İnsan, ilk gençliğinin hiçbir kural tanımaz o asi günlerinde, salıncakta sallanır gibi gidip gelir ideolojiler arasında. Sıkı bir Kemalist olarak başladığı haftaya, azılı bir sosyalist olarak devam ederken bir bakmışız ki hafta sonu gelince "bırakın yapsın, bırakın geçsin" diyordur. Birbirinin zıddı gibi görünen bu fikirler o ham bedeni bir savaş alanına çevirir, ama hakikatin aksine, bu savaşlar bedeni de zihni de olgunlaştırır.
Mehmet Altan'ın Marksist-Liberal kitabını ilk okuyuşumda o salıncakların birindeydim, artık bugün itiraf edebilirim, pek bir şey anlamamış olsam da, anladığım son analizde bir insanın hem Marksist hem Liberal olabileceğiydi.
Aradan seneler geçti, ben Marksist-Liberal'i yeniden okudum. Arka kapaktaki kısa cümle bugün bile ezberimde -ikinci okuyuşumdan bugüne de herhalde bir yedi-sekiz sene geçmiştir: "Hayata bakarken Marksist… Ekonomiye bakarken Liberal… Yaşamı kavramaya çalışırken de Marksist-Liberal…"
Mehmet Altan, P24'te geçen hafta çıkan yazısında bu kavramı yeniden ele alıyor. Basit bir soru sorarak bizi düşünmeye teşvik ediyor: "Biz yüz yılda Oliver Twist romanından Matrix filmine nasıl geldik?"
Şu cümleler de aynı yazıdan:
"Kabaca, 'Hayat, üretim araçları değiştikçe değişiyor' diyen, Marksist açıklama bana hâlâ en doğru cevap gibi gözüküyor. Buharlı makineden nano teknolojiye geçince Oliver Twist'ten de Matrix'e geçiyorsunuz. Değişimin sırlarını en iyi Marksist felsefenin çözdüğünü düşünüyorum."
Ama Marksizmin planlı ekonomik modeli parlak başarıların yanına hiç uğramadı. Mehmet Altan'dan devam edelim.:
"İkinci basit soru, 'bu değişim sırasında kaynakları en verimli nasıl kullanırız' sorusu. Liberalizmin 'piyasanın sihirli eli' görüşünün, kaynakların en verimli biçimde kullanılmasının hâlâ en geçerli yöntemi olduğu kanaatindeyim.
'Hayat nasıl değişiyor' sorusunun Marksist cevabıyla, 'kaynaklar en verimli nasıl kullanılır' sorusunun liberal cevabı, bir insanın zihninde bir araya geldiği gibi hayatta ve siyasette de bir araya gelebilir mi?
Eğer bir araya gelirse, 20. yüzyılın bu iki 'düşman' anlayışın sentezinden insanoğlunun mutluluğu ve refahı için 'üçüncü' bir anlayış çıkar mı?"
Kaynakları verimli kullanılamadığında baskı artıyor. O yüzden, ekonominin her tıkanışı siyasi yansımalarını da peşi sıra sürüklüyor. Solomon Volkov'un Büyülü Koro kitabı, Sovyetler macerasının aydınlar üstünde yaptığı tahribatı göstermesi açısından hayli çarpıcıydı. Gün Zileli de geçen sene çıkan kitabında -Birikim'in Ekim 2020 sayısında bir eleştiri de yayımlandı- Bolşeviklerin cinayet bilançosunu çıkarıyordu.
Öte yandan, bunlara bakıp solu bütünüyle reddetmek de -Besim Tibuk örneğini verebilirim- insanın değişimi anlayamamasına yol açıyor, kendinizi bir anda uçurumdan aşağı yuvarlanırken bulmanız işten bile değil. "Sanal âlemin" varlığı, ortak mülkiyet üstüne eşi görülmemiş bir adım herhalde -üstelik atılan bu adımın enerjisini de kapitalizm ve küreselleşme sağlıyor.
İş tanımının değiştiği günlerde, teknoloji alıp başını gitmeye başlamışken bütün kavramlar da dönüşüyor.
Üretimin insanlar tarafından gerçekleştirildiği, üretim araçlarının tekelinin sadece belli bir azınlığın elinde olduğu, insanın insanı sömürdüğü, devletin zorba bir gücü temsil ettiği 'reel dünya' artık eskisi kadar 'reel' değil. Geride kalmış bir dünya.
Artık işçi dediğimiz kişiyi bile tanımlarken zorlandığımız için "prekarya" gibi yeni terimler türetmek durumunda kalıyoruz. "Kol gücünün" emek piyasasındaki yeri azalırken, kimi işçilerin üretim araçlarının mülkiyetine sahip olan birçok insandan çok daha iyi şartlar da yaşadığını da görüyoruz. Rengârenk bir pasta gibi düşünürsek, küreselleşme dışardan gelip bir darbe vuruyor ve her şey iç içe giriyor. Yüz elli sene öncesindeki gibi keskin çizgilerle ayrımlar yapmak güçleşiyor. Ne işçi o işçi, ne mülkiyet aynı, ne üretim ilişkileri ne de keskin çizgilerle proletarya ve burjuvazi ayrımları…
Mehmet Altan da dünyanın gidişatına bakarak iki uçtan -"tez" ve "antitez" de diyebiliriz belki- bir "sentez" üretmeye çalışıyor. Bir insanın hem Marksist hem de Liberal olması daha önce düşünülemezken, bugün adeta dünyayı kavrayabilmek için bir kılavuz niteliğinde.
"Ekonomiye bakarken liberal" olmayı da tartışmak gerektiğini düşünüyorum. Şimdi bir iktidar profesörünün karşısında benim yazacaklarım hariçten gazel addedilebilir. Ama bilinen haricinde bir şey söylemeyeceğim için bir iddiam yok. Ekonomiyi sadece piyasa aktörlerine bırakırsak da bir yere varamıyoruz. Ekonomi belki büyüyor ama Gini katsayısı bununla boy ölçüşemeyecek şekilde bire doğru kırılıyor. Olağanın dışına çıkıldığında sağlık sistemi çökebiliyor mesela.
Piyasayı yok sayan bir ekonomik model, bilebildiğim kadarıyla, kaynakların bırakın verimli kullanılmasını, genellikle israf edilmesiyle sonuçlanıyor. Yani, ne piyasayla oluyor ne de piyasasız. Piyasaya kurallar koyacak kurumların varlığı da ayrı tartışmaları beraberinde getiriyor.
Değişimin önlenemezliğinden Marksizm de nasibini alacak, alıyor. Ama değişim, varolan sınırların dışına çıkmak demek. Bu da, al sana bir diyalektik daha, bir başkasının sınırının da değişmesi demek. Marksizm kendisi değişirken etrafını da dönüştürüyor böylece. Çizgilerle bölünmüş kat kat pastayı göremiyoruz artık, her şeyin birbirinin içine girdiği, bulaştığı, karıştığı bir keşmekeşin içindeyiz. Dünyada popülizmi yükselten itkinin de bu keşmekeş içinde insanların karışmadıklarını gösterme çabası olarak yorumlayabilir miyiz acaba?
Mehmet Altan, yazısını bitirirken bir çağrıda bulunuyor.
"Bu 'yeni' dünyada 'yeni' siyaset nasıl olmalı Marksist ve liberal anlayışı kendi varlığında birleştiren sanal âlemin yaygınlaştığı, bir dünyada nasıl bir yol izlenmeli, insanlığın ortak memnuniyetini sağlayacak siyasi anlayışı nasıl geliştirmeliyiz? (…) Eğer bu konu insanların ilgisini çekerse, yeni siyasetin nasıl olması gerektiği konusundaki fikirlerimi söylemekten de sevinç duyarım."
İki gündür, Bakir Ağırdır'ın yeni çıkan kitabı Hikâyesini Arayan Gelecek'i okuyorum. Ağırdır, kitabın başlarında şöyle bir tespit yapıyor.
"Otuz yıl öncesine dek kalkınma ve refah tanımı sanayileşme ve mal üretimine ilişkin kavramlarla yapılırdı. Bu tanım, doğası gereği daha çok üretim, daha büyük ölçekli üretim tesisleri ve montaj hatları, standart ürünler ve standart tüketim alışkanlıkları gibi alt katmanlarda açılırdı. Üretim için geçerli üç şey de toprak/hammadde, emek ve sermaye idi. Bugün gelinen noktada bilgi en önemli üretim faktörü ve iş yapma unsuru olmaya başladı. Bilgi diğer üretim faktörlerinin ve zamanın yerine geçer, onları ikame eder hale geldi." (s. 42)
Üniversiteli bir çocuğun parlak fikri, birkaç sene içinde Boeing firmasının kaç kuruş olduğunu sordurtabiliyor ona artık. "Üretim araçları" böylesine radikal biçimde değişirken siyasetin aynı kalması mümkün değil.
Bekir Ağırdır'ın siyasetin geleceğine dair sözlerini Mehmet Altan'ın yazısıyla birlikte okuyabiliriz.
"Tarif etmeye çalıştığım bu hızlı değişim bir başka sonuç daha üretiyor. Önceki dönemin değişimi örneğin A'nın yerine B'nin gelmesi şeklinde iken, bugünkü ritmin içinde A ve B bir arada yaşanıyor. Değişimin kapsayıcılığı da zaman bakımından senkronizasyonu, ülkeler arasında da sosyolojik, ekonomik, demografik, coğrafi kümeler arasında da farklılaşıyor. Eskinin ve yeninin aynı anda ve bir arada varoluşu mümkün hale geliyor." (s. 50-51)
Ağırdır'ın örneklemesinde, şifre çözer gibi, "A"nın yerine Liberalizm, "B"nin yerineyse Marksizm yazıyorum. Çıktığı günlerde oksimoron olmakla itham edilen, "kuru buz", "köşeli daire" gibi örneklerle eleştirilen bu "Sol Liberal" tavrın, geleceği anlamak için çok önemli olduğunu düşünüyorum.