25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü etkinlikleri kapsamında, Taksim’deki akşam yürüyüşü başta olmak üzere, kadınlar ülke genelinde engellemelere ve şiddete maruz kaldı.
Taksim’de akşam yürüyecek olan kadınlar için Valilik, il genelinde ikinci bir karara kadar öğlen saat 12.00 itibarıyla metro başta olmak üzere toplu taşıma araçlarının Taksim Meydan girişlerini kapattı. Meydana çıkan yollar derken; Maçka-Taşkışla teleferiğine kadar, Gezi Parkı ve çevresi de dahil olmak üzere hemen her yeri…
Öyle ki, normalde hafta sonları en kalabalık zamanı olan Taksim’e, polis gözetiminde, kontrol noktalarından geçerek ezkaza ulaşabildiyseniz de yasaklardan dolayı çıkmak zorlu bir mücadeleydi, gece yarısından sonra bile.
Peki Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü’nde her gün, her çeşit şiddete maruz kalan, bedelini canlarıyla ödeyen kadınlar için kadın yürüyüşünü engellemek neye sebep oldu?
Amacı, hak bilincini, toplum empatisini ve şiddete karşı farkındalığı artırmayı amaçlayan etkinliğin kitlesel tepki çekmesine...
İnsanlar ulaşım haklarının engellenmesine ve faaliyetlerinin kısıtlanmasına sinirlendi. Çevre işletmeler de yürüyüş sebebiyle işlerinin sekteye uğramasına.
Kadınlar ise Anayasa’nın 34. maddesiyle güvence altına alınmış, temel hakları olan gösteri yürüyüşü düzenleme haklarının gasp edilmesine...
O kadınlar ki, 4,5 milyonu bugün, bu ülkede günün her saati, her yerde tehlike ve şiddet riski altında oldukları bilinciyle KADES uygulamasını indirmiş ve 583 bini acil polis yardımı talep etmiş. Bunlar geçen yılın verileri.
O kadınlar ki, her yıl işlenen kadın cinayetlerinde binlercesi ölmüş. Örf, adet “el alem ne der” ekseninde, aile ve toplum baskısıyla sindirilmiş, aile içi şiddet nedeniyle kolluk güçlerine başvurduğunda “Barışın” denip evine gönderilmiş...
O kadınlar ki, çocuğu üzerinden şiddet görmeye devam etmiş, çocuğu da şiddetin tanığı ve mağduru olmuş...
O kadınlar ki, “Dava uzar, sonucu caydırıcı olmaz, korunamam, yeter ki bitsin” diye, nafaka ve tazminat haklarından vazgeçmiş...
Öyle ki, normalde hafta sonları en kalabalık zamanı olan Taksim’e, polis gözetiminde, kontrol noktalarından geçerek ezkaza ulaşabildiyseniz de yasaklardan dolayı çıkmak zorlu bir mücadeleydi, gece yarısından sonra bile.
O kadınlar ki, çalışma ya da çalışmama hakkını kullandığı için evde, sosyal hayatta ve işinde tacize, tehdide, aşağılanmaya, fiziki ve psikolojik şiddetin her çeşidine, istismarın her türlüsüne, hayatlarının her evresinde uğramış ya da uğrama potansiyelinde...
O kadınlar ki, şiddet her an hayatlarındayken, medya tarafından eşi ve ailesinden şiddet gören erkek mağdurlar haberleştirilmiş, dövizle ödenen afaki emsal nafakalar örnek gösterilerek parmak sallanmış...
O kadınlar ki, İstanbul Sözleşmesi’nden yoksun, kadına karşı şiddetin karşısındaki yegane kanun olan 6284 kapsamlı uygulanmasının uzağında...
O kadınlar ki, “Mağdurun beyanı esastır” hükmünün yanında dün, 25 Kasım tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Kadına Yönelik Şiddetle ilgili Cumhurbaşkanlığı Genelgesi’yle “Kanıta dayalı politikaların geliştirilmesinin temel alınacağı” maddesinin öznesi olmuş…
Bahsi geçen şiddet türlerinin kanıtlama safhalarını ve o süreçte olabilecekleri varın, siz düşünün artık...
Tam da bu noktada, vicdana dair bir hatırlatma, şimdilerde az bulunan, varlığı çok özel bir şeymiş gibi muamele gören, övülen, yüceltilen vicdana dair... Türkçede vicdanın temel anlamı; “doğru ile yanlışı ayırt edebilme yetisi.”
Kadınların yalnız yürümeye ürktüğü vakitleri, okulundan çıkıp evine yürürken kapısının önünde öldürülen Ceren’i, tanıdığı biriyle görüştüğünde paramparça edilen Münevver’i, bindiği minibüste tecavüze direndiği için yakılıp küle dönen Özgecan’ı ve sadece son 20 yılda kadın cinayetlerinde yitirilmiş binlerce canı düşünün...
Öyle yüksek etik değerlerle de değil hem… Sizden ricam, temel anlamıyla sahip olduğunuz vicdanınızla düşünün.
Kadınlar hakları için yürümek istediğinde, tenha bir yolda yalnız başınıza yürürken karşınızdan gelen kişinin “kadın” olduğunu fark ettiğinizde gelen rahatlama hissinin etkisinde de düşünün.
Kadınlara “Asla yalnız yürümeyeceksin” dedirten toplumsal cinsiyet ayrımından muzdarip bu sistemi devlet, kolluk, yargı, hukuk bileşenleriyle bir kez daha düşünün.
Belki o zaman haksızlık karşısında yan yana durabileceğimiz ve birlikte yürüyebileceğimiz meydanlarımız olur.
Bengi Başaran kimdir?Bengi Başaran 1982’de Adana’da doğdu. Tarsus Amerikan Koleji’nden 2000 yılında mezun oldu. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümünü bitirdi. Yüksek Lisans eğitimlerini Marmara İletişim Bilişim, İstanbul Teknik Üniversitesi Bilim, Teknoloji ve Toplum ve Maastricht Üniversitesi’nde ’yirminci yüzyıl sanatında teknoloji algısını’ inceleyen teziyle tamamladı. İTÜ Sanat Tarihi’nden doktora derecesiyle mezun oldu. Stüdyo İmge/ Era yayıncılık bünyesinde yayıncılığa başladı. Yeditepe Üniversitesi GSF Sanat Yönetimi bölümünde araştırma görevlisi olarak çalıştı. Çağdaş sanatın küratoryel süreçleri, yerli ve uluslararası kültürel ağları, çağdaş sanat yazını alanlarında yer aldı. Kadın ve cinsiyet çalışmaları eksenli yazıları ve akademik makaleleri, çeşitli mecralarda yayınlandı. Kadın İnsan Hakları Yeni Çözümler Derneği, Toplum Gönüllüleri Vakfı, BAYETAV, İstanbul Kent Konseyi, Kadın Meclisleri gibi sivil toplum kuruluşlarıyla ortak çalışmalarını sürdürmektedir. |