Türkiye-AB ilişkilerinde dönüm noktaları olan kritik yıllar vardır. Gümrük Birliği'nin onaylandığı 1995 , ya da Türkiye'nin adaylık müzakerelerinin başladığı 2004 gibi.
2020 yılı da Türkiye-AB ilişkilerini farklı ve tehlikeli bir zemine oturtan kritik bir yıl olarak tarihe geçebilir.
Üyelik müzakereleri başladıktan sonra AB ile ilişkilerdeki gidişatı temel olarak iki konu belirlerdi: Türkiye'nin demokrasi karnesi; Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile ilişkiler.
AB, Türkiye'nin bu konularda tavrını değiştirebilmek için, "havuç-sopa" taktiğini "üyelik müzakerelerinin" çerçevesi ile sınırlı tutardı.
Örnek vermek gerekirse, Türkiye 2004'te AB üyesi olan Güney Kıbrıs'a Gümrük Birliği çerçevesinde limanlarını ve havaalanlarını açmayı kabul etmedi. Bunun üzerine AB, yaptırım olarak otuz küsur konuda başlayan müzakerelerde birkaç başlıktaki görüşmeleri bloke etti.
AB'nin elinde baskı aracı kalmadı
Ancak ilerleyen zamanda müzakereler fiilen durunca; AB'nin elinde olumlu ya da olumsuz herhangi baskı aracı kalmadı. Bu nedenle de 2011'de Gümrük Birliği'nin güncellenmesi, vizenin kaldırılması gibi açılımları içeren "pozitif gündem" adlı bir süreç başlatıldı.
Ancak Türkiye'nin demokrasiden uzaklaşması hız kazanınca; pozitif gündem de tıkandı; ta ki 2015'te göç dalgası başlayana kadar. AB, Türkiye'nin göç dalgasını durdurması için mali yardıma ek olarak yeniden "pozitif gündemi" masaya getirdi. Bu sefer de 2016 darbe girişimi pozitif gündeme zora soktu.
Geldik 2020'ye; pozitif gündem yine masada. Neden? Öncelikle, göç mutabakatının yenilenmesi gerekiyor; ama daha da önemlisi Fransa'nın da dahliyle Türk-Yunan sorunları, ve Kıbrıs meselesinin Doğu Akdeniz diye bölgesel bir krize evrilmiş olması.
AB Türkiye'ye "Doğu Akdeniz'de gerilimi düşürürsen, pozitif gündemde yer alan konuları yeniden canlandırırım" dedi.
Peki yeni olan ne? AB'nin yaptırım stratejisi.
AB, "Türkiye gerilimi düşürmezse, elimdeki yaptırım araçları nedir" diye baktı. Müzakereler zaten fiilen donmuş; bir ara Gümrük Birliğine dönük bir takım önlemler alsak mı diye düşündüler; ama onların da çok etkin olmayacağı kanaatine varmış olacaklar ki; ilk kez işi Türkiye-AB ilişkiler çerçevesinin dışına çekme kararı aldılar.
AB can yakmak için strateji peşinde
Aslında 2020'nin Şubat ayında iki TPAO yöneticisi yaptırım listesine alınmış ve Avrupa'ya seyahat yasağı getirilmişti. Beklendiği gibi fazla bir etkisi olmadı. Doğu Akdeniz'de gerilimin yükseldiği yaz aylarının ardından, AB Ekim ayında, "durum böyle giderse yaptırım kararı alırım" dedi. Ankara Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun ağzından tepki gösterdi. Aralık ayına gelindiğinde AB "yaptırım kararını aldım; Dışişleri Yüksek Temsilcisi'ni bu yaptırımların neler olacağını belirlemesi için de görevlendirdim" dediğinde ise, Ankara'nın tepkisi çok daha yumuşak oldu.
Çünkü arada Türk ekonomisinin çok ciddi alarm sinyalleri verdiği; sürecin Merkez Bankası başkanının görevden alınmasıyla sonuçlandığı bir dönem yaşandı.
2021 Mart ayına geldiğimizde; AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, olası yaptırım listesini hazırlayıp, liderlerin önüne koydu. Bunların arasında yaptırımların sadece kişileri değil kurumları hedef alması; Türkiye'ye seyahat edilmemesinin tavsiyesi de dahil, Türk ekonomisi için önemli olan turizm gibi farklı sektörleri de hedef alacak önlemler, bazı ürün ve teknolojilerin ithalat ve ihracatı da dahil enerji ve bağlı sektörlere yönelik önlemler var.
Bunlar, Türkiye-AB kurumsal ilişkilerinin dışına çıkan önlemler. AB açıkça; Doğu Akdeniz'de gerilimi artıracak adımlar atması durumunda iktidarın canını doğrudan yakacak yaptırımları gündemine aldı. 25 Mart'taki son zirvesinde "Doğu Akdeniz'de gelişmeleri izleyip duruma göre kararımı Haziran'da vereceğim" dedi.
"Türkler sadece sopadan anlar"
Bunun arkasında Ak Parti iktidarının sadece "sopadan" anladığı şeklinde Avrupa'da yerleşmeye başlamış olan bir kanaat var. ABD eski Başkanı Trump'ın "ekonomiyi mahvetmekle" tehdit ettiği tweetler sayesinde Rahip Brunson'un serbest bırakılması, Rus uçağının düşürülmesinden sonra yaşanan krizin, Rus turistlerin Türkiye'ye gelmesinin engellenmesiyle aşılması gibi örneklerden ilham alındığı anlaşılıyor.
İşin ilginç tarafı, geçmişte içinde yaptırım lafı dahi geçmeyen makul sayılabilecek eleştirileri içeren AB belgelerini yok hükmünde sayıp, çöp kutusuna atan Ak Partililerden ses yok. Dışişleri Bakanlığı'nın yazılı açıklamasındaki tepkiye bakarsanız, daha birkaç ay öncesine kadar emekli büyükelçileri bile rahatsız eden o kibirli, efelenme halinin yerinde de yeller esiyor.
Türkiye'nin dış politikada yaşadığı savrulmaları durdurması, militarize ve saldırgan adımlar yerine, diplomasiyi önceleyen bir tavra dönmesini sağlaması durumunda AB'nin bu yeni yaptırım stratejisinden kârlı çıkabiliriz.
Ancak AB'nin yaptırım kartını orantısız kullanmasının Türk dış politikasını cendereye sokma riski de çok büyük.