Burak Soyer

22 Kasım 2024

Orta Doğu uzmanı Brauns: Erdoğan, iktidarda kalabilmek için çeşitli güçlerin çelişkilerinden yararlanma ve bunları birbirine karşı kullanma konusunda çok becerikli

"Erdoğan Kürt, sorununa gerçek bir çözüm bulmak için uygun adımları çok daha önce atabilirdi. Ankara bunun yerine Suriye ve Irak'ta maliyetli askeri müdahalelere bel bağlamaya devam ediyor"

Türkiye son birkaç yıldır büyük sorunlarla boğuşuyor. Ekonomik kriz, bölgesel krizler, yeni nesil mafya ve sokaklardaki şiddet, kayyım politikaları ve çatışma-çözüm başlıkları…

Türkiye’de yaşanan son gelişmeleri, Batı’nın Türkiye’ye bakışını, Devlet Bahçeli’nin Öcalan çıkışını, muhalefetin durumunu, Fethullah Gülen’in ölümünün etkilerini, yerli yabancı organize suç örgütlerinin ülkede cirit atmasını, Almanya’da yayımlanan sosyalist Die Junge Welt gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni, aynı zamanda Türkiye ve Orta Doğu uzmanı olan Dr. Nick Brauns’la konuştuk.

Brauns, Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu, “Türkiye'de son birkaç yıldır ve on yıllardır yaşanan gelişmelere baktığımda, tanıdık aktörlerin aynı hikâyeleri tekrar tekrar canlandırdığı, bildik entrikaların ve komploların döndüğü ama oyunculuk performanslarının sürekli düştüğü, sonu gelmeyen bir televizyon dizisi izliyormuşum hissine kapılıyorum,” sözleriyle değerlendiriyor.

Dr. Nick Brauns

- Türkiye ile ilgili olarak, “yönetilemeyen bir ülke haline geldi” şeklinde görüşler var. Batı, Türkiye'deki mevcut durum hakkında ne düşünüyor?

Türkiye'nin gerçekten yönetilemez bir ülke haline geldiğini kabul edemem. Erdoğan liderliğindeki AKP ve MHP'den oluşan mevcut iktidar ittifakı, ekonomik krizden Kürt sorununa kadar ülkedeki sorunlarla başa çıkabilecek durumda değil ve bazı durumlarda da bu konuda isteksiz.

Türkiye'de sürekli derinleşen bir siyasi kriz var. Ancak Erdoğan, iktidarda kalabilmek için içeride ve dışarıda çeşitli güçlerin çelişkilerinden yararlanma ve bunları birbirine karşı kullanma konusunda çok becerikli. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki tüm Türk hükümetleri gibi, şimdiki hükümet de ülkenin jeopolitiğini pazarlıyor ve karşılığında yurtdışından ekonomik, siyasi ve askeri destek alıyor. Türkiye, ülkeyi Rusya ve Çin'e yaklaştırmakla tehdit ederek ve BRICS'e katılmak için başvurarak, NATO ve AB ile süregelen stratejik ittifakı içinde manevra alanını genişletmeye çalışıyor. Ancak Türkiye'nin BRICS üyeliği reddedildi -Hindistan'la birlikte, Çin ve Rusya'nın etrafındaki bu ittifakın saflarında zaten Batı'nın bir Truva atı var ve NATO bağları olan başka bir güvensiz adayı getirmek istemiyor. Ancak bu sinyal Türkiye'nin Batılı ortakları tarafından alındı.

Şansölye Scholz, İstanbul'a yaptığı son ziyarette Erdoğan'a NATO çerçevesinde Türk-Alman silah kardeşliğini hatırlattı. Almanya bu yıl Türkiye'ye uzun yıllardır görülmemiş ölçekte kapsamlı silah sevkiyatına izin verdi bile. Alman hükümeti ayrıca Eurofighter savaş uçaklarının Türkiye'ye teslimatı konusunda daha önce uyguladığı blokajdan da vazgeçti. Buna karşılık Alman hükümeti, Türkiye'nin göçle mücadelede AB'nin bekçisi olarak hareket etmesini beklemeye devam ediyor. Bu durum, mültecilerin birçoğunun Türkiye'nin Almanya'dan aldığı silahlarla Suriye ve Irak'ta yürüttüğü savaşlar nedeniyle kaçmak zorunda kaldığı ya da Türkiye'deki ekonomik ve siyasi krizden kaçtığı gerçeğini göz ardı ediyor. Alman hükümeti ve diğer Avrupa hükümetleri açısından Erdoğan'ın iyi ya da hatta demokratik bir şekilde yönetip yönetmediği önemli değil. Önemli olan Erdoğan'ın ülkede belli bir istikrarı sağlayabilmesi, yabancı sermaye yatırımlarının güvende olması ve Türkiye'nin Batı'nın yanında yer almaya devam etmesi.

Erdoğan'ın Mayıs 2023'te yeniden seçilmesiyle bu istikrar şimdilik güvence altına alınmış gibi görünüyor. AKP'nin 2024 yerel seçimlerini kaybetmesi, Alman burjuva basınında ve burjuva partilerinden politikacılar tarafından Türkiye'de her şeye rağmen işleyen bir demokrasi olduğunun işareti olarak yorumlandı. Kısacası: Batı'da Türkiye'nin sözde yönetilemezliği algılanmazken, aynı zamanda Erdoğan hükümetini güçlendirmek ve istikrara kavuşturmak için her şey yapılıyor.

"Kürt sorunu, Suriye ve Irak'taki maliyetli askeri operasyonlar, hükümetin keyfi davranışları ekonomik sefalete katkıda bulunuyor"

- Size göre Türkiye kamuoyu bu konuyla ne kadar ilgili, bunun ne kadar farkında?

Bu normal bir durum. İnsanların çoğunluğu ekonomik sorunlar, enflasyon ve gıda fiyatlarındaki artışlar karşısında ay sonunu getirmeye çalışıyor. Ancak ekonomik durum diğer sorunlarla bağlantılıdır. Kürt sorununun çözülememiş olması, Suriye ve Irak'taki maliyetli askeri operasyonlar, hükümetin keyfi ve düzensiz davranışları, faiz oranı gibi ekonomik kararlar da dahil olmak üzere tüm bunlar ekonomik sefalete katkıda bulunuyor. Bu arada, ekonomik krizin temel sorun olarak görülmesini bir ilerleme olarak görüyorum. Uzun bir süre boyunca kamusal söylemde sekülerlere karşı dindarlar, Türklere karşı Kürtler vs. gibi indentiteryen ya da kültürel cepheler hâkim oldu. Ancak enflasyon ve gıda fiyatlarındaki artıştan tüm nüfus grupları etkileniyor ve burada bir inanç, dil ya da siyasi kanaat meselesiyle değil, sınıfsal bir meseleyle karşı karşıya kalıyoruz. Burada neo-liberalizme, özelleştirmeye ve sonuçlarına, spekülasyona karşı ortak bir direniş oluşursa, bu sadece memnuniyetle karşılanabilir.

“Devlet aygıtında hâlâ keşfedilmemiş Gülenciler olabilir”

- Fethullah Gülen’in ölümü Türkiye için ne anlam ifade ediyor? Devletin içinde, kritik noktalarda hala cemaatçilerin olduğu iddiaları var. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Devlet aygıtında hâlâ keşfedilmemiş Gülenciler olabilir ama bence FETÖ Türkiye'de yaşayabilir bir hareket olarak büyük ölçüde ezildi. En azından hareket artık Türk hükümeti ya da toplumu için bir tehdit oluşturmuyor. Ancak Gülen hareketinin gerçekten demokratik bir dönüşüm geçirdiğine, hatalarından ve suçlarından ders çıkardığına inanmıyorum. Bu durum en fazla bu hareketten bireyler için geçerli olabilir. Ama unutmayalım: Gülenciler geçmişte de size konuşmakta ve kendilerine en uygun maskeyi takmakta iyiydiler. Bir devlet krizi ve Erdoğan sisteminin çökmesi durumunda Gülenciler kesinlikle yapılarını yeniden inşa etmeye ve nüfuzlarını yeniden kazanmaya çalışacaklardır. Ve ben hareketin o zaman demokratik bir şekilde hareket edeceğine inanmıyorum.

Hareketin tasfiye edilmesinin ardından merkezini ve faaliyetlerini yurt dışına taşımıştır. Ancak 2015'teki darbe girişiminden önce olduğu gibi iktidarı ele geçirmek amacıyla daha geniş kapsamlı siyasi hedefleri olduğunu düşünmüyorum. Avrupa ve ABD'deki Gülenciler arasındaki rekabet Gülen'in ölümünden önce de ortaya çıkmıştı. Daha fazla gerilim, bölünme ve birleştirici ve yeri doldurulamaz guru Gülen'in dümende olmadığı bir ortamda, birikmiş varlıklar üzerindeki anlaşmazlıkta hareketin parçalanmasını bekliyorum.

“Narin cinayetinin failleri devlet tarafından örtbas edildi”

- Gülen cemaatinin ardından farklı cemaat ve tarikatların boşluğu doldurduğu konuşuluyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

AKP her zaman çeşitli gerici tarikatlara dayandı ve bu tarikatlar özellikle kırsal kesimde seçmen çekti. FETÖ'nün devletten ve toplumdan tasfiyesinden sonra boşalan yerlere bu tarikatlar ve onların kadroları yerleşti. Menzil tarikatı ya da Süleymancılar gibi, ideolojileri en azından modern eğitimle ilgilenen Gülencilerinkinden çok daha geri, irrasyonel ve köktenci olan tarikat ve cemaatlerle karşı karşıyayız. Bu tür tarikatların artık yurtları ve eğitim kurumlarını ele geçirmesi ve böylece gençler üzerinde nüfuz sahibi olması bana özellikle tehlikeli geliyor. Gülenciler de kendilerini bu şekilde inşa ettiler. Ancak şu anda FETÖ'nün yerini alan dini grupların hiçbiri Gülencilerin o dönem sahip olduğu güce ve tekel konumuna sahip değil. AKP bunun bir daha olmasına asla izin vermez.

Diyarbakır'ın Tavşantepe köyünde sekiz yaşındaki Narin Güran'ın öldürülmesi, devlet ve tarikatlar arasındaki bu kutsal olmayan ittifaka ışık tuttu. Narin, köyde çok sayıda müridi bulunan Menzil tarikatına bağlı bir Kuran kursuna katıldıktan sonra ortadan kayboldu. Siyasi olarak köyün nüfusu 1990'lardaki kontrgerilla Hizbullah'ının siyasi devamı olan İslamcı Hüda-Par'a yakın. Köyün tamamı ordu tarafından kameralarla izlenmesine rağmen, Narin'in öldürülmesi ve cesedinin haftalarca gizlenmesini düşündüğümüzde, faillerin örtbas edildiği sonucunu çıkarıyoruz. Cinayete karışan Narin'in ailesi ile AKP arasındaki bağlantılar da netleşti -bir milletvekili kendisini ailenin uzun süredir arkadaşı olarak tanımladı. Korkarım ki kızın öldürülmesinin arka planı hiçbir zaman tam olarak aydınlatılamayacak.

- “Yeni nesil çeteler”, Interpol tarafından aranan yabancı uyuşturucu baronları ve mafyanın varlığından sıkça söz ediliyor. Neden bu örgütlere karşı ciddi önlemler alınmıyor?

Bunun cevabını üç yıl önce, Türk hükümetinin gözünden düşen ve yurtdışına kaçan mafya babası ve faşist Sedat Peker ifşaatlarında verdi. Ancak Peker'in ifşaatlarını herhangi bir hukuki ya da siyasi adım takip etmediği için diğerleri de aynı şeyi yaptı ve sistemde bir bütün olarak hiçbir şey değişmedi. Peker ve rakibi Alaattin Çakıcı bize Türkiye'de devletin mafya ve organize suçlarla ne kadar yakından bağlantılı olduğunu gösteriyor.

"Erdoğan Kürt sorununa çözüm bulmak için daha önce adım atabilirdi ancak Suriye ve Irak'ta askeri müdahalelere bel bağlamaya devam ediyor"

- Geçtiğimiz günlerde Devlet Bahçeli, Abdullah Öcalan'a Meclis'e gelerek bir konuşma yapması ve terörün ortadan kaldırıldığını ilan etmesi çağrısında bulundu. “Sözlerimin arkasındayım” diye de ekledi. Bu ani hamle Erdoğan’ın yeniden aday olma girişimine açılan bir yol olarak yorumlandı. Bu durum Batı'da nasıl karşılandı?

Alman medyası Bahçeli'nin açıklamasını yeni bir Kürt açılımının, PKK ile olası bir barış sürecinin işareti olarak yorumladı. Bahçeli'nin Öcalan'ı hapisten çıkarmak istemesi gerçekten de ancak radikal milliyetçi bir liderin cesaret edebileceği bir tabu ihlaliydi ve bu ona kendi saflarında da sempati kaybettirdi. Ancak Bahçeli'nin söylediklerine dikkatle kulak vermeliyiz. Öcalan'a PKK'yı silahsızlandırması ve feshetmesi çağrısında bulundu. PKK liderleri bunu reddetti. Bahçeli'nin mecliste DEM milletvekilleriyle tokalaşması, Öcalan'la ilgili açıklaması ve Ömer Öcalan’ın İmralı'da ziyareti, ki bu ziyaret birkaç yıllık tecridin ardından yeniden mümkün oldu, muhtemelen hükümetin Kürtlere yönelik olumlu bir tutum sergilediğini göstermeye yönelikti. Ancak ıslak bir el sıkışma dışında elle tutulur bir şey sunulmadı.

Bahçeli'nin bu manevrası, Erdoğan'ın yeniden aday olmasını sağlayacak anayasal değişiklikler için DEM Parti'nin ve Kürt seçmenlerin desteğini almayı amaçlamış olabilir. Türk hükümetinin Gazze ve Lübnan'daki savaş, İsrail'in İran'a olası büyük bir saldırısı ve ABD'deki Trump seçimleri sonucunda Orta Doğu'daki olası güç değişimlerine hazırlanmak için Kürtlere ulaştığı yönünde spekülasyonlar da var. Ancak bu tür seçenekleri görenlerin Türk hükümetinin stratejik düşüncesini abarttığından korkuyorum. Bu hükümet sürekli olarak hayatta kalmakla meşgul, çok kısa vadeli ve sadece taktiksel düşünüyor. Aksi takdirde Erdoğan Kürt sorununa gerçek bir çözüm bulmak için uygun adımları çok daha önce atabilirdi. Ankara bunun yerine Suriye ve Irak'ta maliyetli askeri müdahalelere bel bağlamaya devam ediyor.

- Kayyım politikalarının arkasında ne var?

Burada bir havuç ve sopa taktiğiyle karşı karşıyayız. Bahçeli ilk başta DEM ile konuşmaya istekli olduğu sinyalini veriyordu. Ancak DEM'in Erdoğan'ın iktidarını uzatmak için anayasayı değiştirmek gibi bir anlaşmayı kabul etmeyeceği kısa sürede anlaşılınca Mardin, Halfeti ve Batman belediye başkanları görevden alındı. Bu, 2015'i anımsatan tanıdık ve görülmesi kolay bir oyun. O zaman da Öcalan ile diyalog vardı. Ancak Selahattin Demirtaş Erdoğan'ı asla süper başkan yapmayacağını açıkça ilan edince, Erdoğan diyalog sürecini bir gecede bitirdi ve MHP ile ittifak kurdu.

CHP'li İstanbul Esenyurt Belediye Başkanı'nın tutuklanması ve görevden alınması da bu iki muhalefet partisi arasındaki geçici iş birliğini bozmayı amaçlıyordu. Şimdi sırasıyla DEM ve CHP'li Dersim/Tunceli ve Ovacık belediye başkanları da teröre destek verdikleri iddiasıyla hapis cezasına çarptırıldılar ve onlar da görevden alınmakla tehdit ediliyorlar.

“CHP'nin bir devlet partisi olarak kurulduğunu ve doğası gereği her zaman bir devlet partisi olarak kaldığını asla unutmamalıyız”

- Yaşanan tüm bu olaylar karşısında muhalefetin, özellikle de CHP'nin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

CHP'de Özgür Özel'in liderliğinde, özellikle de belediye başkanlarının görevden alınmasının ardından DEM Parti'ye yönelik bazı olumlu işaretler görüyorum. Ancak CHP'nin bir devlet partisi olarak kurulduğunu ve doğası gereği her zaman bir devlet partisi olarak kaldığını asla unutmamalıyız. Amacı Türkiye'yi demokratikleştirmek değil, her şeyden önce devlet aygıtı üzerinde kaybettiği etkisini yeniden kazanmak ve destekçilerini yeniden devlet aygıtının içine çekmektir. Ülkedeki krizin derinleşmesi durumunda AKP'den bir iş birliği teklifi gelirse, bu fırsatı hemen değerlendirecektir.

İslamcı muhalefet, özellikle de Yeniden Refah Partisi, AKP için tehlikeli olabilir. Ancak Yeniden Refah Partisi'nin ilerici-demokratik bir gündemi yok.

- Ve son olarak, tüm bu soruları ve cevapları bir araya getirip okuduğumuzda nasıl bir Türkiye görüyoruz?

Türkiye'de son birkaç yıldır ve on yıllardır yaşanan gelişmelere baktığımda, tanıdık aktörlerin aynı hikâyeleri tekrar tekrar canlandırdığı, bildik entrikaların ve komploların döndüğü ama oyunculuk performanslarının sürekli düştüğü, sonu gelmeyen bir televizyon dizisi izliyormuşum hissine kapılıyorum. Burada iyimser kalmak zor.

Burak Soyer kimdir?

1986 yılında Kütahya'da doğdu. 1992 yılında Çanakkale'ye yerleşti. 2004 yılında Marmara Üniversitesi Alman Dili Edebiyatı'nı kazandı. Aynı yıl okulu bıraktı. Bir süre garsonluk yaptı.

2005 yılında Radikal Gazetesi Kültür Sanat Servisi ve Kitap Eki'nde gazeteciliğe başladı. Aynı yıl Rolling Stone Türkiye'nin açılmasıyla birlikte Rolling Stone'a müzik yazıları yazdı. 2006-2008 yılları arasında Akşam Gazetesi Ekler Servisi'nde muhabir olarak görev yaptı. Daha sonra "memleketi" Çanakkale'ye dönüp Çanakkale Olay Gazetesi'nde çalıştı.

İnternethaber.com, Sözcü.com.tr, Toplumsal Haber gibi internet haber sitelerinde Siyaset, Gündem, Spor, Yurt Haberler, Kültür Sanat, Yaşam, Lifestyle servislerinde editör olarak çalıştı. Trend Medya'nın YouTube kanalı için kültür sanat ve spor programı hazırlayıp sundu. Son olarak İstanbul Karaköy MONO dergisinin editörlüğünü yapıyordu.

Şimdiye kadar Milliyet, Hürriyet, Hürriyet Kitap Sanat, BirGün, BirGün Pazar, BirGün Kitap, Taraf, Cumhuriyet Pazar, T24, Gazete Duvar, sendika.org, solhaber.org'a, siyaset, edebiyat, müzik, sinema, tiyatro yazıları yazdı. Halen T24 Haftalık, Bianet ve OT dergisine kültür sanat, K24, Edebiyathaber.net, Oggito, Ne Okuyorum?, Ajandakolik, Mahal Dergi, Romanoku internet sitelerine de edebiyat yazıları yazıyor.

2017 yılında ilk kitabı Zıvana Doğan Kitap etiketiyle yayımlandı. Zıvana'nın devamı olan Buji de 2019 yılında aynı yayınevinden çıktı. Son romanı Ring ise, geçtiğimiz Eylül ayında Karakarga Yayınları etiketiyle okuyucuyla buluştu. Ayrıca bir de kısa film senaryosu bulunmaktadır.

2015 yılında Anadolu Üniversitesi Sosyoloji bölümünden mezun oldu. Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Sanat Tarihi bölümündeki eğitimine devam etmektedir.