Her ne kadar bu tabiri kullanmak abesle iştigal olsa da vokalde Tuğçe Kaymaz, gitarda Burcu Özbek, bas gitarda Esra Hasandayıoğlu ve davulda Başak Karacan’ın yer aldığı, “dört kadından oluşan”, rock ve metal dinleyicilerinin yakından tanıdığı Marla, ilk teklisi “Doğdum”u yayımladı. Şimdiye kadar iki yüzü aşkın yerde sahne alan grupla, hâlâ aşamadığımız “kadın müzisyen” tamlamasından girdik, on yıllık geçmişlerinde yaşadıkları zorluklara değindik, çiçeği burnunda şarkıları “Doğdum”dan çıktık. Gerisi için söz Marla’da…
Marla müzik grubu
- Grubun ismi nereden geliyor?
Tuğçe: Gruba isim verirken sinemayla flört etmek iyi bir fikir gibi geldi. Alıcıya sinematik bir yerden göz kırpmanın iletişimi güçlendirici ve mesajı daha en başta hafif bir makyajla güzelleştiren bir yanı var. Kendiliğinden güzel güzel imleniyor zihinde. Neden onca karakter arasından Marla derseniz, Marla Singer karakteri tam da çizmek istediğimiz kadın portesini veriyordu bize. Onu toplumun hem kabul hem de müdahale ettiği güzellik algısıyla da davranışsal olarak toplum içerisinde güzellenen ve kabul gören “kadın” figürüyle de tanımlayamıyoruz. Daha önce bir röportajda bu durumu güzel ifade ettiğini düşündüğüm hatta itiraf edeyim ki bir anlığına kendimi havalı hissettiren bir cümle kurmuştum. Onu tekrarlayacağım: “Marla, erkeklik kodlarının toplumun gözlük camına çizdiği ve belli yüzeysel kavramlar çerçevesinde standartlaştırılmış bir kadın figürü değildi ve tamamıyla gerçekti. Biz de bu edilgen olmayan gerçekliği elimizden geldiğince yansıtmak istedik.” Şimdi tekrarlayınca o kadar da havalı gelmedi.
- Basın bültenlerinde, hakkınızda çıkan haberlerde, konser afişlerinde vs. gibi durumlarda hâlâ “dört kadından oluşan” ibaresini belirtiyor olmak zorunda kalmak asap bozucu bir durum değil mi? Aşamadık mı daha bunları?
Tuğçe: Öncelikle “dört kadından oluşan” ibaresi yeni bir tabir. Çünkü yakın zamana kadar “beş kadından oluşan” ibaresi kullanılıyordu. Şaka bir yana, ilk zamanlar bu durumdan oldukça rahatsızlık duyuyorduk ancak artık rahatsızlığımız devam etse de üstünde o kadar durmuyoruz. Çünkü gündemimizde grup adına odaklanmamız ve eyleme geçmemiz gereken çok fazla şey var. Zamanımızı ve enerjimizi bunlara ayırınca başka birçok konu önceliğini kaybediyor. Öte yandan, bunu bizim aşmamız değil dinleyicinin/alıcının aşması önemli. Ve anlaşılan pek aşılamamış. Son mağaraya elektrik ve su bağlanıp son birey aydınlatılana kadar da bu tabiri ara ara duymaya devam edeceğiz gibi görünüyor.
Esra: Şimdiye kadar hiçbir konser afişimizde, sosyal medya captionımızda veya hashtaginde “kadın grubu”, “female band” gibi etiketler kullanmadık. Evet, hiçbir tanıtımda “dört erkekten oluşan” ibaresi görmüyoruz, ancak 2000'ler ortasından beri kadın elemanlardan oluşan grup da pek göremiyoruz. İnsanların bizi “kadın grubu” diye anmasıyla savaşarak değil, kendimiz olmayı sürdürerek varlık göstermeye çalışıyoruz. Üstelik Türkiye şartlarında müzik yapmayı sürdürebilmek zaten oldukça güçken, bunu bir de kadın olarak yapmaya çalıştığında boynuna asılmış bir madalyon gibi oluyor. Biz bu madalyonun ağırlığını hissetmek yerine, onun altındaki gücümüzü göstermeyi tercih ediyoruz. Müziğimizin kendisi konuşulsun isteriz, kim olduğumuz ya da cinsiyetimiz değil.
- Her birinizin evveliyatı vardır ancak ben Marla olarak 10 yıllık geçmişinizin hikâyesini sizden dinlemek isterim. Nasıl bir araya geldiniz? Başlarda “kızlar grubu” olarak nasıl zorluklar yaşadınız? Sonrasında iki yüzden fazla yerde nasıl sahnede aldınız?
Tuğçe: Aslında ortamı hazırlayan koşullar çok daha eski ancak eyleme geçtiğimiz, stüdyoya kapanıp şu an yaptığımız şeyleri el yordamıyla öğrenmeye başladığımız dönem 2015 sonbaharı. Hatta Marla tam olarak ekim doğumlu diyebiliriz. Yaşıtları bu yıl 3. sınıfa başladı.
Yukarıda da bahsettiğim “ortamı hazırlayan koşullar”a değinmeden bu konuya girmek zor. Hikâye yıllar önceye, hatta Esra ve benim, yeteneklerimizin sahnede çalmayı ve söylemeyi çok istemekten ibaret sayılabileceği kadar çaylak olduğumuz bir döneme dayanıyor diyebilirim. Keşke kız grubum olsa hayaliyle Facebook’ta kadın müzisyen avına çıktığım bir dönemde Esra ile yolumuz kesişti. Esra başka bir grupta ve yeni yeni bas çalmaya başlamış, ben hayal gücüme güveniyorum falan derken tamamı genç kadınlardan oluşan çok kısa ömürlü ilk grubumuz Blacktrice’i kurduk. Pek bir şey yapamadan da dağıldık. Bir süre sonra ikimiz de sosyal medyanın daha kalabalık bir yer haline gelmesiyle daha fazla kadın müzisyene rastlamaya başladık ve bir daha denemeye karar verdik. Eleman arayışı, grubun ilk kadrosunun toplanması derken kendimizi yine stüdyoda bulduk. Hepimiz yolun çok başında olduğumuz için ilk bir yıl yalnızca provalarla geçti. Bir yılın sonunda ilk sahnemize çıktık ve bir daha da inmedik. Hem bireysel hem de grup olarak neredeyse her şeyi birlikte keşfettiğimiz ve birlikte büyüdüğümüz bir süreç başladı. 2017-2018 civarında kadroda art arda bazı değişiklikler oldu ve Burcu aramıza katıldı. Uzunca bir süre o dönemki kadroyla çaldıktan sonra gerek kariyer seçimi gerek taşınma sebebiyle bir kadro değişikliği daha gündeme geldi ve yakın sayılabilecek bir zamanda davulda Başak ekibe dahil oldu. Kadronun son halini almasıyla da halihazırda sürdürdüğümüz beste sürecini hızlandırdık.
Marla müzik grubu
“Kızlar grubu” olarak yaşadığımız zorluklar sorusunu atlamış gibi oldum ancak bu kısmı bilinçli olarak sona bıraktım. Konser sayısının artmaya başlaması ve çalışma rutinimizin hareketlenmesiyle birçok başka grup ve müzisyenle birçok etkinlikte ve mekânda çalma şansı bulduk. Çevremiz genişledikçe ve tecrübe kazandıkça çıktığımız sahnelerin ve etkinliklerin de sayısı arttı, 200’e dayandı.
Bu artışın hayatımıza daha fazla dinleyici, daha fazla mekân, daha fazla organizatör, kısaca daha fazla insan sokması performans hazzının yanı sıra bazı olumsuzluklar da getirdi. Bu durumda öncelikle önünüze “kadına göre” diye bir standart çekiliyor. Sahnedeki kadın vokal imgesi görece daha alışıldık olduğu için ben bu durumdan enstrümanist arkadaşlarım kadar doğrudan etkilenmedim ancak ekip dahilinde birçok şeye şahit oldum. En ufak bir hatada “eh işte, kadın zaten ancak bu kadar çalabilir” yaftası bir kısım dinleyicinin konsere getirmeyi sevdiği bir şey. Ciddiyetsizlik ve ön yargının yanı sıra daha ciddi problemlerle de karşılaştık. Bir şehir dışı konseri sonrası sabaha dek otelin önünde bekleyen bir grup erkekten, sahnede bacağımın üstüne 200 TL’lik banknot bırakılmasına, performansını çekiyorum bahanesiyle arkadaşımızın vücudunun bazı bölgelerinin videoya alınmasından, bir seyircinin sahneye izinsiz çıkıp fiziksel temasta bulunmasına, konser afişini görüp “Konsere silah sokabiliyor muyuz?” diye mesaj atan birinden, sahneye yürürken bir şekilde yakınımıza gelip “Sizi öldürmek istiyorum” diyen bir başkasına kadar birçok güvenlik ihlali sayılabilecek durumla karşı karşıya kaldık. Dahası da var ama ilk aklıma gelenler bunlar.
- 10 yıllık bir geçmiş az buz bir rakam değil. Neden kendi şarkılarınızı yayımlamak için bu kadar beklediniz?
Tuğçe: Evet, hepimiz söyleyelim ve rahatlayalım: “Marla bugüne kadar bol bol cover yaptı.” Şaka bir yana, Marla her ne kadar cover çalma amacıyla ortaya çıkmış olmasa da zaman zaman kişisel zaman zaman ise küresel bazı pürüzlerden ötürü bu safhada umduğundan uzun kaldı. Kütüğü İstanbul’dan başlayarak ülkenin birçok şehrinde 200’ü aşkın sahneyle ve bu sahnelerin nabzını tutan sayısız seyirciyle tanıştı. Bu vesileyle de sosyal kimliğini pekiştirip bol bol malzeme topladı. Şimdi ise özdeşleştiğimiz, bir araya gelerek tümlediğimiz bu bünyenin kolektif müzikal kimliğini ve kendi özgün sesini/stilini yaratmanın eforuyla tanıştığımız bir evredeyiz. Daha erken olsun ister miydik? Bu sorunun cevabını bilmiyorum. O zamanki bizler muhtemelen isterdik ama şu an bu konuya daha rasyonel bir yerden baktığımızı düşünüyorum. Bu kadar gecikilmiş olmasının ilk ve en önemli sebebi kesinlikle ekonomik. Marla elemanlarının neredeyse tamamı kurulduğu ilk günden bu yana birilerinin full-time çalışanı. Öğrencilik döneminde bile bu böyleydi. Haftada bir prova yapmak için bile bir araya gelemediğimiz çok zaman oldu. Bir kısmımız geldiği sosyal sınıftan ve yetiştiği taşra kültüründen ötürü bazı imkanlara ve özellikle farkındalığa oldukça geç erişti. Köyde/kasabada yetişmiş kız çocuklarının engelleri daha büyük ve pürüzlü olabiliyor. Öte yandan, grup içi demokrasi ve kolektif üretim konusunda her zaman çok ısrarcıydık. Single ya da albüm, üreteceğimiz şey her ne olursa olsun yalnızca birbirimizden ve yakın çevremizle olan organik ilişkilerimizden beslensin istedik. Ve tabii şarkıları bağımsız yayınlama tercihimizin getirdiği bazı yükümlülükler de var. Tüm bunlar nihai karar ve sonuca ulaşma sürecini oldukça uzatan şeyler.
- İlk tekliniz “Doğdum” nihayet dinleyiciyle buluştu. Nedir şarkının hikâyesi? Nasıl ortaya çıktı?
Tuğçe: “Doğdum”, grubun ilk somut beste denemesiydi. Somut derken kayıt alarak ilerlediğimiz, müzik yazılımlarına aşina olmaya başladığımız ve müziği anlık performans algımızın ötesine taşımaya gerçekten kalkıştığımız bir zaman diliminin ezgisi. Süreçte tıkandığımız ve şarkıyı bir süreliğine rafa kaldırdığımız bir dönem de oldu. Meğer bu ara, hem şarkı hem de bizim için bir demlenme süreciymiş. Başka şarkılar üzerinde de çalışarak ısınmaya başladığımız an geri dönüp kucakladığımız ilk şey “Doğdum” oldu.
Şarkı edilgen bir suçluluk duygusu, iktidar sahibi ve üst olanla mecburi bir tarihsel iş birliği, kafası karışık ve örtük bir intikam arzusuyla geliyor aslında. Üst aklın kibirli ve ölümcül paradoksuna sandalye çekip anlaşma şartlarının muhasebesini yapan bir kadınmış gibi mırıldanırken çıktı sözler. Ve bu şarkı da o mırıltının deşifresi gibi bir şeydi bana göre.
Burcu: Şarkı aslında iki farklı formda oluştu. İlk versiyonu tamamladığımızda sound olarak tam içimize sinmemişti. Bir süreliğine rafa kaldırıp başka şarkılara odaklanmayı tercih ettik. Bu süreçte müzikal bakış açımız da çalışma yöntemlerimiz de çok değişti ve gelişti. Bir gün Esra, “Doğdum” için yeni bir versiyon yapmayı teklif etti ve birbirimize söz verdik. Gerçekten nasıl bir şey çıkacağına dair hiç fikrim yoktu. Sadece bu dramatik ve buruk hissiyatı koruyarak yeni bir versiyon oluşturmayı hedefledim. Şarkının iskeleti ortaya çıktıktan sonra aranje, kayıt, mix çalışmalarını tamamladık ve doğduk diyebilirim.
- Yukarıdaki soruyla alakalı olarak şunu da sormak isterim: 10 yıllık bir maziniz, sayısız konserleriniz ve kemik dinleyici kitleniz olmasaydı, “dört kadından oluşan” bir rock grubu olarak kendi şarkınızı ve ilerideki şarkılarınızı yayımlamaya karar verdikten sonra ne gibi zorluklarla karşılaşırdınız?
Esra: Biz grubu kuralı dokuz yıl, sahne almaya başlayalı da sekiz yıl oldu sanırım. Bu süre zarfında hem çok fazla insan tanımış hem çok farklı şartlar altında çalışmış olmanın getirdiği bir tecrübe birikimi var. Eğer bu birikime sahip olmasaydık eminim ki birçok farklı zorlukla karşı karşıya kalırdık. Belki daha fazla ön yargıyla karşılaşır ve kendimizi, müziğimizi sürekli olarak kanıtlama ihtiyacı duyardık. Müzik dinleme alışkanlıklarının ve dinleyici davranışlarının sürekli değiştiği bu dönemde, daha az seçici ve daha korunmasız hale gelebilirdik. Bu da bizi, belki de istemediğimiz ticari kaygılara ya da trendlerin peşinden gitmeye zorlayabilirdi. Üstelik, giderek azalan ve dinleyici eğilimlerine göre şekillenen mekanlar nedeniyle sahne bulmak ya da bir platformda yer almak çok daha zor olurdu. Yeni bir grup olarak, bu değişkenlerle başa çıkmak, güvenli alanlar yaratmak ve sahnelerde kendimize yer edinmek çok daha zahmetli bir süreç olurdu.
- “Sofraya” oturduğunuza göre; sırada neler var sizin tarafta?
Esra: Bir yandan yeni kimliğimizin uyum süreciyle meşgulken, ikinci şarkımızın da son hazırlıklarını tamamlamak üzereyiz. “Doğdum”a göre çok daha sert soundlu ve İngilizce bir şarkı olacak.
Tuğçe: Anahtar kelime: “Paranoya.”
Burak Soyer kimdir? 1986 yılında Kütahya'da doğdu. 1992 yılında Çanakkale'ye yerleşti. 2004 yılında Marmara Üniversitesi Alman Dili Edebiyatı'nı kazandı. Aynı yıl okulu bıraktı. Bir süre garsonluk yaptı. 2005 yılında Radikal Gazetesi Kültür Sanat Servisi ve Kitap Eki'nde gazeteciliğe başladı. Aynı yıl Rolling Stone Türkiye'nin açılmasıyla birlikte Rolling Stone'a müzik yazıları yazdı. 2006-2008 yılları arasında Akşam Gazetesi Ekler Servisi'nde muhabir olarak görev yaptı. Daha sonra "memleketi" Çanakkale'ye dönüp Çanakkale Olay Gazetesi'nde çalıştı. İnternethaber.com, Sözcü.com.tr, Toplumsal Haber gibi internet haber sitelerinde Siyaset, Gündem, Spor, Yurt Haberler, Kültür Sanat, Yaşam, Lifestyle servislerinde editör olarak çalıştı. Trend Medya'nın YouTube kanalı için kültür sanat ve spor programı hazırlayıp sundu. Son olarak İstanbul Karaköy MONO dergisinin editörlüğünü yapıyordu. Şimdiye kadar Milliyet, Hürriyet, Hürriyet Kitap Sanat, BirGün, BirGün Pazar, BirGün Kitap, Taraf, Cumhuriyet Pazar, T24, Gazete Duvar, sendika.org, solhaber.org'a, siyaset, edebiyat, müzik, sinema, tiyatro yazıları yazdı. Halen T24 Haftalık, Bianet ve OT dergisine kültür sanat, K24, Edebiyathaber.net, Oggito, Ne Okuyorum?, Ajandakolik, Mahal Dergi, Romanoku internet sitelerine de edebiyat yazıları yazıyor. 2017 yılında ilk kitabı Zıvana Doğan Kitap etiketiyle yayımlandı. Zıvana'nın devamı olan Buji de 2019 yılında aynı yayınevinden çıktı. Son romanı Ring ise, geçtiğimiz Eylül ayında Karakarga Yayınları etiketiyle okuyucuyla buluştu. Ayrıca bir de kısa film senaryosu bulunmaktadır. 2015 yılında Anadolu Üniversitesi Sosyoloji bölümünden mezun oldu. Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Sanat Tarihi bölümündeki eğitimine devam etmektedir. |