Barçın Yinanç

27 Kasım 2024

Türkiye’nin Rusya ikilemi: Savaş, Rusya kazanmadan bir bitebilse...

Türkiye savaşın bir an önce durmasını istiyor. Böylece ikili ticaret üzerindeki yaptırım sancısının kalkacağı varsayılıyor. Ancak Rusya’nın ateşkes ve barış görüşmelerinden hangi “hissiyatla” çıkacağı da kritik. Özgüveni artmış bir Rusya’nın pek çok konuda, en önemlisi Suriye’de yıpratıcı bir tavır alması Türkiye’nin elini zora sokar

Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasının üzerinden daha iki hafta geçmemişti ki Ankara, savaşan tarafların birinden, “Müzakereye başladık, siz de katkı verin” diye bir mesaj aldı.

Bu anekdotu duyduğumda açıkcası hiç şaşırmadım.

Kameralar önünde birbirlerine en sert şekilde girişen tarafların, savaş ortamında, tam da ortalığı kan götürürken, kapalı kapılar ardında gizlice müzakereye oturduğu durumlara sıkça rastlanır.

Türkiye başından beri tarafları masaya oturtmak için uğraştı. Hatta İstanbul ve Antalya’da masaya oturttu da.

Ancak Rus ordusunun ilk aylardaki kötü performansı, Ukrayna’da özgüven yarattı ve bir süre sonra, Kiev müzakereye sırtını döndü. Bunda ABD ve İngiltere’nin de erken bir ateşkese karşı çıkmaları rol oynadı.

Türk tarafı Ukrayna’ya sürekli, “Savaş ama bir yandan da müzakere et” telkininde bulundu. Bunu yaparken bir taraftan Kiev’e silah yollamaya da devam etti. Aslında bu telkine uyulsa idi; on binlerce insan hayatını kaybetmeden müzakere masasına belki da daha erken oturulabilecekti.

Donald Trump’ın seçilmesiyle, el mahkûm, yeni bir müzakere süreci başlayacak.

Zaten sırf bu durum bilindiği için taraflar el yükseltiyor. Tarafların masaya oturmadan önce sahada olabildiğince ilerlemek ya da konumunu muhafaza etmek için neredeyse elindeki en önemli mühimmatı kullanıma sokacağını tahmin etmek, özel bir askerî uzmanlık gerektirmiyor. Yani tam da ufukta müzakere masası belirmişken, sahada tırmanma garipsenecek bir durum değil.

Rus lider Vladimir Putin, bu nedenle on bini aşkın askeri Kuzey Kore’den getirtip Trump’ın seçilmesinin hemen ertesinde Ukrayna’ya saldırılarının şiddetini arttırdı.

ABD Başkanı Joe Biden da hazır seçim baskısından kurtulmuşken Amerikan füzelerinin Rus topraklarını hedef alacak şekilde kullanımına izin verdi.

ABD Başkanı Biden ve Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski

Türkiye’de bu kararı Biden’ın “Trump’ın elini zayıflatma stratejisi” gibi okuyanlar oldu. Onlara Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Waltz’un açıklamasını hatırlatmak gerekir. “Bir yönetimi diğerine karşı oynamak için geçiş dönemini fırsat olarak gören hasımlarımız hata yaparlar” diyen Waltz’un ulusal güvenlik konularında iki yönetimin ortaklaşa çalıştığını söylemesi elbet Rusya’ya bir mesajdı.

Kilit kavram “caydırıcılık”

Waltz bu mesajı verdiği röportajında Trump’ın yaşanan tırmanmadan endişe duyduğunu belirttikten sonra şu soruyu sormuş: “Büyük resme baktığımızda asıl önemli soru şu; caydırıcılığı nasıl yeniden tesis ederiz, barışı nasıl getiririz?”

Barışın yanında, “caydırıcılık” kavramını kullanmış olması çok önemli; zira “kalıcı barışın” anahtarı “caydırıcılık” kavramında yatıyor.

Belki de ateşkes işin en kolayı. Mesele tarafları ateşkesin kurallarına uymaya zorunlu hissettirmek. Ukrayna nispeten daha kolay; “Askeri yardımı keseriz,” demek yeterli olabilir.

Ama ya Rusya? Ateşkes kurallarına uymadığı anda kim ne yapacak?

Ateşkesten kalıcı bir anlaşmaya gidilebilecek mi? “Ukrayna diye bir halk yok, Ukrayna diye bir ülke de yok” diyen Putin’in Rusya’sı toparlandıktan sonra tekrar saldırıya geçerse kim durduracak? Kırım’ı işgal ve ilhak etmesi yanına mı kalacak? Bu durumda Çin, “Madem Kırım Rusya’da kaldı, o zaman ben de Tayvan’ın alayım” demeyecek mi?

Bu sorulara karşı, uzmanlar biraz da milliyetlerine bağlı olarak Rusya konusunda ikiye ayrılıyorlar.

Şahin kanada göre Rusya güç kaybetti

Bir grup, ki bunlar çoğunlukla Baltık ülkeleri, Finlandiya, İsveç gibi Nordik ülkeler ya da Polonya gibi orta Avrupa’nın orta sıkletli ülkeleri; Moskova konusunda sertlik yanlısı.

Onlara göre, Rusya çok güçsüzleşti; çok asker ve silah kaybetti, yaptırımlar işe yarıyor ve en önemlisi Rusya “güç gösterisinden” anlar. Putin’e karşı zaafiyet göstermemek gerekiyor. Rusya’nın bir kısım komşuları bu anlamda en şahin kesimi oluşturuyor.

Rusya’nın direnç gücünü fazlaca hafife alsalar da tezlerinde haklılık payı var.

Ve fakat Rusya’ya el yükselttin mi, arkasında duracaksın. Kırmızı çizgiyi çekip sonra o çizgileri unuttun mu Kremlin daha da yıkıcı bir tavır alır. Yani bu grubun gazına gelmemek de gerekiyor.

Şimdiye kadar rahatlarına alışkın Avrupalıların Rus tehdidi karşısında silkinip kendilerine gelmekte hala uyuşukça davrandığını görüyoruz.

Trump’ın seçilmesinden sonra telefona sarılıp Putin’i arayan ve yakında yapılacak seçimleri kaybetmesine kesin gözüyle bakılan Alman Başbakan Olaf Scholz, Kremlin’i tir tir titretecek bir laf söylemiş midir sizce? Putin’in Fransız lider Emmanuel Macron'u da ciddiye aldığı yok. Zaten en büyük avantajı Batı’nın bu bölünmüşlük hali.

Türkiye Rusya konusunda sıkıştı

Türkiye’nin ise görünürde Rusya’ya daha alttan alıcı bir tavır içinde olduğunu söylemek mümkün.

Misal Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Biden’ın son kararını eleştirdi. Ankara’da sürekli bir “Aman tırmanma olmasın” hali var. Gerçek hissiyat bu yönde mi; yoksa Kremli’in kızdırmamak için tersini söylemek mümkün değil mi, ayırt etmek çok kolay değil.

Türkiye bir an önce savaşın bitmesini istiyor. Çünkü Türkiye sıkıştı. Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Aleksei Erkhov, Ekonomi Gazetesi'ne açıkça söyledi:

“Banka transferleri büyük ölçüde bloke olmaya devam ediyor. ABD ve Avrupa Birliği’nin maliye bakanlıklarının temsilcileri, zarara uğrayan Türk iş dünyasına kabus yaşatmaya devam ediyor. Yılsonu itibarıyla Rus-Türk ticaretinin azalacağını düşünüyorum.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da ABD’nin geçen hafta aldığı kararla Rusya’nın Gazprom şirketine yaptırım getirdiğini belirterek Türkiye’nin gaz ithalatının yüzde 40’ını Gazprom üstünden yaptığını ama ABD’nin umurunda olmadığını söyledi. Savaşın başından beri Rusya’yla ticaret yapmayın diyen ABD’nin neden umrunda olacaktı ki?

Her hâl ve kârda, Türkiye savaşın bir an önce durmasını istiyor ki hem savaşın tırmanma riski hem de ikili ticaretin üzerindeki yaptırım sancısı ortadan kalksın.

Ancak ateşkes demek, artık Moskova’yla ticaret serbest olacak anlamına gelmiyor.

Ama Türkiye’nin bence asıl ikilemi, Rusya’nın ateşkes ve barış görüşmelerinden hangi “hissiyatla” çıkacağında saklı. Özgüveni artmış bir Rusya’nın Türkiye için iyi haber anlamına geldiğini hiç sanmıyorum. Savaş boyunca Ukrayna’ya verilen desteği unutmayacak olan Kremlin’in, Kafkaslardan Ortadoğu’ya en önemlisi Suriye’de yıpratıcı bir tavır alması Türkiye’nin elini zora sokacaktır.

Yani normal şartlarda Türkiye savaşın bir an önce bitmesini ama Rusya’nın da müthiş bir özgüvenle savaştan çıkmasını tercih etmez.

İşte bu noktada “caydırıcılık” kavramı tekrar önümüze düşüyor. Rusya’yı kim korkutacak?

Ukrayna “Rusya’nın bana bir daha yeniden saldırmayacağının garantisini istiyorum” dediğinde bu güvenlik garantisini kim verecek? Ukrayna’nın NATO üyeliğine Rusya karşı çıkacağına ve başta ABD pek çok ülke de yanaşmayacağına göre bazı Avrupa ülkeleri Kiev’le ikili düzeyde anlaşma mı yapacak? Bunu yapan ülkeler zaten NATO üyesi olmayacak mı? Yani NATO bir şekilde işin içinde olmayacak mı?

Ankara’nın acelesi var

ABD ile ilişkileri yumuşatmak, savaşı da biran önce sonlandırmak isteyen Ankara aceleci davranacak gibi duruyor.

Birinci Trump döneminde istihbarat şefi olan Richard Grenell’in Ukrayna-Rusya savaşı özel temsilcisi olarak atanması gündemde. Dışişleri Bakanı Fidan, NATO zirvesi için temmuz ayında Washington’a gittiğinde Grenell’le bir görüşme yapmıştı. Malûm iki istihbaratçının eskiden gelen bir diyalogu var. Bu kanal bugün yarın aktive olur.

Buradaki kritik mesele şu: Ankara caydırıcılık konusunda ya da güvenlik garantileri konusunda ne düşünüyor?

Şimdilik yanıtlarını tam bilemediğimiz pek çok soru var. Ama bazen önümüzü görmek için doğru soruları da sorabiliyor olmak lazım.

Barçın Yinanç kimdir?

Barçın Yinanç, 1968 yılında doğdu, ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü'nü bitirdi. 1990'da stajyer olarak başladığı Milliyet Ankara Bürosu'nda 10 yılı aşkın bir süre diplomasi muhabirliği yaptı. Ardından televizyon haberciliğine geçerek önce TV8, sonra CNN Türk Ankara Bürosu'nda çalıştı.

Türkiye-ABD, Türkiye-AB ilişkilerinin yanı sıra Kafkaslar'dan Ortadoğu'ya, geniş bir coğrafyada Türk dış politikasıyla ilgili gelişmeleri takip etti. Çok sayıda yabancı hükümet yetkilisiyle söyleşiler yaptı, BM, NATO ve AB gibi uluslararası kuruluşların zirvelerini, perde arkası gelişmeleri yerinden haberleştirdi.

2004 yılında İstanbul'a yerleşti, CNN Türk ve Referans gazetesinin ardından İngilizce yayımlanan Hürriyet Daily News'da (HDN) çalışmaya başladı. Haber koordinatörü, yorum sayfası editörü olarak çeşitli görevler aldı; 2010'dan başlayarak on yıl boyunca gazetenin pazartesi söyleşilerini gerçekleştirdi. Bu süre boyunca dış politika analizlerini yazmaya devam etti.

Pek çok uluslararası düşünce kuruluşunun toplantılarına konuşmacı, kolaylaştırıcı olarak katılıyor, yabancı yayın organlarının yayınları için yorumlar yapıyor. AtlatmaHaber adlı podcast serisini hazırlayan Yinanç Diplomasi Muhabirleri Derneği, Uluslararası Kayak Kayan Gazeteciler Derneği (Ski Club of International Journalist) ve Dış Politikada Kadınlar platformunun üyesi.

Son yayını; Women, Peace and Security Agenda in Turkey and Women in Diplomacy: How to Integrate the WPS Agenda in Turkish Foreign Policy (Türkiye'de Kadın, Barış ve Güvenlik Ajandası-Diplomaside Kadın: Türk Dış Politikası'na Kadın, Barış ve Güvenlik Ajandası nasıl dahil edilir) başlığını taşıyor.

Aralık 2020'den itibaren T24'te yazan Barçın Yinanç, T24 ekranında da, her hafta "Dış Politika ile İçli Dışlı" adlı programı yapıyor.