İran’ın İsrail’e gönderdiği füzelerin sayısı ve niteliğinin farkında mısınız?
Bu füzelerden bir tanesinin yanlışlıkla Türkiye’ye yöneldiğini varsayalım?
Bizim İsrail gibi bir demir perdemiz yok. Şükür S400’ümüz var ama o da kutusunda duruyor.
Şu aralar Malatya’da Kürecik Üssü’ndeki NATO radarının bayağı bir hareketli olduğunu tahmin edebiliyorum.
Hayır, bazılarının sandığı gibi İsrail’e istihbarat yetiştirmekle meşgul değil. İsrail gibi bir ülkenin AK Parti Türkiye’sinin topraklarında bulunan bir radara sırtını dayayabileceğine inanacak kadar naif değilsinizdir. Olanlar varsa onların da naif olduğunu değil, kolaycı olduğunu düşünebiliriz.
“İsrail ABD ikilisine karşı Kürecik üssünü kapatalım” demek kısa ve dikkat çekici bir mesaj olduğu için seçmene ulaşmak açısından kulağa hoş geliyor.
Ancak çevremizde uçuşan füzeleri izleyen en son teknolojiyle donanımlı bir radarın ihtimal cebimizden tek kuruş çıkmadan ülkemizde olmasının önemli bir kazanım olduğunu görebiliyor olmak gerek. Kürecik’i kapatalım demek, kendimizi kör edelim, ayağımıza sıkalım demekle aynı.
Ortadoğu’dan Türkiye’ye dönük tehdit algısını iç siyasetten bağımsız masaya yatırabiliyor olmalıyız.
İnsanlığa karşı suç işlediğinde hiçbir kuşku olmayan Binyamin Netanyahu iktidarının katliamlarının Ortadoğu’dan Türkiye’ye dönük tehdit algı analizini çarpıtmaması gerekir. Bu, özellikle hangi ülkeyle hangi alanda çıkar örtüşmesi ya da çatışması yaşadığımızı görebilmemiz açısından önemli.
Bunu duymak kimilerinin işine gelmeyebilir ama bu bölgede İsrail, Türkiye için Arap ülkelere ve İran’a karşı bir denge unsuru olmuştur. Misal 90’ların sonunda Türkiye ile İsrail arasında yaşanan balayı dönemi olmasa, kuzeyden Türkiye güneyden İsrail’in kıskacına giren Suriye, Abdullah Öcalan kozunu o kadar kolay elinden çıkarıp, PKK liderini ülkeden kovar mıydı emin değilim.
Dünkü yazımda belirttiğim gibi Suriye’de Türkiye’nin çıkarları anlamında ayağına basan ülke İran’dır. “ABD PKK-YPG’ye destek veriyor, İsrail ABD’nin müttefiki, bu durumda İsrail bize tehdittir” diye denklem kuramazsınız.
Böyle bakarsanız, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın acilen Bakü’ye gidip Aliyev’e “Benim düşmanımla nasıl bu kadar aşk meşk yaşarsın” diye sorması gerekir. Zira Türkiye’den sonra Azerbaycan’ın en önemli stratejik ortağı İsrail’dir.
Daha önce de yazdığım gibi İsrail’in Suriye’de İran ve Hizbullahın askeri varlığına saldırılarının Ankara’yı mutsuz ettiğini sanmıyorum.
Suriye’den PKK tehdidi varsa en az onun kadar önemli bir İran-Hizbullah tehdidi var. İran’a bağlı milisler ve Hizbullah ülkede kaldığı sürece Türkiye’deki sığınmacıların Suriye’ye dönmesi zorlaşacaktır.
Türkiye’nin İsrail’le vicdan sorunu var
Türkiye’nin İsrail’le bir vicdan sorunu vardır. İsrail katliamlarına devam ettiği sürece hiçbir şey olmamış gibi davranması beklenemez. Bu da Filistinlilerin kardeşimiz olması ya da Müslüman olmasından değil, insan olmasından kaynaklanır. (“Hristiyan olsaydılar bunlar yaşanır mıydı?” diye sorarken, “Hristiyan olup aynı şeyi yaşasalar AK Parti iktidarı yine bu kadar tepki gösterir miydi?” sorusunu da sormak gerek.)
İsrail’i soykırımla suçlayan AK Parti hükümeti buna rağmen İsrail’le ticaretini de tâ ki birileri “Kral çıplak” diye bağırana kadar devam ettirmiştir. Daha az alıp daha çok sattığımız ticari ilişkilerimizin de ne ölçüde kesildiğinin kuşkulu olduğunu belirtmek lazım. Taş taş üstünde kalmamış bir Filistin’e televizyon ya da buzdolabı satışları nasıl artar muamma.
İsrail nedeniyle bölge ülkeleri diken üstünde
İsrail Filistinlileri yok sayan siyasetini sürdürdüğü sürece, sadece bizim için değil tüm bölge ülkeleri için tehdit olacaktır. Çünkü ne yaparsa yapsın, bugün kolunu kanadını kırsa da hiçbir zaman Filistin direnişini kıramayacak, Hizbullah’ı ortadan kaldıramayacak. İsrail bu yoldan gittiği sürece halkı hiçbir zaman huzurla yatağa giremeyecek, durum böyle olunca tüm bölge ülkeleri olarak biz de diken üzerinde yaşamaya mahkûm kalacağız.
İsrail’in bölgesel düzlemde Türkiye açısından taşıdığı tehdit faktörünü böyle özetledikten sonra, ikili bazda Türkiye’ye nasıl tehdit oluşturduğunu irdelemek gerekir.
Denebilir ki Mısır, Yunanistan, Rum kesimiyle Doğu Akdeniz’de kurulan Türk karşıtı cepheye katıldı. İyi de Doğu Akdeniz’de AK Parti iktidarının hataları nedeniyle Türkiye kendini o “değerli yalnızlığın” içinde buldu. Bu ülkelerin hiçbiri tutumlarını değiştirmedi. Türkiye tornistan edince de artık günümüzde pek öyle bir cepheden bahsetmek mümkün değil.
Genelde denir ki, Türkiye S-400’leri aldıktan sonra F-35 programından çıkartılmasının ardında İsrail lobisi var. Olabilir. Ama ABD’nin Rus yapımı füze sistemini aldığı için Türkiye’ye tepki duyması için İsrail lobisine ihtiyaç duyduğunu sanmıyorum.
İsrail’in Kuzey Irak’taki Kürt gruplarla ilişkisi de zaman zaman gündeme gelse de İran’ın PKK’ya açtığı alanla karşılaştırıldığında devede kulak kalır.
İsrail liderliği ile Türk liderliği arasında sosyal medya aracılığıyla yapılan karşılıklı hakarete varan söz savaşlarını bir yana bırakırsanız, İsrail devlet mekanizması yine de soğukkanlı davranmıştır. Onlar açısından terör örgütü olan, varoluşsal bir tehdit olarak nitelendirilen Hamas’a AK Parti iktidarının her anlamda kucak açmasına rağmen itidalli davranma yoluna gitmişlerdir.
Unutmayalım ki, eğer 7 Ekim saldırısı olmasaydı. Ankara Netanyahu’yu resmi bir ziyaret için konuk edecekti.
Bir konunun altını çizmekte yarar var. Filistin sorunu AK Parti’den önce de Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerinde belirleyici bir rol oynadı. Fark şu ki, önceki hükümetler kraldan çok kralcı olmadılar. İsrail’le ilişkileri kesip atmadılar. Bunu da Filistin’in makul kanadını oluşturan FKÖ tarafı anlayışla karşıladı. Filistinlilerin yıllar içinde edindiği pragmatizm, Türkiye gibi bir ülkenin İsrail’le diyalog kanallarını açık tutmasının önemli olduğunu dikte ettirdi.
Son günlerde Ortadoğu konusunda en sık duyduğum şey diplomasinin eksik olması. Amerika İsrail’e söz geçiremiyor ya da söz geçirmek istemiyor. Avrupa kendi içinde öylesine bölünmüş ki, varlık gösteremiyor.
Aslında AK Parti iktidarı, iç siyasi saiklerden sıyrılıp, İsrail karşıtı söylemini biraz yumuşatsa, Türkiye diplomatik anlamda daha ağırlığı olan bir rol oynayabilirdi.
AK Parti gerilimden beslendiği için mevcut bölgesel tansiyondan korku üretecek. Bakalım muhalefet buna karşı ne yapacak?
Barçın Yinanç kimdir?Barçın Yinanç, 1968 yılında doğdu, ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü'nü bitirdi. 1990'da stajyer olarak başladığı Milliyet Ankara Bürosu'nda 10 yılı aşkın bir süre diplomasi muhabirliği yaptı. Ardından televizyon haberciliğine geçerek önce TV8, sonra CNN Türk Ankara Bürosu'nda çalıştı. Türkiye-ABD, Türkiye-AB ilişkilerinin yanı sıra Kafkaslar'dan Ortadoğu'ya, geniş bir coğrafyada Türk dış politikasıyla ilgili gelişmeleri takip etti. Çok sayıda yabancı hükümet yetkilisiyle söyleşiler yaptı, BM, NATO ve AB gibi uluslararası kuruluşların zirvelerini, perde arkası gelişmeleri yerinden haberleştirdi. 2004 yılında İstanbul'a yerleşti, CNN Türk ve Referans gazetesinin ardından İngilizce yayımlanan Hürriyet Daily News'da (HDN) çalışmaya başladı. Haber koordinatörü, yorum sayfası editörü olarak çeşitli görevler aldı; 2010'dan başlayarak on yıl boyunca gazetenin pazartesi söyleşilerini gerçekleştirdi. Bu süre boyunca dış politika analizlerini yazmaya devam etti. Pek çok uluslararası düşünce kuruluşunun toplantılarına konuşmacı, kolaylaştırıcı olarak katılıyor, yabancı yayın organlarının yayınları için yorumlar yapıyor. AtlatmaHaber adlı podcast serisini hazırlayan Yinanç Diplomasi Muhabirleri Derneği, Uluslararası Kayak Kayan Gazeteciler Derneği (Ski Club of International Journalist) ve Dış Politikada Kadınlar platformunun üyesi. Son yayını; Women, Peace and Security Agenda in Turkey and Women in Diplomacy: How to Integrate the WPS Agenda in Turkish Foreign Policy (Türkiye'de Kadın, Barış ve Güvenlik Ajandası-Diplomaside Kadın: Türk Dış Politikası'na Kadın, Barış ve Güvenlik Ajandası nasıl dahil edilir) başlığını taşıyor. Aralık 2020'den itibaren T24'te yazan Barçın Yinanç, T24 ekranında da, her hafta Metin Kaan Kurtuluş'la birlikte "Dış Politika ile İçli Dışlı" adlı programı yapıyor. |