KKTC'ye Türkiye'den daha fazla turist çekilebilmesi için 2017'de düzenlenen bir etkinlik için gittiğimde dönemin Turizm Bakanı anlattığında şaşakalmışım.
Türkiye'de Kuzey Kıbrıs'la ilgili bir araştırma yaptırmışlar. Sonuç:
Türkiye'de yaşayan pek çok kişi KKTC'nin nerede olduğunu, hangi para birimini kullandığını, Kıbrıs Türklerinin hangi dili konuştuğu hatta hangi dinden olduğunu bile bilmiyor.
Ada'da olan biteni kamuoyu yakından takip etmezken, KKTC Anayasa Mahkemesi'nin din görevlilerinin özlük haklarıyla ilgili almış olduğu teknik bir karar, Ankara karışmasa, kendi mecrasında hallolacaktı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a belli ki talimatla sorulan bir soru ile iş, adadaki laiklik anlayışına, yargı bağımsızlığına oradan Kıbrıs Türklerine ayar çekmeye kadar vardı. Adadan bir meslektaşım "Kuran kurslarının kapatılması gibi bir durum zaten söz konusu değildi," dedi; meselenin iktidar tarafından maniple edildiğini belirterek.
Türkiye'de iktidarın meseleye el atmasının ardında yatan nedeni kariyeri boyunca Kıbrıs'ı yakından izlemiş olan emekli diplomat Engin Solakoğlu, KKTC'de yayın yapan Genç TV'ye verdiği mülakatta bir anekdotla çok güzel özetlemiş.
"Kıbrıslı Türkler yeterince Müslüman değil"
"2007 yılında bugünkü iktidarın önemli kadrolarından birisi Kıbrıs'tan sorumlu devlet bakanlığına geldiğinde, 'Gelin bize bir brifing verin' diyerek çağırdı. Biz de gittik, ne var yok anlattık. Toplam 40 dakika sürdü. Bakan bizi dinledi ve 'Siz anlattınız anlattınız ama Kıbrıs'la ilgili esas meseleye değinmediniz. Bunu ya bilerek yaptınız ya da bu işi takip etmiyorsunuz' dedi. Tahmin edin bakalım neydi esas mesele? Bakan 'Kıbrıslı Türklerin esas meselesi İslamdır' dedi. Yani Kıbrıslıların esas sorunu ona göre yeterince Müslüman olmamasıydı."
Türk azınlık Rum çoğunluk tarafından yutulacak korkusu
Ankara, Kıbrıs'la ilgili müzakerelerde, ortaya çıkacak çözümün, Türk azınlığın Rum çoğunluk tarafından yutulmasına götürebilecek süreçlerin önünü açmamasına özen gösterir. Bu da doğal bir endişedir. İki kesimli, iki toplumlu yapının altı bu nedenle titizlikle çizilir. Ama Kıbrıs Türklerine hak ettikleri kredinin de verilmesi gerekir.
Kıbrıslı Türkler, Kıbrıslı Rumlarla yüzyıllarca birlikte yaşamış ve bugüne kadar kendi kimliklerini koruyabilmişlerdir. Neredeyse 50 yıldır uluslararası sistemin reva gördüğü izolasyona rağmen kimliklerini koruma konusundaki kararlılıklarını sürdürmüşlerdir.
Bu nedenle, "bir erişkin" gibi davranmak yerine "boş hayaller peşinde koşan bir ergen" muamelesi yapmak çok büyük haksızlık.
Ankara KKTC'yi saymazsa Cenevre'de neyi savunacak?
İşin diplomasi boyutuna gelirsek.
Türk tarafı bir süredir, adada tüm çözüm yollarının denendiğini, artık iki devlet formülü üzerinde çalışmak gerektiğini savunuyor.
27-29 Nisan tarihinde Cenevre'de ilgili tarafların katılımıyla gayri resmi görüşmeler yeniden başlayacak. Türk tarafının adada iki ayrı devlet tezini kabul ettirmesi son derece güç. Ama zaman içinde böyle bir tezin kabul ettirilmesi imkansız değil. Ancak bunun yolu, Kuzey Kıbrıs'ın gerçek anlamda bağımsız bir ülke olarak kabul edilip edilmemesinden geçer.
Bu süreçte belirleyici olan ülkeler, Kuzey Kıbrıs'ı kağıt üzerinde bağımsız, fiiliyatta ise hiçbir şekilde Türkiye'nin sözünden çıkmayan bir ülke olarak görürlerse, iki devletli formüle asla yanaşmazlar. Tersine, iki devletli formül onların gözünde KKTC'nin Türkiye'ye eklemlenmesiyle eş anlam taşır.
KKTC Anayasa Mahkemesi'nin aldığı karara Türkiye'nin sert yaklaşımı, iki devletli formül konusunda Türk tarafının müzakere masasında elini ne kadar zayıflatıyorsa, KKTC'de Ankara'nın yaklaşımına verilen tepki de o kadar elini güçlendirir. (Adada Ankara'ya tepki olarak çok sayıda açıklama ve gösteri yapıldı.)
Büyükelçi AK Parti ilçe başkanı gibi davranırsa...
Türkiye'nin KKTC'ye gönderdiği büyükelçi, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin ilçe başkanı gibi çalıştığı sürece, iki devletli çözüm çağrıları sağır kulaklara gider.
KKTC'de altı ay görev yapmış olan emekli Büyükelçi Kaya Türkmen'in Global İlişkiler Forum tarafından yayınlanan Açık Telgraf adlı kitabındaki yazısını okumanızı hararetle öneririm.
2010'da bir bakan ziyaretinde, KKTC'de yapılan protesto gösterileri nedeniyle merkeze çekilmesini anlatan Türkmen, hükümet olsam gösterileri "mevcut demokratik özgürlüklerin bir göstergesi olarak takdim etmeyi tercih ederdim," diye yazmış.
Her tür demokratik refleksi bir zafiyet olarak algılayan iktidar, ne yazık ki aynı zihniyeti Ada'da da hakim kılmaya çalışıyor.