Batılı demokrasilerin çoğunluğu, Ağustos ayının genelde ikinci yarısında, tam da büyükelçiler tatillerini yapıp görev yerlerine geri dönmeden önce büyükelçiler konferansı düzenlenler.
Ağustos ayını seçmelerinin pratik ve ekonomik bir gerekçesi vardır. Büyükelçiler genelde tatil için memleketlerini tercih ettikleri ve dönerken de başkentten geçecekleri için büyükelçiler konferansı hem zamanlama sorunu yaratmaz hem de bütçeye ek bir yük teşkil etmez.
Ben kaçırmışım. Meğer ilki 2008 yılında düzenlenen büyükelçiler konferansının zamanlaması başından beri problem olmuş, dışişleri bakanları yaz aylarını bir türlü kabul etmemişler. Nedenini emekli büyükelçi Reha Keskintepe'nin kaleminden okuyalım:
"Batı ülkelerinin yerleşik ve akla uygun uygulamaları, DNA'sında Batı karşıtlığı olan siyasi iktidarın Batı'nın noel (24-26 Aralık) ve yeni yıl tatili (1-4 Ocak) günlerini de kapsayan tarihleri tercih etmesine yol açıyordu. O kadar ki, Dışişleri Bakan'ı 2013 yılındaki 5. Konferans'ın başlangıç tarihini 2 Ocak olarak tespit etmişti. Böylece, Türkiye'ye uzak ülkelerden (Avustralya, Yeni Zelanda, Güney Amerika ülkeleri vb) gelecek Büyükelçiler yılbaşı gecesini aileleriyle değil, yolda veya otelde geçirmek durumunda kalmışlardı. Bu konudaki ısrardan ancak 2017'de ağır kış şartları dolayısıyla 20'ye yakın Büyükelçi'nin konferansa yetişememesi ve davetli yabancı konukların da olumsuz hava koşullarını ileri sürerek katılamaması nedeniyle vazgeçilmiş ve konferans yaz aylarına alınmıştır. Siyasi iktidar için makulu bulmanın bu denli zor olması üzüntü vericidir."
Siyasi atamalardan coşkulu söylevler
Zamanlama konusunda makulu sonunda bulan siyasi iktidar, içerik konusunda bu yıl da sınıfta kaldı. Her ne kadar bakalığın ilgili dairelerince tartışmaya zemin yaratacak kavramsal hazırlık yapılmış olsa da, manalı bir beyin fırtınası yapılamadı. Çünkü hemen herkeste bu toplantının göstermelik olduğu inancı yaygındı ve zaten toplantılar da dışarıdan atanan büyükelçilerin büyük heyecanla kendilerini göstermelerine vesile olan konuşmalarına sahne oldu. Çoğunluğunun konuşmasının da ortaya bir vizyon koymak yerine, "ikili ilişkiler için şöyle güzellemeler yaptım, böyle başarılara imza attım" tadında olduğunu anlıyorum.
Halbuki, Ukrayna - Rusya savaşının ileriye dönük yansımaları, yaklaşmakta olan Çin - ABD kapışmasına Türkiye'nin nasıl hazırlıklı olması gerektiğine dair tartışmalar yerinde olurdu. Özellikle de bu ikincisinin üzerinde durulmasında büyük yarar vardı. Duyduğum kadarıyla Türkiye'nin Çin büyükelçisi, ki kendisi Çin'le ticari ilişkileri olan bir iş insanı, Uygur meselesinin Türkiye- Çin ilişkilerini zora soktuğunu tekrar etmenin ötesine gitmemiş.
XIII. Büyükelçiler Konferansı
Uygur sorunu Çin - Türkiye yakınlaşmasında en önemli engel
Tam da büyükelçiler konferansından bir hafta önce, ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi'nin Tayvan'ı ziyareti Çin - Amerikan gerginliğini dünya gündeminin tepesine taşımıştı.
İşin ilginci, tam da ziyaretin gerçekleştiği tarihte Çin'in Ankara büyükelçiliği iki ülke arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasının 51. yıldönümü vesilesiyle, "Çin - Türkiye ilişkilerini ilerletmek için ortaklaşa yeni adımlar atalım," başlığıyla birkaç Türk gazetesine ilan vermişti. Edindiğim bilgiye göre, Çin ziyaret öncesinde Ankara'ya "ABD'ye söyleseniz de Pelosi gitmese" demiş.
Elbette Çin de farkındadır, Ankara'nın Washington nezdinde hele de böylesine bir konuda ağırlığının olmadığını. Ama ben burada, Ankara'ya hafif bir çiçek atma, "Bak seni muhatap alıyorum," türünden bir alt mesaj okuyorum.
Zira, ihtimal Xi Jinping yönetimi, Washington'un geleneksel müttefiklerinin Çin'e karşı ABD'nin arkasında tam olarak hizanlanmayabileceklerinin hesabını yapıyor ve açabileceği her çatlağı derinleştirmeye çalışacak.
Bu aşamada Uygur meselesi, Türkiye - Çin yakınlaşmasının önündeki en önemli engel olarak duruyor. Çin'in öylesine maksimalist taleplerle geldiği söyleniyor ki; Ankara'nın hele de mevcut seçim atmosferinde bunları karşılaması mümkün görünmüyor.
Her halûkarda ABD - Çin rekabeti üzerinde çokça düşünmemiz gereken günler yaklaşıyor; kamu-özel sektör, akademisi ve basınıyla ne kadar hazırlıklıyız acaba?
ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi ve Tayvan Cumhurbaşkanı Tsai Ing-wen
Barçın Yinanç kimdir? Barçın Yinanç, 1968 yılında doğdu, ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. 1990’da stajyer olarak başladığı Milliyet Ankara Bürosu’nda 10 yılı aşkın bir süre diplomasi muhabirliği yaptı. Ardından televizyon haberciliğine geçerek önce TV8, sonra CNN Türk Ankara Bürosu’nda çalıştı. Türkiye-ABD, Türkiye-AB ilişkilerinin yanı sıra Kafkaslar’dan Ortadoğu’ya, geniş bir coğrafyada Türk dış politikasıyla ilgili gelişmeleri takip etti. Çok sayıda yabancı hükümet yetkilisiyle söyleşiler yaptı, BM, NATO ve AB gibi uluslararası kuruluşların zirvelerini, perde arkası gelişmeleri yerinden haberleştirdi. 2004 yılında İstanbul’a yerleşti, CNN Türk ve Referans gazetesinin ardından İngilizce yayımlanan Hürriyet Daily News’da (HDN) çalışmaya başladı. Haber koordinatörü, yorum sayfası editörü olarak çeşitli görevler aldı; 2010’dan başlayarak on yıl boyunca gazetenin pazartesi söyleşilerini gerçekleştirdi. Bu süre boyunca dış politika analizlerini yazmaya devam etti. Pek çok uluslararası düşünce kuruluşunun toplantılarına konuşmacı, kolaylaştırıcı olarak katılıyor, yabancı yayın organlarının yayınları için yorumlar yapıyor. AtlatmaHaber adlı podcast serisini hazırlayan Yinanç Diplomasi Muhabirleri Derneği, Uluslararası Kayak Kayan Gazeteciler Derneği (Ski Club of International Journalist) ve Dış Politikada Kadınlar platformunun üyesi. Son yayını; Women, Peace and Security Agenda in Turkey and Women in Diplomacy: How to Integrate the WPS Agenda in Turkish Foreign Policy (Türkiye’de Kadın, Barış ve Güvenlik Ajandası-Diplomaside Kadın: Türk Dış Politikası’na Kadın, Barış ve Güvenlik Ajandası nasıl dahil edilir) başlığını taşıyor. Aralık 2020’de itibaren T24’te yazan Barçın Yinanç, T24 ekranında da, her hafta Metin Kaan Kurtuluş’la birlikte “Dış Politika ile İçli Dışlı” adlı programı yapıyor. |