Cebrail Ötgün

17 Kasım 2024

Bir sergi: Herkesin Öyküsü

"Herkesin Öyküsü"nde bir araya gelen sanatçılar yıllardır sanat ortamına kişisel anlatım dillerini bu bilinçle sunmakta ve sunmaya devam etmektedir. Rastlantı sonucu olsa da herkesin özlemini çektiği “duygu birliği” çerçevesinde buluştular, konuştular, yazıştılar ve bu tema etrafında bir sergi gerçekleştirmeyi uygun buldular

“Herkesin kendi yaşamında karşılaştığı ilk şey öteki insanlardır”
(O. y Gasset)

Herkesin kişisel öyküsü bütün çelişkileriyle birlikte bir kimlik, aidiyet ve bağlılık inşasıdır. Varlığımızı bu inşa etrafında şekillendirir, varoluşumuzu sürdürürüz. Herkesin kişisel yaşantısı kendisine özeldir. Kuşkusuz kimsenin itiraz edemeyeceği bir değere de sahiptir. Her kişisel yaşantının hem öznel hem toplumsal veya kolektif boyutları vardır. Her yaşantı, her karmaşası zengin yaşantıların aktarımı sanat değildir. “Başımdan geçenleri anlatsam roman olur” diyenlere söylenecek tek bir söz vardır: Olmaz! Kişisel yaşantıdan bir öykü kurmak özel çabalar gerektirir. Baştan geçen olaylar, olgular üzerine düşünümler, gözlemler ve sınırlarına karar verme bu çabayı tamamlar. Olay veya seçilen konu değil, olay örgüsü (kurgu), ele alış şekli seçimimizi anlamlı hale getirir. Kişisel yaşantıdan çıkarabilecek öykü hem bireyseli hem toplumsalı içerir. İç içedir denebilir. Et ve tırnak gibi netliği görünebilir, birbirini tamamlar ama birbirinden ayırmak da diğerini eksik bırakır. Kaldı ki sanatçının seçimleri yalnızca kişisel yaşantının birer sahnesi olsa bile artık başka bir gerçekliğin sahnesinde yeni ve farklı dinamiklere göre anlam kazanır.

Gerçeklik nedir? Bir muamma! Ortega y. Gasset’in deyimi ile bireyin birebir yaşadıklarını kapsayan birincil gerçeklik olarak “kökten gerçeklik”tir. “Kökten gerçeklik olarak insan yaşamı ancak herkesin kendisininkidir, yalnızca benim yaşamım’dır.” Diğeri ise başkalarının yaşadıklarından algıladığımız “ikincil gerçeklik”tir. “Başkalarının yaşamı dediğimiz şey,… zaten benim yaşamımın sahnesinde beliren şeydir.” Metafora başvurarak söylersek, birincil gerçeklik ana renklerse ikincil gerçeklik ara renklerdir. Bu renklerin tamamı birbirine karıştırıldığında ise görüntüde gri renk ortaya çıkar, ama kaynağı bellidir. “Görünen, gerçek olsaydı bilime gerek kalmazdı” (Karl Marx.) Gördüğümüzün ve bildiğimizin bir bileşimi olarak gerçeklik, ancak bilinçli yaklaşımla kendisini algımıza sunar. Düşünce, emek ve çabayla netleşir. Yine de “insan bilmeyi gereksindiği şeyi hiçbir zaman [tam olarak] bilememiştir” (Gasset.) Çünkü karanlığı aydınlığından katbekat fazladır gerçekliğin.

Gerçekliğin karanlığından aydınlık kapmaya çalışan sanatçı, genellikle yaratma referansını yeryüzü ve herkes olarak belirler. Yeryüzü ve herkes kavramları sanatçının kendisinin de dahil olduğu her türlü geçmiş ve onun kalıtlarının toplamıdır. Yeryüzü herkestir herkes yeryüzünün bir parçasıdır. Yeryüzü bireyin bulunduğu noktadan başlar ve bir taşın suda çizdiği halkalar gibi yayılır. Etki, etkilenme ve etkileme alanı ilk düştüğü yerden, yani bulunduğu yerden yayılır. Halkalar büyüdükçe herkes dahil olur, halka kaybolur. Gerçek sanatçı yaratma serüveninde bu referanslara göre bulunduğu yerden bir bakış, bir karşı duruş sergiler. Ancak böyle, bireysel, öznel bakışın yeni ile hesaplaşmasının sonucu hak ediş değerini bulur. Hak edişin değer süreçlerinde geçici sonuçları bir durak, fiziksel yok oluşa kadar süreci ise yaşama arzusunun bir parçası olarak görür sanatçı.

Bu sergide bir araya gelen sanatçılar da yıllardır sanat ortamına kişisel anlatım dillerini bu bilinçle sunmakta ve sunmaya devam etmektedir. Rastlantı sonucu olsa da herkesin özlemini çektiği “duygu birliği” çerçevesinde buluştular, konuştular, yazıştılar ve bu tema etrafında bir sergi gerçekleştirmeyi uygun buldular. Onlarla birlikte bu süreci, farklı yemek yapmak için her aşçının yemek malzemesi seçme işine benzettik, mutfağımıza yöneldik, seçimlerimizi yaptık ve şimdi pişirdiklerimizi sunuyoruz. Umarız bu sergi belleğinizde özel bir anı, sürekli deneyimleyeceğiniz seçimlerinizle kalıcı hale gelir.

Cebrail Ötgün, Sona Doğru

Ankara-Çankaya Şinasi Baştüzel Sanat Galerisi’nde devam eden sergide Erol Batırberk, Sibel Ünalan, Mehmet Yılmaz, Sinan Ayber ve Cebrail Ötgün’ün eserleri yer almaktadır. Sergi 21 Aralık 2024 tarihine kadar görülebilir.

Sinan Ayber çoğu birim tekrarına dayalı kompozisyonlarında, kültürel nesnelerin bireyin imgelemini nasıl etkilediği üzerine yoğunlaşıyor. Ayber bir yandan geçmiş kültürel imgelerle kurduğu bağın şimdiye olan psikolojik etkilerini gösteriyor diğer yandan resimsel dilin referanslarını da sağlam kuruyor. Ayber, soyut yüzey – somut nesne veya figürlerle yarattığı ikilemin anlamlandırma yollarını tartışmaya açıyor.

Sinan Ayber, Kent ve Ben, karışık teknik

Erol Batırberk, birebir atölye deneyimli çizimlerinin yanı sıra, gözlem yoluyla doğa izlenimleri ve toplumsal olaylara yönelik kompozisyonlarıyla bilinir. Özellikle bir kent trajedisi olan “çöp toplayanlar” onun resimlerinde sıkça konu olarak karşımıza çıkmakta. Tematik olarak Batırberk bu resimlerde yoksulluğun dramatik izlerini yansıtıyor. Resimlerinde plastik değerler yoğun fırça izleri ve atmosferiyle bu trajediye katkı sunuyor. Batırberk, dağ kompozisyonlarında da benzer bir tutum sergilemekte, dağın görselliğini olgun renk ve fırça izleriyle yansıtmakla birlikte kültürel çağrışımları da hissettiriyor. Heybetli görünüşü, insanın üzerinde bıraktığı ürkütücü hayranlığı, arkasında-altında sakladığı gizem, mitolojik ve efsanevi hikayeleriyle dağ, Batırberk gibi, sanat tarihinde de sanatçıların çokça kullandığı bir imgedir.

Erol Batırberk, Yeryüzü Senfonisi

Sibel Ünalan, ilk ve son kullanımına kadar olan süreci resimlerinin yüzeyinde gösterirken, kendisinin yoğun psişik duygularını, çatışmalarını, gerilimlerini izleyicisine de hissettiriyor. Bir palimpsest mantığıyla ortaya çıkan parçalı kolaj katmanları, sanki oyun alanından kalan izlerin soyut devinimi, Ünalan’ın hem resimlerinin içeriği hem de sanatsal dilinin referansarıdır denilebilir.

Sibel Ünalan, I WANT TO BE UNDERSTOOD

Mehmet Yılmaz, kavramlaştırma veya tematik başlıklarıyla dizi çalışmaları yapan bir sanatçıdır dersek, sanırım, yanılmış olmayız. Bunlardan bazılarını anımsarsak, “İkizler”, “Heymimres”, “Cin.s.el Şeyler” gibi. Malzeme çeşitliliğini, disiplinlerarası yaklaşımını, deneysel denemelerini izlediğimizde, onun, kavramsal bakışını yakalarız. Ancak Mehmet Yılmaz, sanata başladığından bu yana Nietzsche’nin söylediği, “çelişkiler insanı zenginleştirir” aforizmasını benimsemiş görünüyor ve bundan da büyük keyif alıyor. Bu yolla izleyicisini de şaşırtmaktan daha büyük keyif aldığını da belirtelim. Dolayısıyla bazı dizi resimlerinde bizi şaşırtan kişisel yaşantıdan yola çıkılmış, resimsel duygu yoğunluğu yüksek işler de görebiliriz. Aile bağlarının veya eril – dişil canlıların çiftleşmelerinden ortaya çıkan canlı varlıkların mucizevi oluşum referanslarını, Cin.s.el Şeyler'de olduğu gibi, bir dizi resim ortaya çıkana kadar sanatçının imge dünyasını meşgul ettiğini gözlemliyoruz.

Mehmet Yılmaz, Cin.s.el Şeyler