Atilla Dorsay

16 Eylül 2016

Yine sakar, yine iki erkek arasında kalmış...

Ancak ‘babayı bulmak’ gibi günümüzde hiç sorun olmayan bir durumun hayli uzatılması filmin lehine olmuyor

BRİDGET JONES’UN  BEBEĞİ        X  X  X

Yönetmen: Sharon Maguire
Senaryo: Helen Fielding, Dan Mazer, Emma Thompson
Görüntü: Andrew Dunn
Müzik: Craig Armstrong
Oyuncular: Renee Zellweger, Colin Firth, Patrick Dempsey, Emma Thompson, Gemma Jones, Jim Broadbent, Sally Phillips, James Callis

Universal-Miramax yapımı

 

 

Bridget Jones da dönüyor. Yalnız mitolojik yaratıklar, üstün-adamlar veya çizgi roman kahramanları dönecek değil ya...

Üstelik bu tür dönüşler farklı oluyor. Çünkü böylesine hayatın içinden çıkıp gelen kişiliklerin 5-10 yıl sonra dönüşleri, hepimizde sanki eski bir tanıdığı yeniden bulma izlenimi yaratıyor: bakalım bunca yıl sonra ona n’oldu, başına neler geldi...

Onunla tanışmamız 2000’lerin başlarında oldu. Kadın yazar Helen Fielding’in kaleminden çıkan kahramanı ben kendimce şöyle tanımlamıştım:

“Hepsi ayni kalıptan çıkmış, ayni berbere saçını yaptırıp ayni terziden giyinmiş gibi gözüken, ‘glamour’ ve ‘sex-appeal’ denen şeyleri kolayca giyip çıkarılan bir manto gibi üstlerine geçiren ve bir  parça daha ince olmak için kendilerini açlığa mahkum eden zamanımızın sinema, moda ve TV güzellerinin tam tersi o...Sanki dünya üzerindeki milyonlarca kadının asıl ve gerçek  temsilcisi. Birtürlü kilosunu denetleyemeyen, üzerine geçirdiği her giysi neredeyse sakil duran, modaya uysa birtürlü, uymasa birtürlü olan, en güzel gözükmeye çabaladığı bir davette makyajı bir felakete dönüşen, o ışıklardan uzak kendi halindeki sayısız genç kızdan biri”.

Onu romanlarıyla ve ilk iki filmiyle sevdik, bağrımıza bastık: Bridget Jones’un Günlüğü ve Bridges Jones: Mantığın Sınırı. Bunda rolü üstlenen ve kendine özgü tuhaf fiziğiyle tam uyum sağlayan Renee Zellweger’in de büyük payı vardı.

Ardından bu kez popüler bir TV dizisiyle başlayıp 2008’lerden sonra iki filme de yol açan Sex and the City olayı geldi: bu kez kentli, çalışan ve erkeklerle sorunlu kadın kahramanların sayısını dörde çıkararak!...Benzer bir mizah, benzer yaklaşımlar...

Şimdi, ikinci filmden tam 12 yıl sonra, bu Bridget Jones dönüşü gerekli miydi? Bridget artık 43 yaşındadır: bu yaşı kocaman panolarda yazan bir doğumgünü partisinin en zalim biçimde hatırlattığı gibi...Ve hala büyük aşkı bulamamış, bir yuva kuramamıştır.

İlk filmden beri süregelen ‘zor davaların avukatı’ Mark’la ilişkisi yine canlanır. Ama yakışıklı Amerikalı, ‘algoritma’ uzmanı Jack’la da tanışır ve birlikte olur.

Ve Bridget kısa süre sonra hamile olduğunu anlar. Ama bebeğin hangisinden olduğu hakkında hiç fikri yoktur!...Böylece gerçek babanın peşinde bir arayış faslı başlar.

Film belki özlenen ve zamanımız için tipik (İngiliz – ya da Batılı) bir kadın kahramana dönerken, temel ögelerinden vazgeçmiyor. Eski beceriksizliği törpülenmiş olsa da hala uyum sorunları yaşayan yayıncı Bridget, yine iki erkek arasında kalıyor. Bu kez erkeklerden birinin tipik İngiliz, diğerininse tipik Amerikalı oluşu  ortaya bir kültürel çatışma da getirmiyor değil...

Ancak ‘babayı bulmak’ gibi günümüzde hiç sorun olmayan bir durumun hayli uzatılması filmin lehine olmuyor. Ve ilk yarıdaki ‘buluşma sevinci’, bir süre sonra belli bir  tekdüzeliğe dönüşüyor.

Yine de sempatik bir film bu.  Renee Zellweger’in operasyonla değiştirdiği yüzü yadırgandı, hayli de eleştirildi. Ama sonuç olarak çok da değişen birşey yok. O çocuksu ifade yine orada duruyor.

Kadronun gerisiyse hemen hemen aynı: kadın yönetmen Sharon Maguire’den ana-babayı oynayan Jim Broadbent- Gemma Jones ikilisine dek...Önemli bir yenilik, Grey’s Anatomy dizisinden ‘müdevver’ Patrick Dempsey. Bir de doktorda Emma Thompson anılmalı. Ki ayrıca senaryoya da katılmış...Sanırım asıl  seyircisi yine kadınlar olacak...


Yarın:  KÖSTEBEK