“Ich bin ein Berliner” ABD’nin Sovyetler Birliği tehdidi karşısında Avrupa’ya verdiği güvenlik garantisini özetleyen cümledir.
ABD ile Avrupalı müttefiklerin, Nazileri yenilgiye uğratıp, İkinci Dünya Savaşı’nı sona erdirmek için Rusya’yla yaptığı ortaklık sona ermiş, yeni inşa edilen Berlin duvarıyla Almanya ikiye bölünürken, Avrupa’yı bu sefer Sovyet tehdidi dehşete düşürmeye başlamıştı.
John F. Kennedy’nin Haziran 1963’te Berlin’de “Ben Berlinliyim” dediği meşhur konuşması, Soğuk Savaş’ın dönüm noktalarından biri olarak kabul edilir.
Bugünlerde de pek çok ezber bozan dönüm noktalarından geçiyoruz.
Donald Trump’ın ABD’yi ışık hızıyla Rus karşıtlığından, Rus yandaşçılığına geçirip, neredeyse “Ich bin ein Kremliner” diyeceği bir noktaya doğru gidiyoruz.
İkinci Dünya Savaşı’nın bitişinin 80. yıldönümünü kutlamaları için Trump’ın 9 Mayıs’ta Moskova’ya gidebileceği bile konuşuluyor.
Avrupalı başkentler ABD’nin bu kadar hızlı bir şekilde kendilerini “satışa” getireceğini beklemiyordu. Başkan Yardımcısı J.D. Vance’in Münih Güvenlik Konferansı’nda Avrupa’ya işaret parmağını sallaması ne kadar şok etkisi yaratsa da, ABD’nin şakasının olmadığı gerçeği, Ukrayna liderinin bizzat Vance tarafından azarlamasıyla kafalara dank etti.
ABD Başkanı Trump ve Yardımcısı JD Vance, Zelenski'yi Beyaz Saray'da kameralar önünde azarlamıştı
Trump, sonrasında da Trumpizm devam edecek
Herkesin çenesinin düşerek takip ettiği Beyaz Saray’daki söz düellosunun kanımca en önemli yanı, tartışmanın Vance tarafından başlatılıp, alevlendirilmesi idi. Normalde yabancı konukla görüşmelerde başkan yardımcısı yer almazken, Vance’in neredeyse Başkandan rol kaparcasına konuşması bize ABD’nin “kural tanımaz” çizgisinin sadece Trump’a özgü olmadığını söylüyor.
“Delidir ne yapsa yeridir” denen Trump’ın nevi şahsına münhasır kişiliğinden kaynaklanan “çizgi değişikliği” ve “hakaretamiz çıkışlarının” yanındakiler tarafından da içselleştirdiğini gördük.
Her ne kadar Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun oturuş şeklinden gidişattan hiç memnun olmadığı belliyse de; sonuç olarak Trump’a bir şey olması durumunda başkan olacak kişi Vance. Kaldı ki, ihtimal bir sonraki seçimlerin de başkan adayı. Velhasılı Trump kameralar önünde ağzını açıp gözünü yumarken, yanındakilerin “hasar kontrolü” yapması beklenirdi. Ama işte mesele de bu. Artık hiçbir süreç alışılagelmiş biçimde gerçekleşmiyor.
Oval Ofis'te yaşananlar ABD ile Avrupa ayrımını derinleştirdi. Bu tabii iki taraf arasında köprülerin bugünden yarına atılacağı anlamına gelmiyor.
İngiltere'nin ev sahipliğinde düzenlenen Ukrayna konulu liderler zirvesi (Fotoğraf: AA)
Avrupalı liderler pazar günü İngiltere’de bir araya geldiler. Beklenebileceği gibi, İngiltere, Ukrayna’ya “Az biraz bu adamın gözüne görünme de, pazarlığı biz yapalım” dedi.
Fransız yetkililerin verdiği demeçlerden ve İngiltere Başbakanı Keir Starmer’in toplantı sonrası açıklamalarından ortaya kabaca şöyle bir tablo çıkıyor:
Önce hava ve denizde ayrıca enerji altyapılarına dönük saldırıların sonlanacağı bir aylık bir ateşkes ilan edilecek. Kara sınırını da kapsayan bir ateşkesin ilk aşamada denetlenmesinin zor olması gerekçesiyle, sınırlı olarak ilan edilen ateşkeste Rusya’nın samimi olup olmadığı test edilecek. Bu aşama geçilirse, karayı da kapsayan ateşkes ilan edilecek. Ardından sınır ve ateşkes hattına değil, ama ülkenin kimi bölgelerine İngiltere-Fransa liderliğinde Avrupa ülkelerinden askerler yerleştirilecek. ABD, asker bulundurmasa da, vereceği istihbarat vs desteği üzerinden bu “güvenlik garantisi mekanizmasına” arka çıkmış olacak. Starmer’ın açıklamasına göre, Trump’ın bunu kabul edeceğine dair olumlu bir işaret almasaydı, böyle bir planı ortaya koymazdı.
Bu güce kimlerin katılacağı ise, Avrupa’nın kendi içinde ne ölçüde birlik beraberlik içinde olduğunu da gösterecek.
Misal İtalyanlar bu aşamada Ukrayna için “Avrupa” ordusu konseptinden tedirgin. Onlar NATO diye ısrar etseler de, ABD’nin tutumu nedeniyle gerçekçi değil. AB’de Trump - Putin’le aynı çizgide olan Macaristan sorunu var.
Türkiye ne yapacak?
Londra’daki zirvede Türkiye de vardı. Demokratik, şeffaf bir ülke olmadığımız için liderler düzeyindeki zirveye, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın neden gitmediği, zirveye neden dışişleri bakan düzeyinde katılım sağlandığına dair resmi yada gayri resmi bir açıklama yok. Varsa da ben görmedim.
Bu noktada ancak tahmin yürütebiliyoruz. Benim tahminim, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Putin - Zelenski -Trump arasında arabulucu rolü oynayabilme adına, tam anlamıyla “Rus karşıtı” bir fotoğraf karesine girmek istemedi. Tabii Türkiye’nin tutumunu “Putin’e şirin görünmek” kolaycılığı ile de açıklayamayız.
Daha önce de yazdım. Mesele Ukrayna ile sınırlı değil. Varsayalım ABD’nin de ikna edilerek verdiği destekle bir ateşkes sağlandı; hatta kırılgan da olsa bir barış anlaşmasına varıldı. Bundan sonra Batı ittifakı Rusya’yı nasıl konumlandıracak?
ABD rengini belli etti. Nasıl ki geçmişte ABD, Rusya’yı zayıflatmak adına Çin’e açılım yaptı; şimdi Çin’le rekabetinde Rusya’yı yanına çekmek adına, Trump, Vladimir Putin’e yanaşıyor. Bunun için de sadece Ukrayna değil, gerekirse Avrupa’yı da satarım mesajı veriyor.
Baltıklar, Polonya, Romanya tedirgin. Rusya Ukrayna’yı yutarsa sıra bize gelir diyor. İngiltere-Fransa ve hatta Almanya öncülüğünde Rus karşıtı bir blok oluşuyor. Bu blokun en öncelikli derdi Ukrayna’ya asker yollamak. Demin de yazdığım gibi, şimdilik ABD nedeniyle NATO denklem dışı, Macaristan -Slovakya ikilisi nedeniyle de AB denklem dışı.
AB üyesi olmayan İngiltere’nin ev sahipliğindeki Londra toplantısında, AB üyesi olmayan Kanada ve Türkiye de vardı. İş, gönüllüler koalisyonuna doğru gidiyor.
Türkiye şimdiye kadar pek çoklarının ikircikli dediği bir çizgi izledi. Sinan Ülgen’in tanımlamasıyla “Rus karşıtı olmadan Ukrayna destekçisi” oldu. Yine benzer bir çizgide gidebilir mi? Bu kez ABD - Rus hattını gücendirmeden, Avrupa’yla da safları sıklaştırabilir mi?
Ankara için Moskova dost mu düşman mı? Her ikisi de mi?
Temel soru şu: Ankara Rusya’yı nasıl konumlandıracak?
Misal, Avrupa’ya, “Rusların direncini kıramazsınız. Sovyetler Birliği İkinci Dünya Savaşı’nda 18 milyonu sivil, 27 milyon insanını kaybetti. Ağaç kabuğu yediler yine de ayakta kaldılar. Rusya’yla gereksiz itişip, savunma harcamalarını attırıp, refahtan taviz vereceğimize, Moskova’yla genel bir ‘entante’ sağlayalım. Zaten Avrupalı şahinlerin dolduruşuna da gelmeyelim. Onların savunduğu gibi Rusya işi Baltıklara, Polonya’ya saldırmaya kadar vardırmaz” mı der?
Yoksa tersine; “Biz bu Rusların ciğerini biliriz. Yüzyıllar boyunca 13 kez cenk ettik. Ruslar sadece güç gösterisinden anlar. Ukrayna’yı verirsek, Ruslar bu savaştan güçlenerek çıkarsa, rahat durmaz, bize hayatı dar eder. Yol yakınken safları sıklaştıralım” mı der?
Yoksa her ikisini aynı anda mı söyler? Yoksa fazla sesini çıkarmayıp; duruma göre pozisyon mu alır? Londra’daki fotoğraf karesine Erdoğan yerine Fidan’ın girmesiyle, “Hem sizinleyim hem de değilim” mesajı mı verildi? Bu mümkün mü?
Şu anda görebildiğim kadarıyla, Ankara, ABD’yi karşısına almadan, kızdırmadan, Avrupa’ya yanlamaya çalışıyor. Kimi basın haberlerine göre, “bütün danışma ve karar alma mekanizmalarında yer almak” şartıyla Ukrayna’ya asker gönderebileceğini Londra-Paris hattına iletmiş durumda.
Aslında benim bildiğim kadarıyla, daha Münih Konferansı öncesinde Avrupa başkentleriyle yapılan danışmalarda, Ukrayna’ya asker konuşlanması Ankara tarafından çok da akıllıca bulunmuyordu. “Avrupa asker yerleştirdi. Bir şekilde Ukrayna saldırdı ve Rusya nefsi müdafaa diyerek karşı saldırıda bulundu. Avrupa, Ukrayna’nın provokasyonuyla Rusya’yla kafa kafaya gelir mi?” türünden olumsuz senaryolar seslendiriliyordu.
Ama anladığım Münih, üstüne Oval Ofis hadisesi ile, Ankara’nın Rusya karşısında “ayazda” kalma endişesi artmış görünüyor.
Zira, bir yandan Ankara tıpkı ABD gibi savaşın bitmesini istiyor. Ama diğer yandan savaştan Putin’in bir zaferle çıkması da işine gelmiyor.
Trump’ın verdiği destekle, Putin’in özgüven patlamasıyla, ekonomisini toparladıktan sonra sağına soluna kafa tutmaya başlaması olasılığı en fazla Ankara’yı tedirgin eder. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın son dönemde AB’yi hatırlamasının ardında bu endişe var. ABD’nin Avrupa’dan çekildiği, Avrupa’nın da dışladığı bir Türkiye, Rusya karşısında zorda kalır.
Avrupa başkentleri de elini taşın altına koyacak ülke arayışında. Sonuçta Türkiye, NATO’nun en büyük ikinci ordusuna sahip. Üstelik bu ordunun sahada çok büyük tecrübesi var. Üstüne, bu ordu gerektiğinde aksiyon alma konusunda tereddüt göstermeyen bir siyasi irade tarafından idare ediliyor.
Lakin; Ankara ve Avrupa son on yılda ilişkilerini o kadar kötü yönetti ki; Avrupa ile Ankara arasında güven bunalımı var. Kağıt üzerinde NATO müttefikiyiz ama iki taraf tam olarak birbirine güvenmiyor. Fransa zaten Türkiye’ye takıntılı. Üstüne bir de Yunanistan faktörü var.
Türk askeri Ukrayna’da sırtını Fransız askerine dayayabilir mi? Fransız askeri sırtını Türk askerine dayayabilir mi?
Aslında Fransız askerine sorsanız, “Diğerlerine güvenmem de Türk askerine sırtımı dayarım” diyebilir. Linkini verdiğim raporda Fransız askerleri aynen böyle diyor.
Ancak aynı şeyi siyasetçiler söylemiyor. "Erdoğan bu kadar Putin’le kanka iken nasıl güvenebiliriz ki?" diye soruyorlar.
ABD’den bağımsız Avrupa ordusu daha çok su kaldırır.
Kısa vadede ise Türkiye’nin Avrupa’nın “gönüllüler koalisyonu” ordusuna katılımı konusunda tahminim İngiltere ve belki Almanya’nın Fransa - Yunanistan itirazlarını püskürtebileceği yönünde. Her hal ve karda önümüzdeki süreç çok büyük sıkıntılara gebe. İşin diğer bir yanında elbet Türkiye - ABD ve Türkiye - Rusya hattında neler yaşanacağı var ki; bu durumda Ankara’nın önündeki denklem daha da çetrefilleşecek.