmadığı, ulaşamadığı, insanın en yüksek tinsel ayrıcalığıdır" (Bahtin, 2017, s. 85 ). Aristoteles'e göre, insan dışında hiçbir canlı gülmez, sadece ‘insana özgü' bir eylem biçimi olduğundan insan, "gülen hayvandır" ya da "gülmesini bilen hayvandır." Böylece Antik dönemde yalın gülme anlamlı hale gelir ve bu, her kişinin ruhsal yolculuğunun başlangıcı haline gelir. Aristoteles gülme meselesine ölçülü yaklaşmış, kontrollü gülmeye onay vermiştir.
Mitolojide ise gülmek tanrılara özgü bir güç gösterisidir. Hava, nefes, ses vermek ve gülmek insanın bu dünyadan ötekine geçişini kolaylaştırmak için tanrıların insana armağanıdır. İnsan; evreni, doğayı, yaşamı anlamaya çabalarken düştükleri zaaflara Yunan tanrıları gülermiş. "Yunan tanrıları Yahudi Tanrı'sından daha kolay ve daha sık gülüyorlardı; gerçekten de, doğuştaki yürekten gülüş bir bebeğin tanrısal karakterini imliyordu. Yaşlı Plinus, Zerdüşt'ün doğarken yüksek sesle güldüğünü, bunun da tanrı olarak doğduğunun ilk göstergelerinden biri olduğunu söyler" (Sanders, 2001, s. 82). Zeus hem tanrılara hem de insanlara karşı başarılarını kükreyerek gülmekle kutlarmış. Zaten öyle bir deyim bile var: "İnsan düşünür, Zeus güler" diye.Zeus'a karşıYunan tanrılarınınmücadelesinde zaman zaman başarılı hamleler olur. Prometheus, tanrılardan ateşi insanlar için çalar, fakat Zeus'un gazabından kurtulamaz. Zeus, Prometheus'a bir tuzak hazırlar ve onu aptal durumuna düşürür. Bundan büyük bir zevk alan Zeus kükreyerek güler. Zeus, ateşi kontrol altına alan, onu biçimlendiren Demirci Tanrısı Hephaistos'un ateşten sakat kalmasını sağlar ve yürüme zorluğu çeken Hephaistos'un durumuna diğer tanrılarla birlikte gülerler. Zeus'un alaycı, yıkıcı ve ateşli gülüşü onu mutlak güç yapar, ama, "Zeus'un gülüşü kimseyi öldürmez" (Sanders, 2001, s. 96).
Mizaha ve gülmeye karşı en sert tavır dinsel otoritelerden gelmiştir. Tek Tanrılı dinlerde gülme kontrol altında tutulması gereken bir özellik olarak karşımıza çıkıyor. Tek tanrılı dinlerde (Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam) gülme insanın duygularına yenildiği düşüncesiyle hor görülmüş ve hoş karşılanmamıştır. Tek tanrılı dinlerde Tanrı olabildiğince ciddidir, ağırbaşlıdır. Son gülen her zaman Tanrı'dır. Tanrıların insanları cezalandırmaları onur kırıcı gülme ve ironi ile doludur.Tanrısal üstünlük gülmeye en güçlü, en tipik özelliğini verir. Gülme, bir güç belirtisidir, zevkle yakından ilişkilidir. Gülme ‘şimdi' ve ‘burada'gerçekleştiği için dünyevi zevkleri hatırlatır. Gülmeyle cenneti yeryüzüne, bu dünyaya getirmiş oluyoruz. Oysa tek tanrılı dinlerin mutluluk vaadi bu dünyada değildir, bu dünya gelip geçicidir, acıyla, zevkle, sınandığımız yerdir, çile doldurma yeridir. Gülmek tüm bunların ciddiyetle sürdürülmesini engelleyebilir.
Tarih boyunca her türlü iktidar odağı alaycı yıkıcılığından dolayı gülmeye karşı mesafeli durmuştur. Varlık nedenleri sarsılabilir, hatta ortadan kalkmasına neden olabilir düşüncesiyle gülme, iktidarlar tarafından kontrol altına alınması gereken toplumsal bir sorun olarak görülmüştür. Dolayısıyla gülme tarihsel süreçte sürekli aşağı tabaka özelliği olarak aktarılmış ve yasaklanmaya çalışılmıştır. Gülmenin baskılama yolları tarihsel paradigma içinde oldukça çeşitlidir. İktidarlar, yaratılış mitoslarından Ortaçağ'a, Rönesans'tan günümüze gülmeyi, tehditkâr özelliğinden dolayı, hep kontrol altında tutmak istemişlerdir.
Yahudiliğin kutsal kitabında Tanrı'nın gazabı gülerek gerçekleşir. Bir Yahudi deyişinde, "insan düşünür, Tanrı güler" aforizması vardır. Yahudilerin yeryüzünde sevinçten kaynaklanan gülmeyi gerçekleştirmeleri olanaksızdır. Ancak, tıpkı soluk gibi gülme de tanrının mucizevi armağanı olabilir (Sanders, 2001, s. 64). Yahudilerde gülebilmek, ancak kendilerinin Tanrı tarafından "seçilmiş" olmaları ile mümkündür. Yahudi Tanrı'sı karşısında kibrini (gülerek) sergileyen kişi, kendini cehennem azaplarına hazırlayabilir (Sanders, 2001, s. 96). Kitabı Mukaddes'te neşeli gülme bir yerinde geçerken, alaycı veya küçümseyici gülme dört kez geçer, ama her defasında da kozmosu dehşet verici bir korkuyla doldurur. Dolayısıyla din –özellikle Musevilik- gülmenin tedirgin edici etkilerine karşı pek hoşgörülü değildir. Yahudi geleneğinde, yüksek sesli bir gülüş insanın kendisini tamamıyla duyularına bıraktığını gösterir. İbranice, "gülme" kökünü "cinsel ilişki"den yalnızca bir ünlü ses ayırır. Saşak- gülme, seşok - cinsel ilişki anlamına gelir (Sanders, 2001, s. 67-73 ). Bu görüşe göre, duyularının peşinde hareket eden insan potansiyel olarak hazza, arzuya kapılmaya en yakın olandır.
İslam dininde de gülme, diğer dinlerde olduğu gibi yasaklarla doludur. İslam'da bir Müslümanın güler yüzlü olması istenir, beklenir. Ancak gülmenin ölçüsüyle de sürekli uğraşılır. Örneğin (kahkaha ile gülmek kalbi karartır) ifadesi yaygındır. Hz. Muhammed'in, "Tebessüm Rahmandandır, kahkaha şeytandandır", "Az gül. Çünkü çok gülmek kalbi öldürür" gibi hadisleri vardır. Kuran'da, "Çok ağlayın az gülün", "Siz benim bildiğimi bilseydiniz az güler, çok ağlardınız...", "Ağlayacak yerde gülüyorsunuz!" gibi uyarılar yapılmıştır.
Ortaçağın baskıcı Hıristiyan anlayışı gülmeyi kesinlikle yasaklamıştır. Ortaçağ evren anlayışı dünyayı üç bölüme ayırır: Cennet, cehennem ve ikisi arasında yeryüzü. Ortaçağ insanı ölümlü hayatlarını bu cennet-cehennem uçları arasındaki yeryüzünde yaşayarak geçiriyorlardı. Yeryüzünde kilise hüküm sürüyor ve mutlak ciddiyeti, kederi, çileyi ve güçlü gözyaşlarını savunuyorlardı. M.S. dördüncü yüzyıldan itibaren Ortaçağ insanı Rönesans'a kadar gülmeyi unuttu. Ortaçağda Hristiyan yazarlar da dâhil, gülmeye kötü gözle bakmışlar ve hangi amaçla olursa olsun her türlü gülmeyi yasaklamışlardır. Kapadokyalı kilise babası Basileos hangi amaçla olursa olsun her türlü gülmeyi yasaklar. Aziz Ambrois'e göre, gülme kibir işaretidir, buna karşılık gözyaşları gerçek tövbekâr ruhun dış göstergesidir. "Yaygın bir kilise görüşüne göre, gülmek, cennetle alay etmek demektir. Gülme cennetin şimdi ve burada yaşanabileceğini ima eder" (Sanders, 2001, s. 155). Luka, 6.21'de Hıristiyanlara gülme zamanını erteleme hikmetinden söz edilir. Tanrı canlıların yeryüzündeki zahmetli ve ısrarlı çalışmalarını cennette sevinçli gülmeyle ödüllendirecektir: "Ne mutlu size, şimdi ağlayanlar; çünkü güleceksiniz." Beş ayet sonra Luka uyarır: "Ey şimdi gülenler, vay size! Çünkü yas tutacak ve ağlayacaksınız" (Sanders, 2001, s. 155).
Ortaçağ insanları ikili bir yaşama mahkûmdular: resmi yaşam ve karnaval yaşamı. Gülme eylemi sadece karnaval zamanları yasak değildi. Her şeye rağmen gülme en insani ve doğal bir refleks olduğundan Ortaçağda gülme eylemi iktidarlara karşı bir silah olarak kullanıldı. Çünkü gülmenin, evrensel ve insanları özgürleştirici özelliği yanında, insanların gayri resmi hakikatiyle olan bağlantısı açısından da önemliydi. "Sınıf kültürünün ciddi yönleri resmi ve otoriterdir; şiddetle, yasaklarla, sınırlamalarla ilişkilidir ve daima korku ve sindirme öğesi içerir. Ortaçağda bu öğeler hüküm sürüyordu. Oysa, gülme korkuyu alt eder; çünkü hiçbir engelleme, hiçbir sınırlama tanımaz. Gülmenin dili, şiddet ve otoritenin kullanımına sokulmaz asla" (Bahtin, 2017, s. 105). Ortaçağ insanı yasaklarla mücadele ederken gülmenin korkuyu yendiğini keşfetmesi önemli bir zaferdi. Hem Tanrı'nın gizemli terörü hem bilinemeyen doğa güçleri karşısında hem de her şeyle bağlantılı baskı ve suçluluk karşısında kazanılan bir zafer. "Bu, Tanrının ve insanın iktidarının, otoriter emirlerin ve yasaklamaların, ölüm ve ölümden sonraki cezalandırmanın, cehennemin ve yeryüzünün kendisinden daha korkutucu olan her şeyin yenilgisiydi. Bu zafer sayesinde gülme, insanın bilincini arıtıp insana yaşama dair yeni bir bakış açısı kazandırıyordu" (Bahtin, 2017, s. 105 ). Bu bakış açısı Rönesans'ın habercisiydi.
Resim 1: Ortaçağ Grotesk figürler
Ortaçağ dönemi özellikle mimari yapılarda gülmeyle ilgili Grotesk figürler görülür. Grotesk figürler doğudan batıya her kültürde görülür. Antik tarih, mitler, masallar ve pagan dinleri, korkutucu ve şaşırtıcı hayal gücünü ateşleyen yaratıklar, hayvanların hikâyeleriyle doludur. Ancak Grotesk figürler Ortaçağ Gotik mimarisiyle yeniden keşfedilir. Grotesk figürler mimaride süsleme tarzı ve suyun dolaşım sistemini sağalmak için kullanıldı. Grotesklerin ikinci işlevi, olası kötülüklere karşı yapıların "koruyucuları" olmasıydı. Bu koruyucular genellikle dişlerini gösterecek şekilde çirkin, abartılı, alaycı ve korkutucu gülmeyle gösterilir (Resim 1). Grotesklerin geçmişi bir inanç sistemi olarak kaos ve tehlikenin üstesinden gelmeye çalışan, Pagan kültürüne dayanır. Bu figürler bilinmeyene karşı duyulan korkulardan kurtulmak için yapılmıştır.
Doğu kültürlerinde gülme M. S. 950 – 1000 yıllarında ortaya çıkan "Gülen Buda" olarak bilinen Pu-Tai imgesidir (Resim 2). Gülen Buda'nın, Budizm'in kurucusu Sidarta Gautama (M.Ö. 500 yılları) imgesi ile hiçbir benzerliği yoktur. Buda, görsel imgelerde oldukça zayıf bir biçimde gösterilirken Gülen Buda Pu-Tai oldukça kilolu, sevimli ve gülerken gösterilmiştir. Gülen Buda, Çin'de yaşamış bir Zen rahibidir. Nezaketi ve cömertliği ile efsane haline gelmiştir. Gülen Buda, mutluluğu, cömertliği ve bereketi temsil eder. Yoksulların ve çocukların koruyucusu olarak bilinir. Budizm, acı, ıstırap ve insanın tatminsizliğinin yol açtığı kötülüklerden kurtulmayı amaçlayan bir dindir. "Gülen Buda, insanlara şunu göstermek için şişmandır: En iri beden bile yeterince büyük bir gülüşle yerden havaya yükselebilir. Buda ne kadar büyükse, kahkaha da o kadar yüksek olur. Hep gülerek yok ettiğimiz şey budur: Ağırlık… Gülme gerçeklik yükünü hafifletir. Gülmenin insanı alıp götürme ve ağırlığını alma gücü de vardır. Gülme ile birlikte hissedilen hafiflik duygusu budur"(Sanders, 2001, s. 35).
Resim 2: Gülen Buda, M.S. 900-1000 yılları
Rönesans döneminde gülme yüksek edebiyatın konuları arasına girdi. Rebelais, Cervantes ve Shakespeare gülmenin tarihinde önemli bir dönüm noktasını temsil eder. "Gülme, bu dönemde, yeni, özgür ve eleştirel bir tarihsel bilincin biçimi haline geldi" (Bahtin, 2017, s. 112). Rönesans'ta gülmenin derin bir felsefi anlayışı hakim olur. Bu anlamda gülme, bir bütün olarak dünyaya ilişkin, tarih ve insana ilişkin temel hakikat biçimlerinden biridir. Gülme, dünyaya dair özel bir bakış açısıdır, tıpkı ciddiyete verilen değer kadar eşit düzeyde değerlendirilir. Bu nedenle gülme, evrensel sorular ortaya atan yüksek edebiyatta ciddiyet kadar kabul görür (Bahtin, 2017, s. 85). Rönesans'ta her türlü yenilik gibi, gülmenin de felsefi kaynakları Antik çağa dayanıyordu. Bu kaynaklar, sağlığın ve gülmenin teorisyeni Hippokrates'in; neşeli ve mutlu ruh halinin ancak gülmenin şifa verici gücüyle gerçekleşebileceği görüşüne, gülen filozof lakaplı Demokritos'un[2] gülme felsefesine ve Aristoteles'in ünlü formülü, "tüm canlı yaratıklar arasında yalnızca insana bahşedilmiştir gülme" düşüncesine dayanıyordu.
Gülmenin bu evrensel, felsefi derinlikli bir biçim boyutuna karşın Rönesans döneminde de gülmeye karşı ezici siyasi yasaklar getirilmiştir. Rönesans'ta gülmeyi susturmaya çalışan yeni bir duyarlık egemen oldu. Çok fazla gülmek insanın yoldan çıkmış ruhunu yansıttığına inanılırdı. Hıristiyanlık inancından kaynaklı "Rönesans'ta da gülme, hoppalık, laçkalık, delice tutum anlamına geliyordu." (Sanders, 2001, s. 258 ). 1655 yılında bir grup Baptist (Protestan mehzep), üyelerinin kamusal alanda espri yapmalarını kutsal yemin ettirerek yasaklamışlardır. Bazı dinsel gruplar ise hangi tür gülmenin daha büyük bir günah olduğunu tartışıyorlardı. Tümünde ortak nokta şöyle özetlenebilir: Gülmek günahtır.
Hristiyanlığın en önemli figürü İsa'dır. İsa'nın yaşamı Hristiyanlarca model alınır. Hristiyanlıkta, İsa'nın üç kez ağladığı ama hiç gülmediğinden söz edilir. İsa, ciddi, ağırbaşlı, herhangi bir gülmeden yoksun Yahudi Tanrısının Oğludur. Birçok Ortaçağ Hristiyanlık metinlerinde, "nasıl oluyor da yüreğinde gülmeye yer bulabiliyorsun, çünkü İsa bu dünyada hiç gülmemiştir, onun güldüğünü gören olmamıştır" (Sanders, 2001, s. 158) gibi gülmeye karşı telkinler vardır. Ortaçağ Hristiyanlık metinlerinde gülme "kirli" olarak yorumlanır. Şaka, mizah ve gülme dünyevi zevkleri yaşattığı ve kutsallığı zayıflattığı düşüncesiyle kirli kabul edilir. Bu inanca göre, insan, bu dünyada değil, ancak ebediyette sonsuza dek gülme imkânına kavuşacaktır. Yalnızca yüksek sesle gülme "kurtarıcıya" aittir. Rönesans'ta Hıristiyanlıkla ilgili konuların görsel anlatımlarında gülme ilgili bir istisna vardır. Antonio Rossellino'nun (1427 - 1479), Meryem ve Gülen Çocuk İsa'sı, (1465) pişmiş topraktan yapılmış nadir örneklerdendir (Resim 3). Olasılıkla bu resim, çocukların içten ve istemsiz gülme mizacına bağlı olarak kabul görmüştür. Aynı zamanda Rönesans döneminde gelişen insanı, aklı ve düşünceyi temel alan hümanist görüşün de (edebiyatta olduğu gibi) etkisi olabilir.
Resim 3: Antonio Rossellino (1427 - 1479), Meryem ve Gülen Çocuk İsa, 1465, pişmiş toprak
17. ve 18. yüzyıl Aydınlanma döneminde de gülme, katı görgü kurallarıyla sınırlandırılmış, gülenler ve mizah yapanlar akılsız ve birer suçlu gibi görülmüştür. 17. yüzyıla yeni bir mutlak monarşi düzeni egemen oldu. Görece ilerici bir evrensellik boyutu yakalandı. Descartes'ın akılcı felsefesinde ve klasisizmin estetiğinde bu evrensellik ifade edildi. "Akılcılık ve klasisizm belirgin bir şekilde yeni resmi kültürün temel özelliklerini yansıtıyordu; kilisenin feodal kültüründen farklıydı ama daha az dogmatik olmakla birlikte, o da otoriter ve ciddiydi" (Bahtin, 2017, s. 112) Yeni resmi kültürde gülme "görgü kuralları" çerçevesinde tekrar dışlandı. Bahtin'e göre gülme, toplumsal yaşamın tek tek ve tipik tekil olgularına yönelik sınırlara çekildi. Önemli ve temel olan komik olamaz, dünyaya ve insana dair temel hakikat gülmenin diliyle ifade edilemez. Bu nedenle, gülmenin edebiyatta (sanatta), yeri yalnızca aşağı türlere, özel bireylerin yaşamını ve alt toplumsal tabakaları resmeden türlere özgüdür (Bahtin, 2017, s. 84). Kartezyen aklın egemenliğinde, Kalvinci soylu yönetim erki, gülmeyi ancak delilere, yoksullara, köylülere ve çocuklara yakıştırdı. 1649 tarihli bir yazıda, "gülmeye en yatkın olanlar çocuklar, kadınlar ve halk tabakasıdır." Bu cümlenin örtük anlamı Tanrı'nın cennetine seçemedikleri kimseleri işaret ediyordu. Gülme bu dönemde üst sınıfla alt sınıf arasındaki sınırı belirliyordu. Çünkü gülme kabalık fikrini – şeytanca tensel, günahkâr yaşamın alt sınıflara özgü, kaba dışavurumları – devreye sokuyordu (Sanders, 2001, s. 264 ).
17. yüzyılda Kuzey Avrupa dinsel, siyasal ve toplumsal açıdan farklı gelişmelere sahne olmuş, burjuva sınıfının beğenileri ve beklentileri, sanatçıları da yeni arayışlara itmiştir. Portre, Manzara, iç mekân ve gündelik yaşam resimleri gibi yeni sanat türleri ortaya çıkmıştır. Bütün konular hiyerarşinin ciddiyetini ve toplumsal statüyü hissettiren doğrultuda gösterilmiştir. Gülme eylemi yoksul halkın sıradanlığını, sefaletini ve sınıfsal farkını göstermek için kullanılmıştır. Hollanda 17. yüzyılı, "İtalyan Rönesans'ı ile karşılaştırılabilen, altın mizah dönemi" olarak tanımladı. 17. yüzyılda Hollanda'daki Kalvinist kilisenin egemenliği, çok sayıda ayık ve ciddi insanın olduğu anlamına gelirken, mizah yaşamı ve şakalar da halk arasında çok popülerdi. Onlar sadece başka bir sosyal sınıftan köylülere ya da insanlara gülmüyorlardı, ama giderek artan oranda kendi ya da benzer sosyal sınıflardan insanlara da gülüyorlardı. Mizah sanatçıların zekâlarını, yaratıcılıklarını göstermede önemli bir yol oldu (Resim 4). Halk arasında mizaha olan düşkünlükten dolayı eserlere ilgi oldukça fazlaydı ve bu resimlerin çoğu koleksiyonculara büyük paralara satıldı. Gerard van Honthorst'un, Gülen Violinist'i, (Resim 5) sıradan yaşamı temsil eden ilginç bir örnektir. Gülen kemancı neredeyse duyulabilir gülmekle kalmıyor, aynı zamanda evrensel olarak anlaşılabilen ahlaksız kabul edilecek bir ifadeyle bir el hareketi yapıyor. Van Honthorst ağzı açık gülmeyi, bir ifade olarak değil, bir tepki olarak olduğu gibi görmemizi sağlayarak geleneksel katı kuralları sarsar.
Resim 4: Gerard van Honthorst, Gülen Kız, 1625, Tuvale yağlıboya, 46,9 x 60 cm
Resim 5: Gerard van Honthorst, Gülen Violinist, 1626, Tuvale yağlıboya
Frans Hals, (Resim 6) Haarlem'deki çingeneler, sarhoşlar ve çalışan kadınlar gibi günlük yaşamdan sahneleri resimledi. Bu resimde konu, Haarlem'deki tavernalarından birinde çalışan çok popüler bir kadındır. Yaşlı bir kadın sol omuzunda bir baykuş bulunan bir metal bira bardağı kavramış. Çılgın Babbe'nin yerel hikâyesi Hollanda kültüründe, rahat ve çılgın olan birini tanımlamak için kullanılır. Çılgın Babbe sarhoş ve erkekleri baştan çıkaran kötü bir karakter olarak algılandı. Kadın geceleri erkekleri baştan çıkaran, cinsellikte sınır tanımayan vahşi bir hayvana benzetilir. Bu resimde Hals, Cılgın Babbe'nin aptalca sırıttığı bir anı yakalar. Kadının omzundaki baykuş, Çılgın Babbe'nin doğal karakterini, cadılığın ve sarhoşluğun eski geleneksel yapısını temsil ettiği gibi, geceye ait olduğunu da simgeliyor. Baykuş gündüzün değil gecenin, karanlığın yaratıcı simgesiydi.
Resim 6: Frans Hals, Haarlem'in Cadısı ya da Çılgın Babbe, 1633/35, Tuvale yağlıboya, 75 x 64 cm
18. yüzyılda gülme yine başka bir statü belirleme özelliği kazanır. Sistem her şeyin kayıt altına alındığı, istatiksel bir siteme doğru gider. Ortaçağda yazarlar (Chacuer) sözlü biçimleri keskinleştirip o büyük entelektüel silaha, espriye dönüştürürken okuryazarlığın gücünden yaralanmışlardı; 18. yüzyıl yergicileri ise artık okuryazarlığı kullanarak gülmeyi zararsız hale getirip daha çok erişilebilir kılmaya çalışıyorlardı (Sanders, 2001, s. 265 -271). George Eliot'ın yazılarının birinde ima ettiği şey budur: "kültürlü insanın avamla paylaşabileceği en son şey onların şakacılığıdır". Yine başka bir felsefeci Kant, Yargı Gücünün Eleştirisi'nde söyle der: "Katıla katıla gülmeye yol açacak her şeyde saçma bir şey olmalıdır" (Sanders, 2001, s.276). 1745-1746 İrlanda başkomutanı Philip Dormek Stanhope görgü kuralları hakkında bir kitap yazar. Aristokrasiyi ayaktakımından ayıran egemen gülme tutumunu ana çizgileriyle ele alır: " sık sık ve gürültülü gülme, budalalığın ve görgüsüzlüğün tipik özelliğidir; ayaktakımının saçma şeylere yönelik saçma neşesini dile getirme tarzıdır bu… Başkalarının duyabileceği şekilde gülmek kadar görgüsüz ve cahilce bir şey yoktur. Gerçek nükte ya da mana şimdiye kadar hiç kimseyi güldürmemiştir… Gülme son derece aşağılık ve yakışıksız bir şeydir: Çıkardığı tatsız sesten ve yüzde yarattığı şoke edici çarpıtmadan hiç söz etmiyorum" (Sanders, 2001, s. 277 ). Sistem günlük yaşamı kontrol altında tutmak için; yaş, ırk, cinsiyet, gelir, eğitim gibi alanlarda sınıflandırma düzeni kurar. Artık sıradan gülme, kaba gülme ya da "karnaval gülüşü" dediğimiz şey "bilenler" ve "okuryazarlık" yüzünden, geçmişte olduğu gibi bu kez farklı gerekçelerle aşağılanır. Gülme; yergi, ironi ve nükte ile birlikte gerçekten adabı, düzeni bozmadan himaye altında "sınırlı" sergilenebilmelidir. Charles Baudelaire de Henri Bergson gibi gülme'ye "sınır" getirir.
Charles Baudelaire gülmenin insanın yükseklik duygusundan kaynaklandığını (aynı sav Henri Bergson'da da var) sözgelimi özgüvene dayalı bir bilincin yansıması olduğunu belirtmekle birlikte, gülmeyi oldukça gizemli ve alegorik nedene bağlıyor. Baudelaire, sanatsal yapıtın özünü Tanrı ve Şeytan'ın imledikleri ruh ve ten ikilisinden yola çıkarak açıklar. Gülmede de işin içine şeytansı bir şeylerin, bir "muzırlığın" girdiğini, yani tensel olanın ruhu ayarttığını, baştan çıkardığını, onu saflığını bozduğunu, onu aşırı bir zevke ulaştırdığını belirtir. "Gülme, şeytansı, hınzırca bir şeydir… Gülme sonsuz bir yüceliğin ve aynı zamanda sonsuz bir düşkünlüğün imidir" (Baudelaire, 1997, s. 11). Bu ifadelerde Baudelaire, gülmenin alışılmamış bir yanlışlıktan, kurallara uymamaktan, bir güçsüzlükten, yükseklik duygusuna kapılmış bir bilinçten doğduğunu, kısacası gülmenin bir düşkünlük göstergesi olduğunu belirtir. Ona göre bilge insan, gülse de, korkarak, çekinerek, istemeyerek güler; "Bilgeliğe, yalvaçlığa ulaşmış kişinin gülüşü ürkektir" (Baudelaire, 1997, s. 3). Ona göre, "bilge kişi asla gülmez, titrer." Baudelaire, gülme konusunda Batı'nın dinsel yasaklar ve görgü kuralları geleneğine yaslanır. Baudelaire gülmeyi toplumsal denetim bağlamına yerleştirir; gülme topluma hizmet ettiği sürece izin vardır.
Görsel tarihte gülme, nadiren görülse de sınıfsal özelliklerinin yanı sıra etnik ayrımda da öne çıkıyor. Batı resminde siyah kökenlilerin temsilleri çok az görülür. Bu temsilleri çoğunda sınıf farklılığını beyazdan yana kullanan ve siyahın efendisine itaati gösterilir. Bazı resimlerde siyahların gülmesi, sınıfsal farklılığı yansıtmanın yanında sıradan halkın davranışlarının kontrolünü sağlayamayan, ciddiyetten uzak halini gösteren örneklerdir. Resim 7'de bir yoruma göre; Thomas Hovenden'in, seçtiği konular ırk eşitliğinin nadir olduğu bir zamanlar için olağanüstü şefkatli temsillerdir. Hovenden'in, "siyah imgeyi, ırksal klişe ve aşırı kasılma tutkusundan kurtardı"ğı (Schantz, 2018) düşünülür. Richard Leppert'e göre ise; ötekinin özselleştirilen ve aşağılanan bedenine dair çok etkili bir söylemin tamamen tipik özelliğini yansıtıyor bu resim. Resim, tıpkı öbür sayısız Afro-Amerikan imgesi gibi, şu eski kültürel iddiadan yola çıkıyor. Beyaz-olmayan ırklar daha basit, daha ilkel ve gerçekten de özde çocuksuluğu. Hovenden'in resmine üç renk hakim: Çocuğun, bembeyaz dişlerini çevreleyerek seyircinin dikkatini sırıtışına çeken, ışığı yansıtan derisinin rengi olan siyah; derisinin rengini iyice belirginleştiren gömleğinin beyazı; ve karpuzun anormal derecede parlak kırmızısı. Buradaki ırkçı klişe; Afro-Amerikanlarla karpuzlar birleştiriliyor ve siyah erkek - hiç büyümeyen çocukla özdeşleştirilir. Hovenden'inki gibi resimlerin siyahlar için değil orta sınıf beyazlar için yapıldığını unutmayalım. Bu tür imgeler ekonomik olarak üstün olan ve kendilerini kültürel olarak da üstün gören insanlara sesleniyordu tamamen. Bu resimde hiçbir paradoks, problem ya da eleştiri izi yok. Çünkü resim, gerçekten de, ırkçı bağlantıları ayakta tutan bir sistemi kutsuyor; tabii, bu arada, Hovenden'in kendi düşünce ya da güdülerinden - bunlar konusunda doğrudan bir bilgimiz yok - bağımsız olarak (Leppert, 2002, s. 270).
Resim 7: Thomas Hovenden, Olmamış mı? (Ain't That Ripe?) 1885, Tuvale yağlıboya, 55.7 x 40.3 cm
Gülmenin özgürleşmesi 19. yüzyılda kısmen başlar. William Blake gülmenin parametrelerini belirlemiş (kararlılıkla aşırılıklar yolunda gidiniz[3]), Nietzsche gülmeye felsefi disiplini getirmiş, Freud ise ona salt haz arayışını ekleyerek ahlaki ölçütlerin dışında bir yere koymuştur. Nietzsche, Blake'in izinden gider ve Blake'in ölümünden elli yıl sonra, gülmeyi benliğin akla gelebilecek en canlı anlatımı, en güçlü olumlaması haline getirir. Blake gibi Nietzsche de, insanları sımsıkı bağlayan bağları koparmayı umar. Blake gibi o da kabalık ve hoyratlığa, insanların zincire vurulmamış hayvani yönüne hayranlık duyar. Houyhnhnm[4]'lerin kişnemesini duymaktan hoşlanır: İnsan kahkahayla kişnediğinde, kabalığıyla bütün hayvanları aşar. Ben gülmeyi kutsuyorum; siz yüce insanlar, gülmeyi öğrenin!... Nietzsche'ye göre, insanları geleneksel ahlâkın ötesine götüren, onları mutlak ve kesin olarak özgürleştirebilecek tek şey zincire vurulmamış, biçim bozucu gülmedir (Sanders, 2001, s. 281). Nietzsche felsefecileri ne kadar güldüklerine göre sıralama önerisi getirir (Nietzsche, 1989, s. 211). Nietzsche, kim çok gülmüşse veya gülmeyi özgürleştirmişse onu başköşeye yerleştirmeyi önerir.
19. yüzyıl kişisel, toplumsal ve siyasal yaşamın her boyutunda yeniliklerin yaşandığı dönemdi. Aynı zamanda, her tür değerin altüst oluşlarının, patlamalarının ve çözülmelerinin olduğu bir çağdı. 20. yüzyıl modernleşme süreci, gelişmekte olan modernist dünya kültürü sanatta ve düşünce alanında tüm dünyayı etkisi altına alır. Modernitenin avangart yüzünün parametreleri neyse, 20. yüzyılın gülüşü de aynı paraleldedir. Gülme eylemi modern gelenek içinde görsel dilde neredeyse unutulur. Bireysel anlatım olanakları biçimin dönüşümünden yana çeşitlenir. Başkaldıran sanatçı kimliği büyük kitleleri karşısına alacak kadar biçimci dilin tarihsel hesaplaşmalarına girişir. Dışavurumcu gelenek içinde özgür bireysel anlatımın bir örneği olarak Otto Dix, gülme eylemini bazı resimlerinde konu edinir (Resim 8). Denizci ve Fahişe resminde kahramanların birbirlerini karşılıklı kabullendikleri bir karar anını görülmektedir. Denizci ve kadının birbirlerine bakışları ve yüzlerindeki gülmeyle desteklenen memnuniyet ifadesi resmin en etkili yanıdır. Cinsellik bedensel damarların sınırlarını aşan bir biyo-psikolojik salınma ya da tutku olarak değil, toplumsal katartik bir ritüeli anımsatır. Bu resimdeki her iki karakterinde insani yanları gözler önüne serilmiştir. Birçok işadamının kendi ürünleri için müşteri bulmalarında olduğu gibi, gururlu bir duygu egemen. Resimdeki erkek ve kadın arasında duygusal bir "oyun" yok ve her ikisi de bunun farkında, zaten olması da gerekmiyor. Bunun yerine, birbirlerinin varlığının farkında ve birbirlerini bulmanın temel neşesini görürüz resimde. Bu çiftin aralarında erotizme ihtiyaç duyulmaz. Fiziksel yakınlık onların keyfi için yeterlidir. Hayatta kalmakta zorlanılan bir dünyada standartlaştırılmış ortaklıkları (insan kokusu, sıcaklık hissi ve günaha ortak olmanın tatlı gülüşü) bu insanlarda hissediyoruz. Freudyen hazzın verdiği özgürlük duygusu burada hayata geçirilmiştir.
Resim 8: OTTO Dix, Denizci ve Fahişe, 1925
Freud bilinçdışı cinsel güdü merceğinden bakarak gülmenin yüce ahlaki değerler karşısında zaferini ilan etmiştir. Freud'un ünlü ruh bölümleri şeması –id-benlik(ego)-üstbenlik (süperego)- aslında gülmenin özünü oluşturan haz ile yetke arasındaki bildik savaşımı dile getirir (Sanders, 2001, s. 287). Freud'a göre gülmede, üstbenlikte sürekli olarak baskıladığımız şeyler geçici olarak askıya alınır, özgürleşiriz. Bu "kavrayışla gelen zevk, iktidar sevincidir, bir güçlüğü alt etme sevincidir (Sanders, 2001, s. 288). Anca Parvulescu'ya göre gülme, "içsel bir hadisenin aksesuarı" falan değildir. Başka bir deyişle gülme, kendi başına bir tutkudur, başka tutkuların emaresi değildir" (Parvulescu, 2017, s. 27). Bataille'ye göre de gülme tutkudur. Hatta "en mükemmel tutku gülmedir", "aşırıya varmayan gülme, gülme değildir… Gülme tek çıkış yoludur" (Parvulescu, 2017, s. 188) der. Bataille, kendine yeterliğimizin dengesini bozan tutkunun taşkın doğasını vurgular. Bataille "gülmekten ölme!"yi önerir. Elbette gülme sevgi veya nefret gibi beden yoluyla gelir. Gülmenin denetlenmesi olanaksız değilse de zordur, son derece boyun eğmez bir tutumu vardır. Gelgelelim, Ortaçağdan günümüze sanata çekilmek istenen sınırlar gibi gülmeye de sürekli sınırlar çizilmeye çalışılmıştır. Ahlaki anlayışın ve görgü kurallarının dışına taşabilme özelliğiyle, ciddiyeti sarsan doğallığıyla, çıkardığı sesten cinsel çağrışımlarına kadar gülme iktidarların korkulu rüyası olmuştur. Örneğin, Antik çağdan günümüze gülmenin cinsellikle ilişkisi hep kurulmuştur. Bunun birinci nedeni, yüzümüz olabilir. Gülme insanın yüzüne, özellikle ağız yapısına odaklandığı için görsel tarihte oldukça kısıtlandığını görürüz. "(1579- Laurent Joubert- Gülme Üstüne Risale)de; yüz, yüz yüze toplumsal etkileşimin mevkisidir… Güzelliğin beşiğidir yüz… Ruhun aynasıdır; tutkular yüzde görülür; hastalık da öyle. Öpücük, dolayısıyla aşk, yüze aittir. Yüz bireyseldir… Bununla birlikte hepsinden öte, yüzü öne çıkaran unsur, gülmenin tahtı olma statüsüdür" (Parvulescu, 2017, s. 68-69). İkinci nedeni, denetimsiz gülmenin ses tonu ve ağız açıklığının etkisi olabilir. Ağzın ritmik bir şekilde açılması, bedenimizdeki bir dizi açıklığı anımsatabilir. Yüz üzerindeki bir yarık gülmeyle kasılır, açılır. Gülme bedenseldir, gülmeyle bedenin tümü harekete geçer. Latince Os /oris sözcüğünden gelen ağız, Oral/orality'nin atasıdır. Dişi bedeninin ağza benzeyen öteki açıklığı da Os'tur. (Oxford İngilizce Sözlüğünde Os için yazılmış maddelerden biri, "vajinaya giden açıklıktır") (Parvulescu, 2017, s. 30-31).
Gülme 20. yüzyılda uygarlaşma ile bağlantılı özgürlüğünü ilan etmiştir, ancak aynı zamanda kapitalist sistemin de kullandığı bir araç haline gelmiştir. Örneğin, eğlencenin genele yayılmış gülüşünün simgesidir oyuncu, manken Marilyn Monroe. O, kültür endüstrisinin görünüşte mutluluk üreten gülmesinde aracı bir simgedir (Resim 9).
Resim 9: Marilyn Monroe
Gülme ne anlama gelir?
Gülme komiğin sağlamasıdır. Gülme "zora gelmeyen, ele avuca sığmayan, felsefe kurgularına saygısızca meydan okuyan" (Bergson, 2015, s. 11) değişmez bir özdür. Gülme bir tür toplumsal jesttir. Uyandırdığı korku ile ayrıksılıkları bastırır; ayrı kalabilecek, uykuya dalabilecek kimi daha az önemli etkinlikleri sürekli uyanık tutar, karşılıklı ilişkide bırakır. Gülme toplumun yüzeyinde mekanik katılık olarak kalabilen ne varsa, bunları da yumuşatır (Bergson, 2015, s. 22-23). Gülme, herkesi yetkinleştirme gibi yararlı bir amaç güder. "Gülme temelde hakikatin dışsal değil içsel bir biçimidir; peçesini araladığı hakikatin içerikleri parçalanıp çarpıtılmadan ciddiyete dönüştürülemez. Gülme dışsal sansürden kurtarmakla kalmaz, her şeyden önce, büyük içsel sansürden kurtarır; binlerce yıldır insanda yer etmiş olan korkudan kurtarır; kutsal olandan, yasaklamalardan, geçmişten, iktidardan duyulan korkudan kurtarır. Gerçek anlamıyla maddi bedensel ilkenin peçesini aralar" (Bahtin, 2017, s. 108-109). Dışsal ve içsel sansürden kurtulmanın bir göstergesi olarak gülme, 1990'larda Çinli sanatçılar için eleştirel bir silaha dönüşmüştür. Çin'in siyasal tarihinde gülme, dağılan Sovyetler Birliği'nde olduğu gibi, siyasal propaganda amaçlı kullanılmıştır. Özellikle iktidar, sanatçılardan toplumun her kesiminin sistemden memnuniyetini gösteren görseller yapmasını teşvik etmiş ve tersi durumda zor kullanmıştır. Bu tür baskılamalara karşı, özellikle 1990'lardan sonra çağdaş Çinli sanatçılar bir karşı tepki olarak gülme eylemini yapıtlarında kullanmaya başladılar.
1989 yılında Tiananmen Meydanı katliamının trajedisine bir tepki olarak ve aynı yıl Ulusal Galeri'de Çin Avangart sergisinin kapanmasına karşılık olarak ortaya çıkan (Cynical Realism) Alaycı Gerçekçilik, 1990'larda Çin sanatçılarının bireysel tavırlarıyla başladı. Bu yaklaşım Kültür Devrimi sırasında hakim olan kolektif zihniyetten kopmanın bir yolu oldu. Çağdaş Çinli sanatçılar sık sık gelenek ve teknolojinin, Komünizmin ve Kapitalizmin ve Doğu ve Batı tarzlarının kesişmesinin yarattığı çelişki ve kargaşayla boğuşuyorlar. Bu sanatçıların içinde Yue Minjun, selam (Resim 10), Zeng Fanzi, Gökkuşağı (Resim 11) ve Wang Guangyi, Nike, Nike (Resim 12) gülme üzerine eleştirel resimleriyle dikkat çektiler. Yue Minjun'un "Selam" resimleri, ikonik temsillerdir. Pop sanat tarzı kullanan Minjun, resimlerinde çizgi roman, propaganda posteri ve reklam teknikleri kullanıyor. Büyük boy resimlerdeki ifadeler, propaganda olarak reklam dünyasının mutlu asker posterlerinin izlerini taşır. Ancak kapalı gözler, izleyicinin figürün ruhuna bakmasını ve bağlanmasını durdurur. Onunla gülmek istiyoruz, ama bu mümkün görünmüyor. Bu düşünce, sanatçının kolektif yaklaşıma karşı en gerçek ayırt edici eleştirel tavrı olarak dikkat çekiyor. Yue Munjin, "Hayat çok sıkıcı ve üzücü" diyor ve ekliyor: "ancak, onu saptırarak, onu yabancılaştırarak yüzleşebiliriz" diyor. Zeng Fanzhi, Gökkuşağı, resminde; maskelerin ardında saklanan iyi giyimli kentlilerin "Maske" resimleri, yabancılaşma duygusunu yoğunlaştırır. Onlardan istenen toplumsal rollerini üstlenmişlerdir. Maskeli insanlar öyle görünmenin dışında bir duygu yansıtmazlar. Maskenin görünen yanı değil, ardında gizlediği şey bizi tedirgin eder. Walter Benjamin'e göre; sanatın hedefi, izleyiciyi içinde yaşadığı koşullara yabancılaştırmaktır. Düşünce için en iyi başlangıç noktası gülmedir. Bunun için izleyicinin, isyan duyguları da dahil, hislerini harekete geçirmek değil, bilakis hedef, düşünce aracılığıyla, izleyiciyi, içinde yaşadığı koşullara kalıcı bir biçimde yabancılaştırmaktır (Parvulescu, 2017, s. 35-36).
Resim 10: Yue Minjun, Selam, 2005, Tuvale yağlıboya, 170 x 140 cm
Resim 11: Zeng Fanzhi, Gökkuşağı, 1997, Tuvale yağlıboya, 179.5 × 199 cm
Resim 12: Wang Guangyi, Nike, 2015, Tuvale yağlı boya, 200x200 cm
Gülme, binlerce yıldır insanların kendilerini yenilemelerine, gerçeğin, her türlü derin ya da popüler gerçekliğin yeni biçimlerle ortaya çıkmasına yardımcı oldu. Bu yeni biçim, sürekli yenilenerek korundu. "Gülme, insanların elinde daima bir özgürlük silahı olarak kaldı" (Bahtin, 2017, s. 109). Mikhail Bakhtin'e göre; gülmenin olağanüstü bir gücü vardır: Nesneyi yakına getirir, onu aklın alamayacağı her türlü absürd biçimlere dönüştürür, ondan kuşkulanır, onu böler, parçalarına ayırır, soyup sergiler, özgürce inceler ve onunla deneyler yapar. Gülme bir nesne karşısındaki, bir dünya karşısındaki korkuyu ve acıma duygusunu ortadan kaldırır, onu tanınan bir nesneye dönüştürür, böylece özgürce araştırılması için zemin hazırlamış olur. Gülme, korkusuzluk gibi bir önkoşulun gerçekleştirilmesinde yaşamsal bir etmendir; bu önkoşul olmaksızın dünyaya gerçekçi olarak yaklaşmak olanaksızdır. Gülme bir nesneyi kendine çekip bildik kılarak, onu gerek bilimsel, gerek sanatsal sorgulayıcı deneyin ve özgür deneysel düşgücünün korkusuz ellerine teslim eder… Gülme ciddiyeti yadsımaz, onu arındırıp tamamlar. Gülme dogmatizmden, hoşgörüsüz ve korkutucu olandan arındırır; fanatiklik ve ukalalıktan, korku ve sindirmeden, öğreticilikten, toyluk ve yanılsamadan, tekil anlamdan, tekil düzeyden, duygusallıktan kurtarır. Gülme, ciddiyetin körelip hep tamamlanmamış kalacak olan tek varlıktan koparılmasına izin vermez. Gülme, zıt değerler içeren bütünlüğü yeniden canlandırır (Bahtin, 2005, s. 149 ). Günlük yaşamdan kültüre, sanata, edebiyata gülmenin geleneği (işlevi) böyle bir şeydir.
Gülmenin hem bireysel hem de toplumsal bir gücü var. Daha bireysel hakların dikkate alınmadığı ya da bilinmediği dönemlerde gülme bireyin gücünü fark ettiren bir özellik olarak öne çıkıyor. Birey herhangi bir nedenle gülmeye başladığında ortamda bir üstünlük duygusu egemen olur. "Gülme, her şeyden çok, insanı özgürleştirip onu yeni bir kategoriye yükseltir, demokratik, özgür bir ruh haline getirir" (Sanders, 2001, s. 131). Gülme bulaşıcıdır. Başladığında kontrolü güçtür. Katı, ciddi ortamı bir anda gevşetebilir. Gülme aklın ötelendiği bir durum yaratır. Yarı delilik durumu sayılır.
Gülmek insanın en doğal en masum eylemlerinden biri olmasına rağmen tarihsel süreç içinde hep sorun olmuştur. Gülmeye karşıt olarak ciddiyet, korku, zayıflık, tevazu, teslimiyet, yalan gibi şeylerle insanları bastırmaya, diğer yandan şiddet, baskı, tehdit ve yasaklamalarla gülme kontrol altına alınmaya çalışıldı. Gülme eylemi neşeyi ve mutluluğu ifade etmenin yanında alaycı bir tavrı da yansıtır. Gülme bir direniş biçimidir, evet, aynı zamanda iktidarlara karşı en etkili eleştiri yöntemlerinden biridir. Türkiye'nin görsel tarihinde (karikatür, tiyatro ve sinema dışında) gülme eylemi neredeyse yoktur. Ancak son yıllarda eleştirel yaklaşımı gülme eylemi üzerinden merkeze alan bazı sanatçılar (Mehmet Yılmaz, Ali Elmacı, Mehmet Sıddık Turan gibi) dikkat çekiyor. Siyasal ve toplumsal yaşamda baskı bütün ciddiyeti ile katlanarak artarken buna verilen tepki karşıtından gelir; gülme eyleminden. Mehmet Yılmaz'ın, Sakıncalı: Çünkü Edepsiz resim dizisi gülme eylemiyle gösterilen çok yönlü bir iktidar eleştirisidir (Resim 13-14-15). Çağdaş grotesk anlatımın en güçlü örnekleri olarak bu seri resimler, toplumsal çürümenin her boyutuna alaycı gülme ile tepki veriyor. Siyaset, medya, piyasa ve sanat; kısacası, sistemin tüm bileşenlerine karşı bir tepki. Dönemin siyasal iktidarının başındaki liderinin bir sanatçının eseri için söylediği, "sakıncalı: çünkü edepsiz" cümlesinden çıkar serinin adı. Yaratma sürecinde gün gün yaşanan gerici gündemin gazete-tv manşetleri resimlerin altyapısını oluşturur. Resimlerin üst üste katmanlardan oluşan görsel plastik alanı, esinini günlük gerçeklikten alır. Resimlerin mekânı, insanın doğal unutuşunun somutlaşması olarak gittikçe belirsizleşir. En son vurucu imge, çürümenin manşetlik sloganları ve biçimleriyle yüzeye yansıtılır. Açık anlatım edep sınırlarını zorlar. Resimlerde gülme, "patladığı durumda katiyen ‘uygunsuzdur' ve ancak, bizzat açtığı ufkun içinde "uygundur" (Parvulescu, 2017, s. 39). Resimlerin teması gülmenin ironisidir ve karşıtı olarak büyük tehlikeye dikkat çeker: ciddiyet; her yerdedir, sindiği en ücra köşesinden çıkıp, her an başa bela olabilir. "Resmi tınısıyla ve saygınlık kisvesiyle ciddiyet, gözdağı vermiş, talep etmiş, yasaklamış, baskı uygulamıştır. Edepli davranışın değerlerini ve kurallarını belirlemiştir. Bunlar yavaş yavaş ete kemiğe bürünür, yerleşik teşekkülün alışkanlıkları haline gelirler. Ciddi adam (homo ciddiyus), lisanda, el kol hareketlerinde, çehrede, ses tonunda dogmacı bir ağırbaşlılık sergiler" (Parvulescu, 2017, s. 22). Dogmatik ciddiyeti dağıtacak tek masrafsız silah, gülme eyleminin anlık, dolaysız, karşılıksız ve alaycı biçimleridir.
Resim 13: Mehmet Yılmaz, Sakıncalı Çünkü edepsiz Dizisinden: Hakara Makara ya da Ölenlere Üzgünüm, 2010, tuvale akrilik ve dijital kesyap, 111 x 111 cm
Resim 14: Mehmet Yılmaz, Sakıncalı Çünkü edepsiz Dizisinden: Rekor Kırdıran Pozlar, 2010, tuvale akrilik ve dijital kesyap, 111 x 121 cm
Tanımı en zor kavramlardan biridir gülme. Jacques Derrida, "gülüşler ve gülmek için ağzımız olmak zorunda. Elbette, gözlerimizle de gülebiliriz" (Parvulescu, 2017, s. 31). Leonardo, yüzümüzde gülmeyi biçimsel olarak ele veren şey ağzımız, yanaklarımız değil, kaşların yapısıdır (Sanders, 2001, s. 55) der. Ses olarak gülmenin kaynağı göze görünmese de duyabiliriz. Gülme eyleminin yüzde şekillendiğini biliyoruz, ama kökenini biraz kafa karıştırıcıdır. Gırtlaktan gülmek, karnından gülmek, homurtulu gülmek, at gibi, eşek gibi, horoz gibi gülmek, tıslayarak gülmek, dalaktan, yürekten, candan güleriz mesela.
Resim 15: Mehmet Yılmaz, Sakıncalı Çünkü edepsiz Dizisinden: Bir Gecede Dahi Olanlar, 2010, tuvale akrilik, 200 x 170 cm
20. yüzyıl özgür gülüşünün temelleri William Blake, Nietzsche, Freud ve Georges Bataille ile atılmıştır. Yoksa sanat tarihinin "gülmekten ölen" ressamı Zeuksis'ten[5] mi, "insan gülmediği günü kayıt defterinden silmeli" diyen Sokrates'ten mi başlatmalı kahkahanın, özgürleşen gülüşün zaferini. "Gülme, iktidarın ince dokulu ağını tersyüz edebilir, bu ağı birden görünür kılabilir, ama iktidarı katışıksız bir vahşiliğe de dönüştürebilir, çünkü iktidarın son noktada gülmeye karşı söyleyebileceği hiç bir şey yoktur – sessiz kalıverir onun karşısında, en zayıf haliyle dili tutuluverir. İktidar gülmeye karşılık verdiğinde, salt fizikselliğe – işkence, hais, hatta ölüm – başvurabilir olsa olsa. Köylü [gülen insan] direnmek için soluğunu kullanırken, yetkililer karşılık vermek için kalemlerini kullanırlar – hükümler, buyruklar, yasaklar, uzun süreli hapis cezalarıyla" (Sanders, 2001, s. 45).
Barry Sanders'e göre, yaşamın yükü ve baskısı, hep gülerek aşılabilir, ta ki sonunda sorunları aşacak, kendimizi hafif hissedinceye kadar. Sonuçta, gülme [sanat gibi] ulusal sınırları ve dil sınırlarını siler [aşar] (Sanders, 2001, s. 35). Nietzsche'ye göre, gülme, kuralları ihlal etme ve davranışı dönüştürme yetisiyle kendi çölünü yaratır. En umutsuz anlarında bile Nietzsche şu umudunu korumuştur: ‘Bugün hiçbir şeyin geleceği olmasa da, gülmemizin bir geleceği olabilir. Belki de hala kendi yaratımımızın alanını keşfedeceğimiz yerdir burası' (Sanders, 2001, s. 52, 185). Friedrich Schiller'in; "insan ancak oyun oynadığı zaman tam anlamıyla insandır" sözü estetiğin ve sanatsal yaratımın doğasını verir. Gülme de demokratik ortam güçlendikçe olağanlaşır ama eleştirel gücünden hiçbir şey kaybetmez.
*Bu metin, Giresun Üniversitesinde 10-13 Ekim 2018 3. Uluslararası Felsefe, Eğitim, Sanat ve Bilim Tarihi Sempozyumunda bildiri olarak sunulmuş ve sempozyum bildiri kitabında yayınlanmıştır.
Kaynakça
- Bahtin, Mihail. 2017. Karnavaldan Romana (C. Soydemir, Çev.). 3. Basım, İstanbul: Ayrıntı Yayınları
- Bahtin, Mihail. 2005. Rabelais ve Dünyası (Çiçek Öztek, Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları
- Baudelaire, Charles. 1997. Gülmenin Özü (İrfan Yalçın, Çev.) İstanbul: Iris yayıncılık
- Bergson, Henri. 2015. Gülme, Komiğin Anlamı Üzerine (Yaşar Avunç. Çev.). 4. Basım, İstanbul: Ayrıntı yayınları
- Berman, Marshall. 2006, Katı Olan Her şey Buharlaşıyor (Ü. Altuğ, B. Peker. Çev.). 10. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları
- Calinescu, Matei. 2010. Modernliğin Beş Yüzü (Sabri Gürses, Çev.). İstanbul: Küre yayınları
- Freud, Sigmund. 1996. Espri Sanatı (E. Alkan, Çev.). İstanbul: Toplumsal Dönüşüm Yayınları.
- Hippokrates. 2008. Gülmeye ve Deliliğe Dair (Mehmet Ali Kılıçbay, Çev.). Ankara: Ayraç Yayınları
- Huizinga, Johan. 2017. Homo Ludens, çev., M. Ali Kılıçbay, 6. Basım, İstanbul: Ayrıntı Yayınları
- Morreall, John. 1997. Gülmeyi Ciddiye Almak, Çeviren: Şenay Soyer- Kubilay Aysevener, İstanbul: Iris Yayıncılık
- Parvulescu, Anca. 2017. Gülme, Bir Tutkuya Dair Notlar, çeviren: Mehmet Doğan, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi yayınları
- Sanders, Barry. 2001. Kahkahanın Zaferi: Yıkıcı Tarih Olarak Gülme, çeviren: Kemal Atakay, İstanbul: Ayrıntı yayınları
- Leppert, Richard. 2002. Sanatta Anlamın Görüntüsü, çeviren: İsmail Türkmen, İstanbul: Ayrıntı Yayınları
- Nietzsche, Friedrich. 1989. İyinin ve Kötünün Ötesinde, çeviren: Ahmet İnam, Ankara: Ara Yayınları
- Schantz, Michael. Thomas Hovenden: American Painter of Hearth and Homeland, http://www.tfaoi.com/aa/8aa/8aa547.htm e. tarihi: 209.07.2018
[1] Bakınız, Matei Calinescu, Modernliğin Beş Yüzü, Çevirmen: Sabri Gürses, Küre yayınları, 2010.
[2] Demokritos'un gülme felsefesi, insanın yaşamına, tanrılarla ve ölümden sonraki yaşamla ilgili yersiz korku ve umutlara karşı bir söyleme dayanıyordu.
[3] Blake'in gülme üzerine herhangi bir görüşü olmamasına karşın, bir romantik şairden daha çok halkın şairi, ‘şeytanın yandaşı', ‘devlet karşıtı' olarak, ebedi karşıtlığın ve hazzın sesi olarak benimsenmiştir. Çünkü gülme, insanlık tarihi boyunca, ebedi karşıtlığın ve hazzın sesi olarak coşkuyla hareket eder (Aktaran, Barry Sanders, Kahkahanın Zaferi, s. 280).
[4] Swift'in Gulliver'in Seyahatleri'nde, akıl yürütme gücü ve insan erdemleri olan atların ırklarından herhangi biri Aktaran: Barry Sanders, 2001, s.281).
[5] Sanat tarihinde, gülmeyle ilgili vahim bir öykü vardır. Günün birinde yaşlı bir kadın İlkçağ Yunan ressamlarından Zeuksis'e gelir. Ondan bir Afrodit resmi yapmasını ister. Zeuksis kabul eder ve yaşlı kadın bu resim için bizzat modellik yapacağını söyler. Zeuksis resmi bitirir ama resme bakarken gülmekten ölür (akt. Parvulescu, 2017, s. 199).