Önce başlıktaki İsrail sendromu ifadesi ile ne anlatmak istediğimi açıklayayım.
Azerbaycan bağımsızlığını kazandıktan sonra, doğal olarak Türkiye bir millet iki devlet sloganı altında Bakü'ye çok yardımcı oldu.
İlişkilerin ilk 20 yılına genellikle Türkiye'nin abilik yaptığı bir abi-kardeş hiyerarşisi hakim oldu.
Ta ki 2009 Ermenistan'la normalleşme protokolleri imzalanana kadar. Petrol ve doğal gaz gelirleriyle ekonomisi güçlenen Azerbaycan, Ankara-Erivan arasında bir daha benzer bir süreç yaşanmaması için "ekonomi diplomasisini" yumuşak güç leviyesinin de yardımıyla devreye soktu.
Enerji alanından, basın sektörüne, Türkiye'ye büyük yatırımlar yapıldı. Etki ajanları boyutu da ihmal edilmedi.
Türkiye'nin ekonomisi, AK Parti'nin de iktidarı zora girdikçe, boynuz kulağı geçer deyiminin ötesine geçecek bir şekilde, ilişki hiyerarşisi tersine döndü. 2020'de Türkiye'nin askeri, İsrail'in de teknolojik desteğiyle Dağlık Karabağ'ı geri alan Bakü, bölgenin yeniden inşasını Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a yakın şirketlere vermeyi ihmal etmedi.
Bakü'nün Erdoğan'a desteğinin Kafkaslarda maliyeti artıyor
Geçen seneki seçimlerin birinci turunun ardından, geçtiğimiz günlerde, içinde futbol ve voleybol sahası bulunan 1 milyon doları aşkın arazisiyle güdeme gelen Sinan Oğan'ın Azerbaycan liderinden aldığı bir telefonla, tercihini Cumhur İttifakı'ndan yana kullandığı yönündeki haberleri bir yana bırakalım. 2023 genel seçimlerinde Azeri milletvekillerinin ve sanatçıların Doğu illerinde kampanya yaptığı haberleri de basında pek yer almadı.
Zaten Azerbaycan lideri İlham Aliyev, Erdoğan'ı desteklediğini saklamadı bile.
Ancak iktidara bu desteğin, Türkiye'ye jeopolitik bir maliyeti var.
Açıklayayım.
Türkiye Ermenistan'la sınırları Dağlık Karabağ nedeniyle kapattı. Ve her vesileyle, Ankara - Erivan normalleşmesinin Bakü-Erivan normalleşmesiyle paralel yürüyeceğini söyledi.
Hatta Dağlık Karabağ savaşından sonra, Ermenistan lideri Nikol Paşinyan savaş kaybetmiş bir lider olsa da, Ankara'nın uzattığı zeytin dalını kabul etti ve normalleşme süreci başlatıldı. Paşinyan bir anlamda halkına, "Dağlık Karabağ zaten bizim değildi. Dağlık Karabağ'ı kaybettik ama karşılığında Ankara ile normalleşme sayesinde refahımızı arttıracağız" mesajı vermeye çalıştı.
Ankara Bakü nedeniyle Ermenistan'la normalleşme adımı atamıyor
Dağlık Karabağ Azerbaycan'a geri dönmüş olmasına, yani sınırların kapatılmasının gerekçesi ortadan kalkmış olmasına karşın Ankara ne yaptı? Sınırların bırakın karşılıklı olarak açılmasını, üçüncü ülke vatandaşlarına açılması için bile adım atamıyor. Ve artık süreçlerin paralel yürümesi politikası terk edildi. Ankara, Erivan'a, önce Bakü ile anlaş, sonra biz adım atarız diyor.
Neden? Çünkü bu pozisyonu, Ankara'nın tercihi olmasa da, Bakü dayatıyor.
İsrail sendromu burada başlıyor. Tıpkı ABD - İsrail ilişkisinde olduğu gibi; küçük kardeş büyük abiyi dinlemiyor. Büyük abi, iç politik zorluklar nedeniyle küçük kardeşe karşı çıkamıyor. İsrail'in ABD politikasını esir alması gibi, Bakü de Ankara'nın Kafkas politikasını esir almış durumda.
Biliyorum ki, Ankara'daki devlet aklı, Ermenistan'ı Rusya'dan uzaklaştırmaya çalışan, Dağlık Karabağlı radikal siyasi çetenin belini büküp, barış için risk alan Paşinyan'ın bölge barışı için şans olduğunu düşünüyor.
Sınırları bile Rus askeri tarafından korunan, Rusya etkisinin hâlâ ülkenin kılcal damarlarında kendini hissettirdiği bir ülkede Kremlin'e mesafe koymaya çalışmak büyük risk almak anlamına gelir. Zaten bu riski de Rusya'nın Ukrayna savaşı nedeniyle odak noktasının başka yere kaymış olması nedeniyle alıyor.
Paşinyan'ın gerek Bakü gerekse Ankara'ya dönük olumlu adımlarını daha önceki yazılarımda sıralamıştım; tekrar etmek istemiyorum. Yaptıklarına bakarsanız, "Adam daha ne yapsın" dersiniz.
Ancak Bakü Ankara'nın elini kolunu bağlamış durumda. "Ben Erivan'la anlaşmadan sen sakın harekete geçme" diyor. Ancak Erivan'la nihai barış anlaşması da bir türlü imzalanamıyor.
Kafkasların 21. yüzyılın enerji ve ticaret koridorunda merkezi rol alması fırsatı doğmuşken, "o köy senin mi, benim mi" tartışması herkese kaybettiriyor. Ancak genel kanaat, Aliyev'in zafer sarhoşluğu ile fazlaca maksimalist davrandığı yönünde. Kazanan tarafın biraz daha özgüvenli olması, kısa dönemli değil stratejik vizyonla hareket etmesi beklenir.
ABD ve AB'den Ermenistan'a destek
İşte tam bu süreçte; önce Fransa, ardından ABD ve Avrupa Birliği Ermenistan'a arka çıktılar.
Hadi Fransa'yı bir tarafa bırakalım. Ermenistan'a askeri destek yerine başka bir formülle daha yapıcı bir rol oynayabilirdi.
Ancak, ABD ve AB'nin Kafkasları uzun süre ihmal etmesi Türkiye'nin çok da tercih ettiği bir durum değildi. Ukrayna savaşı nedeniyle, özellikle enerji ve ticaret hatlarının Rusya'yı bypass edecek şekilde Kafkaslardan geçmesi, yani Türkiye'nin merkezinde olduğu Orta Koridor hattına ilginin artması Ankara'nın çıkarınadır.
Geçen hafta, Ermenistan Cumhurbaşkanı Nikol Paşinyan, Brüksel'de ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ve AB Komisyon ve Konsey başkanlarıyla bir araya geldi.
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ve Avrupa Birliği dış politika sorumlusu Josep Borrell, 5 Nisan 2024'te Belçika'nın Brüksel kentinde Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan'ı dinliyor.
Beklenebileceği gibi Bakü köpürdü. Ama Ankara da tepki gösterdi.
"Azerbaycan'ı dışlayan bu inisiyatif, barışa hizmet etmekten ziyade Güney Kafkasya'nın bir jeopolitik çekişme alanına dönüşmesine zemin hazırlayacaktır," dedi Ankara.
Hayat boşluk kaldırmıyor. Sen bütün oyun alanını Bakü'ye bırakır, inisiyatif alamazsan, boşluğu başkaları doldurur.
Brüksel'deki toplantıdan AB'nin 4 yıl boyunca Ermenistan ekonomisine katkı için 270 milyon Euro vereceği kararı çıktı.
AB fonlarının Kafkasyaya akmasında sakınca yok
Bana sorarsanız, Türkiye'nin AB'ye teşekkür etmesi gerekir. Paşinyan'ın koltuğunun sallanması, düştükten sonra yerine daha radikal isimlerin gelmesine yol açar. Bakü'nün korkusuna Paşinyan'ın iktidarını destekleyemeyen Ankara'nın, AB'den gelen bu ekonomik desteğe içten içe sevinmesi gerekir.
Eğer Ankara bölge dışı aktörlerin fazlaca etkisini arttırmasını istemiyorsa, o zaman daha fazla inisiyatif alması gerekir. Batılılar beceriksizce Ermenistan'da fazlaca varlık gösterirse, Rusya'yı kızdırır, Ruslar Ermenistan'ı karıştırır diye bir düşünce mi var. O zaman Rusya'yla köprüleri attığı için ayazda kalmaktan korkan Paşinyan'ın koşa koşa Batı'ya gitmesinin önüne geçecek açılımın Ankara'dan gelmesi gerekir.
Bakü'nün sözünden çıkmayarak, Kafkaslarda oyun kurucu olma şansını yitiriyor. Ankara oyun kuramayınca da genelde oyun bozucu oluyor ki; bu şatlarda oyun bozucu olmak Kafkaslarda tarihi bir fırsatın kaçması anlamına gelir.
Artık seçimler dönemi bittiğine göre Ankara'nın Bakü'ye teslimiyeti sonlandırması lazım.
Açıkcası, son askeri kazanımlara kadar ben İlham Aliyev'in iyi bir yönetim sergilediğini düşünenlerdenim. Ülkedeki Rus etkisini, Moskova'yı ürkütmeden kademeli olarak azalttı. Yine enerji alanında Rusya'ya rakip olsa da, Kremlin'i irite etmeden yol yürüdü. Rusya'nın Ermenilere desteğine rağmen Dağlık Karabağ konusunda da çok sabırlı davrandı ve doğru zamanlama ile doğru hamleleri yaptı.
Şimdi, tipik bir Orta Doğulu otoriter liderin "ben neymişim be abi," tuzağına düşmesi, rasyonel bir politikayla Kafkasya'nın yıldızı olma fırsatını kaçırmasına yol açar.
Barçın Yinanç kimdir?Barçın Yinanç, 1968 yılında doğdu, ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü'nü bitirdi. 1990'da stajyer olarak başladığı Milliyet Ankara Bürosu'nda 10 yılı aşkın bir süre diplomasi muhabirliği yaptı. Ardından televizyon haberciliğine geçerek önce TV8, sonra CNN Türk Ankara Bürosu'nda çalıştı. Türkiye-ABD, Türkiye-AB ilişkilerinin yanı sıra Kafkaslar'dan Ortadoğu'ya, geniş bir coğrafyada Türk dış politikasıyla ilgili gelişmeleri takip etti. Çok sayıda yabancı hükümet yetkilisiyle söyleşiler yaptı, BM, NATO ve AB gibi uluslararası kuruluşların zirvelerini, perde arkası gelişmeleri yerinden haberleştirdi. 2004 yılında İstanbul'a yerleşti, CNN Türk ve Referans gazetesinin ardından İngilizce yayımlanan Hürriyet Daily News'da (HDN) çalışmaya başladı. Haber koordinatörü, yorum sayfası editörü olarak çeşitli görevler aldı; 2010'dan başlayarak on yıl boyunca gazetenin pazartesi söyleşilerini gerçekleştirdi. Bu süre boyunca dış politika analizlerini yazmaya devam etti. Pek çok uluslararası düşünce kuruluşunun toplantılarına konuşmacı, kolaylaştırıcı olarak katılıyor, yabancı yayın organlarının yayınları için yorumlar yapıyor. AtlatmaHaber adlı podcast serisini hazırlayan Yinanç Diplomasi Muhabirleri Derneği, Uluslararası Kayak Kayan Gazeteciler Derneği (Ski Club of International Journalist) ve Dış Politikada Kadınlar platformunun üyesi. Son yayını; Women, Peace and Security Agenda in Turkey and Women in Diplomacy: How to Integrate the WPS Agenda in Turkish Foreign Policy (Türkiye'de Kadın, Barış ve Güvenlik Ajandası-Diplomaside Kadın: Türk Dış Politikası'na Kadın, Barış ve Güvenlik Ajandası nasıl dahil edilir) başlığını taşıyor. Aralık 2020'den itibaren T24'te yazan Barçın Yinanç, T24 ekranında da, her hafta Metin Kaan Kurtuluş'la birlikte "Dış Politika ile İçli Dışlı" adlı programı yapıyor. |