Emek Sineması için verdiğimiz mücadele, artık İstanbul’u koruma savaşımı denebilecek olan şeyin bir parçası olarak şehircilik ve toplum tarihine geçti. Hemen ardından gelen Gezi Olayı’nın bir tür provası ve hazırlığı olarak...Gerçi Gezi gibi başarıya ulaşamadı ve protestolara katılan, o döneme kadar bu konularda pek görülmemiş önemli kalabalıklara karşın, tarihi salon yıkılıp gitti. Unutmayacağımız ve matemini hep tutacağımız bir kültürel kayıp olarak...
Ama hayat devam ediyor. Ve tüm idealizmimize karşın, bir ölçüde de gerçekçi olmak gerekiyor. En azından benim tavrım böyle. En doğru tavır diye herkese öğütleyemesem de...
Evet, ben her şeye karşın Yeni Emek’i merak ediyorum. Bu nedenle, Cercle d’Orient binası dahil tüm o blokun artık yeni işletmecisi olan işadamı Ahmet Alabalık adına beni arayan ve yapıyı görmemi isteyen eski dostum Sibel Asna’nın çağrısına kulak verdim. Ve gidip gezdim.
Vakfın başında, bir zamanların operasında trombon sanatçısı ve sonradan Devlet Opera ve Balesi genel müdürü olan Remzi Buharalı bulunuyor. Geçen yıl vefat eden, Türkiye’nin ilk gerçek tanıtım uzmanlarından Alaaadin Asna’nın eşi Sibel Asna ise, eşinden devralıp yürüttüğü A&B şirketiyle projenin medya ilişkilerini yüklenmiş.
Tüm yapıya Cercle d’Orient’ın artık İstiklal Caddesi’nde tümüyle meydana çıkmış, altında dükkanların da açılmaya hazır beklediği geniş ve etkileyici cephesinin tam ortasındaki pasajdan giriliyor. Ama yandaki Yeşilçam sokağından da giriş olacak.
Dönemin barok etkili mimari zevkini yansıtan 45x21 metre boyutlarında olan bu yapı, aslında Emek’ten çok daha eski. Ve başlı başına korunmayı hakkediyor. Hele tuğla yığma sisteminde inşa edildiği düşünüldüğünde.... Bu açıdan, henüz çalışmayan asansörler yerine görkemli merdivenlerden çıkarak gezdiğimiz iki kat bana büyük heyecan verdi. Tüm o tavan ve korniş süslemeleri yenilenmiş, tüm o yüksek ahşap kapılar yeniden yapılmış ve ortaya görkemli, hacimli mekanlar çıkmıştı.
Sonra yeni yapılan AVM’ye geçtik. Burasının ilk iki katı ticari kullanıma açılıyordu: Aralarında adları şimdiden panolarda yazılı evrensel markalar da bulunacak dükkanlar, lokantalar...Ve geniş bir Madame Tussaud balmumu heykeller müzesi. Ben Tussaud diyorum. Ama her yerde Tussauds yazılı!...Aslında ben haklıyım: çünkü 19. yüzyılda Londra’da ilk kez müze açan kadın bir Fransız ve adı da Marie Tussaud!..Her neyse, burada ünlü Türk sanatçılarının heykelleri yer alacak. Şimdiden yapımına başlanan...
Ama asıl beklentimiz elbette Emek’ti. Beşinci katta yer alan...Tam 1500 metre2’lik fuayenin bir yanında 150 kişilik bir tiyatro var. Gereğinde koltukların itilmesiyle fuayeye katılabilecek...Sonra Yeni Emek’e geçtik. Hemen söyleyeyim: düş kırıklığına uğramadım.
Yüzde 40’ı kültür ve sanata ayrılan bir kendine özgü AVM bu. Ve yanı başındaki Serkldoryan’a birlikte Beyoğlu’na bir canlılık, bir yeni heyecan katabilir.
Ben, tüm o hülyaların içinden geçen bir hayattan sonra (sinema bir düşler alanı değil midir?), sanırım artık belli bir gerçekçiliğe ulaştım. Ve bu yanımla, artık eski Emek için bitmeyen ağıtlar yakmaktansa, yenisine sempatiyle baktım. Ama böyle düşünmeyenlere ve o ilkeli tavrı inatla koruyup “ben oraya adım atmam” diyenlere de büyük saygım ve sevgim olduğunu mutlaka söylemeliyim.