Büşra Sanay

24 Aralık 2022

Bir jinekoloğun gözünden Türkiye'de kadın olmak

Doç. Dr. Gökçen Erdoğan: Türkiye, kadınların itildiği ve uçurumdan düşerken çığlık atmalarının dahi engellendiği bir ülke

Son senelerde, hayatın büyük bir yıkım yaratarak umudu ne kadar da cimri serptiğine şahit oluyorum. Üzülerek bu durumu iyi bildiğimi söylemek istiyorum da. "Belki de sana denk gelmiyor" diyebilirsiniz. Ama bence pek öyle değil. Hemfikir olabildiğimizi biliyorum. Ya çıkmaz sokaklar çoğaltıldı ya da kalabalığın getirdiği çeşitlilikle beraber insanlık da bir çıkmaz sokağa döndü. Böyle mi olmalıydı? Tabii ki hayır. Kötülüklerini iyi perdeleyebilen insanlar, hayatı aslında varlığından haberimiz bile olmayan bir acıya dönüştürebiliyor.

Önceden daha az düşünürdüm ama artık düşünmediğim gün yok. Soru basit gibi görünse de yanıtının olumluluğu dünyayı kurtaracak güçte: Kötülük, ne zaman bitecek? Anlamaya çalışmaktan bitap düşüyorum sık sık. Devrilmeden toparlanıyorum da ama. Çünkü enseyi karartmadık! Ne yapabilirim diyorum, ben ne katabilir, neyi değiştirebilirim dünya için? Çocuklar, yaşlılar, kadınlar, hayvanlar ve doğa için. Yani ezilen, hiç sayılan ve yokmuş gibi davranılan ne ve her kim ise… Son zamanlarda sosyal medya hesaplarımı silmeyi de düşünüyorum ve sonra yapmıyorum. Bir daha düşünüyorum ve sanırım içimdeki muhakemeyi bitiremedim. Gördüklerimden yoruldum, kötüden bıktım. Hepimiz değil elbet ama inanarak söylemek istiyorum ki "çoğumuz" gibi. Tüm bu olumsuzlukların, kaybolan vicdanın, öldürülen hayallerin, kesilen kanatların arasında birilerine merhem olmaya kalbini zihnini ve zamanını adamış kişilerin çalışmalarını çok önemsiyorum. Hep böyleydim. Bir el uzatılmasına ihtiyaç duyana dokunan, yardıma giden yolu nasıl ördüğünü okumak, dinlemek ve oradan ders çıkarmak insana dair umudumu hep diri tuttu, tutuyor. Belki de umudumu kaybetmek istemiyorum. Hiçbir zaman. Kaybedersem ölürmüşüm gibi. Sığınıyorum bunları başarabilen insanların çalışmalarına. Ve bu karanlıkta soluklanıyorum açtıkları aydınlıklarda. Elini taşın altına koymuşlara, çürümeye yüz tutmuş duyguyu, hayalleri, canlıyı oradan söküp alanlara saygım büyük. Umut, ölene kadar var. Uzun bir giriş yazısı olduğunun farkındayım ancak ben bir kitap okudum ve yine bir gecede bitti. Bu yazının arasında sık sık göreceğiniz tırnak içine alınmış olan ifadeler, okuduğum bu kitaptan alıntılar.

"Aşk kılığına girmiş bu cinayetlerden kurtaracağız birbirimizi"

Okuduklarıma hem hiç şaşırmadım hem de şaşırdım. Kültürel kodlar, zorbalık, itilmişlik, insan ruhunun eşyayla nasıl bir tutulduğu, iyi niyet, umut, umutsuzluk ve türlü durumlar. Kendimi, kitabı okurken sevgiyle, inanmışlıkla ve adanmışlıkla örülen iyi niyet yolları üzerinden koşar gibi ama her santimine dokunarak geçtiğimi görüyorum. Bu kitaplar önemli. Bu anlatılanların her biri gerçek. Etten kemikten bunu yaşayanlar. Bu yazılanların havada kalması değil, okuyucuya geçebilmesi önemli. Bunu ancak yazmak için yazan değil, bir şeyleri değiştirmek için gerçekten iyi bir yerden bakan bir göz yazabilir. Gerçek anlamıyla çare olmak isteyen biri… 

"Yazgısından yorgun bütün kadınlara,
çocuklara ve değişmeye hevesli bütün
yazgılara sonsuz inançla…"

 

Tek kelime, dünya kadar ağırlık: 'UTANÇ'

Kitabın adı, duygusunu yüksek noktada hissettiriyor. Zaten daha başka nasıl anlatılabilirdi diye düşündüm.

Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı, Cinsel Terapist Doçent Doktor Gökçen Erdoğan'ın tüm bu kimlikleriyle, kendisine gelen insanların yaşadıklarını okuyucuya geçebilecek şekilde anlatıyor yeni kitabı Utanç'ta. Detaylar elbette saklı tutularak. Anlamlar çıkararak, anlamlar yükleyerek okuyorsunuz. Kitapta, "Bir jinekoloğun gözünden Türkiye'de kadın olmak" ne demek onu görüyoruz.

Kitabı bitirir bitirmez soluk almadan hemen bu yazıyı yazmaya koyuldum, bir yandan da aklımdakileri konuşmak istiyordum. O yüzden Gökçen Erdoğan'a bir hekim olarak tüm bu bildiklerini, gördüklerini yazdığı için bir kadın olarak teşekkür ederek kafamdan geçenleri de birer birer kendisine sordum. İşte o sorular ve yanıtları…

- Türkiye'de jinekolojik muayeneye giden kadın oranı nedir?

Türkiye'de jinekolojik muayeneye giden kadınların oranı tam olarak kaydedilmiş değil ancak bizim yıllardır yaptığımız çalışmalar, bu oranın yüzde 40'ı geçmediğini gösteriyor. Doğurganlığı yüksek bir toplum olmamızdan mütevellit, gebelik takibi de bu oranın içinde. Böyle düşünüldüğünde anlıyorsunuz ki oran oldukça düşük. Çünkü rutin jinekolojik muayene oranı bunun da altında. Kadın hastalıklarını önlemede ve tedavide can sıkan bir tablo bu, çünkü hâlâ ve daima erken teşhis hayat kurtarır. Aslında kadın hastalıkları ve doğum uzmanlarına ulaşmak genel olarak zor değil ancak elbette bölgesel olarak çok zorlanıldığı durumlar var. Üstelik kamu kurumlarında hekim başına düşen hastanın yoğunluğu yüksek oluyor ve bu da hasta açısından da hekim açısından da zorlayıcı. Jinekolojik muayene oranını olumsuz olarak en çok etkileyen nedir dersen, 'utanma' duygusu derim. Aşmamız gereken birincil şey yine bu.

"Yaşasa da doğmamış ne çok insan var Allah'ım"

- Utanmak dışında muayeneye gelmemek için başka sebepler var mı?

Kadınlar jinekolojik muayeneden üç nedenle çekiniyorlar: Utanma, geçmiş olumsuz tecrübe ve ekonomi. Meşhur çatala oturup bacak açmak pek çok kadın için fobi. Burada hastanın bilinci kadar hekimin yaklaşımı da önemli. Aşağılamak, azarlamak, geçiştirmek ve vazgeçmek, elbette bir hekim davranışı olmamalı. Ancak utanmak da bir hasta duygusu olmamalı, bunu aşmalıyız. Çünkü genital sağlık da genel sağlık durumumuza direkt ilişkili, asla bağımsız ve ayrık değil.

- Birbirinden farklı olaylar ama aynı duyguyu, aynı utançta buluşturan yeni kitabınızı diğer kitaplarınızdan ayıran nedir?

Utanç'ı diğer kitaplarımdan ayıramam. Hepsini duygu yoğunluğu, bireysel ve toplumsal hassasiyetle, gerçeklere dayanarak yazdım. Ama farkları üzerine düşündüğümde şunu söyleyebilirim; size çok basit gelen, kayda değer bulmadığınız ve size dramatik gelmeyen bir konu bir başkasının felaketi olabiliyor. Çünkü yıkımlar, genel yargılardan bağımsız olarak kişisel özellikler de taşır. Bu kitap, okuyucuyu yani insanı, büyük olduğu düşünülmeden büyük sorunlarla yüz yüze getiriyor. Bütün dertlerin çığlık çığlığa ve de herkese aynı biçimde gelmesi gerekmez. Yargılamamak ve anlamak burada daha da anlam kazanıyor işte. Aynı değiliz ve olmayacağız. Ama birbirimizi anlayacağız.

"İnsan başkalarının hisleriyle kendi hislerinin yoklamasını alıyor sanki…"

- Utanç'ı yazmaya hangi hikâyeyi duyduğunuzda karar verdiniz?

Bu kitap diğer kitaplara hikâyesi girmemiş birinin bana yazdığı mektubuyla başladı. Yarım bırakılmış bir mektuptu. Çok güzel bir el yazısıyla başlamış ama sonra bozulmuş ve özenini kaybetmiş bir yazıyla. Hâlâ mektup alan ve bunun için kendini çok şanslı sayan biri için üzücü bir sondu. Bu hikâyenin sahibinden bahsedemeyeceğim. Çünkü kimliğini gizli tutmak için atladığımız bazı hususları içeriyor. Ama şunu söyleyebilirim; ertelenmiş mutlu bir son yaşandı. 

- Utanç'ı okurken bizim hissettiğimizin dışında siz nereye ve neye ulaşması için yazdınız? 

Herkese ulaşması için yazdım. Kadın erkek hiç fark etmeksizin, aklınıza gelebilecek bütün sosyal sınıflardan bağımsız bir 'benzeşme' duygusunun etrafında olduğumuzu bilmeleri için. Herkesin utandığı, herkesin utandırıldığı ve herkesin kendisine ait olmayan çeşit çeşit utancı taşıdığı bir yer var ve oranın sakinleri çok fazla. Ama sınırlarını aşmalılar. Utancı geride bırakmalılar çünkü çoğunun utanmak için gerçek bir sebebi yok. Utanmaları gerekenler, onlara acılar yaşatanlar, mutlu ve huzurlu yaşama haklarını, iradelerini gasp edenler. Ben 'Utanç'ı bir kucaktan alıp bir diğerine bırakamam belki ama birileri kucağındaki utancı atabilir.

- Daha eğitimli dediğiniz bir yerden sizi şaşkına çeviren bir olayla karşılaştınız mı?

Bu ülke, özellikle cinsel sağlık, cinsel suç ve cinsel şiddet konularında maalesef akla hayale gelmeyecek portrelere sahip. Hiç aklınıza gelmeyecek insanlar aklınızdan geçmeyecek şeyler yaşıyor ya da yaşatıyor. Düşünce yapıları ve kapalı kapıların ardındaki davranışları, vitrinlerine hiç uymuyor. Şaşırtıcı örneklerden yalnızca birini, aklıma ilk gelenleri söyleyeyim; yurt dışında seminerler veren ve kendi alanında anlattıklarını binlerin dinlediği biri, bir bilim insanı, kızını tecavüzcüsüyle evlendirmek istedi. Hukuki sürecin başlamasına engel olmaya çalıştı. Ve okuma yazması dahi olmayan bir anne, kızının bekaretini kaybettiği ilişkisini koskoca bir aşirete karşı savundu, yalnızca bu nedenle evleniyor olmalarını onaylamadı.

"Analık da ne tuhaf kelime.
Şekerlik dersin mesela, şekeri içine koyduğun şey.
Analık ne, anneni içine koyduğun şey mi?"

- Türkiye'ye dair çalıştığınız alanın röntgenini çekmenizi istesem bana neler söylerdiniz?

Türkiye, kadınların itildiği ve uçurumdan düşerken çığlık atmalarının dahi engellendiği bir ülke. Yaşamsal reflekslerimizi bile yok ediyorlar. Hayatta kalmaya dahi çalışmaz hale getiriliyor kadınlar. Ama bunu değiştireceğiz ve sahiden çok yol kat ettik.

- Okuduğum çoğu hikâyede yaraların çocukluktan geldiğini gözlemledim. Sizce de öyle mi?

Çocukluk yaraları çok zor sağalıyor, büyük çaba istiyor. Ama bu demek değildir ki çocukluk travmaları aşılmıyor. Olumlu örnekler o kadar fazla ki...Kimse ümitsizliğe düşmesin. Yine de bu denli yaralı bireylerden oluşan bir toplum sağlamakla çok vakit kaybediyor tabii.

- Yanlış nerede başlıyor?

Ailelere çok iş düşüyor; sevgi ve şeffaflık üzerine kurulu aile düzenleri çok şeyi değiştirebilir. Çocuklar ailelerine, aileler çocuklarına güvenebilmeli. Konuşabilmek... Bu öyle büyük bir şey ki, öyle büyük fark yaratıyor ki. Konuşsunlar ve bunu uzun vadede görsünler.

- Elbette kesin bir şey söylenemez ama sıkıntıların çoğunun altında yatan sebebi ne olarak gördünüz? 

Çoğunlukla yaşanan bir olumsuzlukta hırsızı değil ev sahibini suçluyoruz. Sorun bu. "Hırsızın hiç mi suçu yok" bile eksik bir soru. El âlem hapishanesi de bir diğer sorun. Kimin ne dediğiyle ilgilendiğiniz kadar çocuklarımızın ve birbirimizin duygularıyla ilgilensek çok şeyi halledeceğiz. 

"Katlanmanın, kurtulmaktan iyi olduğunu düşünmenizi sağlamalarına izin vermeyin"

- Bize cinsel sağlık açısından doğru olarak dayatılan yanlışlardan örnekler verebilir misiniz?

Bizde evlilikler, kadının erkeği cinsel açıdan doyurma görevi üzerine kuruluyor. Erkeğin çamaşırlarını düzenli olarak yıkayıp, yemeğini günlük olarak yapabilecek biri oluyor kadın. Eşit biçimde haz alan, bunu talep edebilen, duygusal olarak da ekonomik olarak da evlilikte eşit haklara sahip olması düşünülen biri olmayı kendisi bile aklından geçirmiyor bir süre sonra. Yuvayı dış tehlikelere karşı korumak, kurtarmak, ayakta tutmak gibi görevler üstleniyor. Erkekler de, 'erkeklik' normları üzerinden duygularını saklayan ve yumuşamayan varlıklar olmaya çabalıyor. Kadının orgazm hakkı, bu deli saçması fikirleri ortadan kaldırmak adına bir sembol benim için. Ve kadınlar bu hakkı mutlaka kullanmalı. 

"İnsan bir kez çocuk olmuyor. Çocukluk, sevildikçe tazeleniyor" 

- Kitapta tecavüzden enseste ve zorla evlendirilmeye ya da cinsel yöneliminin içinde mahalle baskısından dolayı hapsolmuş ve karanlığa dönmüş yaşantılara kadar geniş bir fotoğraf çekiyorsunuz. Bir gün bu kitaplar ne olursa yazılmaz, ne değiştirir şu yazılanları?

Utanç'ta yazılanları değiştirebilecek tek şey; duyguları, düşünceleri olan ve cinsiyetlerinden bağımsız insanlar olarak kabul ve saygı gören bireyler olmaya evrilebilmemiz. Bunu da hepimiz birbirimiz için mümkün ve kolay kılacağız. İnsan hakları, doğru dünya düzeni için kafidir. Mutluluğu ve huzuru başka yerde aramaya gerek yok. Bütün insanların haklarını bilmek ve onları korumak, onlara saygı duymak, en başta da kendi haklarımızın farkında olmak ve onları savunmak.

- Size gelen insanların hikâyelerini dinlerken, sorunun kaynağına giderken, çoğunlukla duyduklarınız karşısında en çok neye kahrettiniz? Duygusuzluğa mı, kibre mi, egoya mı, vicdansızlığa mı, eğitimsizliğe mi? Nedir en ağır basan?

Utanç'a ve diğer kitaplarıma giren hikayeleri dinlediğimde en çok sevgisizliğe kahrettim. Çünkü diğer bütün duyguları o yaratıyor gibi geliyor. Doğru sevememek belki. Çünkü bu ülkede sevgiden de çok cinayet işleniyor; yani katiller öyle diyor. Doğru sevememeye kahrettim. Herkes güzel sevsin ve sevilsin istiyorum bu yüzden. Sevmek, sevdiğiniz kişi kadar size de lazım üstelik. 

- Kadın Hastalıkları, Doğum Uzmanı, Cinsel Terapist olarak kadınlara ve erkeklere de söylemek istediğiniz bir şey var mı? Belki de bir tavsiye… 

Bu ülkede kadınlara, "varsınız, varlığınızı anlamını idrak edin!" demek isterim. Erkeklere ise, "cinsiyetiniz bir üstünlük değil, var olma biçimidir. Tıpkı diğerleri gibi" demek isterdim sanırım. Ve sevin, saygı duyarak sakınarak ve alan açarak sevin.

Doçent Doktor Gökçen Erdoğan