X X X X ½ (The Batman) Yönetmen: Matt Reeves Warner Bros filmi, 2022. |
Evet, işte karşımızda yeniden Batman. Kullanılmayan Türkçe çevirisiyle Yarasa Adam. Bu kaçıncısı deseniz, haklısınız... Bob Kane - Bill Finger ikilisinin yarattığı bu çizgi-roman kahramanı 40'lardan beri TV ve sinemaya aktarılıyor. Onu canlandıran 20'yi aşkın uzun film ve TV dizisindeki ünlü oyunculardan sadece son dönem şöhretlerini anarsak: Adam West, Michael Keaton, Val Kilmer, George Clooney, Christian Bale, Ben Affleck... Ve şimdi de sürpriz bir isim: Robert Pattinson...
Ama bu filmin diğerlerinden farklı olacağı hemen belliydi. Çünkü tüm o filmlerdeki kahramanlar Batman iken, bu filminki The Batman oldu. Oysa 'The' sözcüğü özel isimlerin başına konmaz. Bu bile bu Batman'in farklı bir yöne gideceğinin işaretiydi.
Ve gerçekten de öyle oluyor. Bir yabancı yazarın deyişiyle özetlersek "Bir DC süper kahramanının bu dönüşü, geçmiş filmlerin gösterişli aksiyon filmlerinden farklı, kara-filme kayan bir yapı içeriyor." Ki bence aslında çok daha fazlası var.
Biz yine Gotham City'deyiz. Herkesin bildiği gibi, bu New York demektir... Tam da Cadılar Bayramı günlerinde, çökme haline gelmiş dev kent için bir 'yenileme programı' açıklanır. Ama bu programın gerçekten de kenti daha güzel ve yaşanır kılmak için mi, yoksa bir avuç patronu daha da zengin kılmak için mi düzenlendiği film boyunca tartışılacaktır. Rastlantıya bakınız: tıpkı bizim, başta İstanbul büyük şehirlerimizin durumunu yoğun biçimde tartıştığımız şu günler gibi...
Aslında bu 'kentin üzerindeki eller' hep varolmuş ve 20 yıl kadar önce, Salvatore Marini adlı bir mafya patronu kente karşı işlediği suçlar nedeniyle tutuklanmıştır. Ama geçen zaman, o gösterişli operasyonun ardında bile bir avuç kişinin çıkarı olduğunu kanıtlamıştır.
Ve sahneye Bruce Wayne girer. Yıllar önce kent yönetiminde büyük rol oynamış bir ailenin son ferdi. Ki ailesi (ana-babası) vahşi bir cinayetle öldürülmüşlerdir. Hiç çözülemeyen bir cinayet... Bruce bu kederi hep içinde taşıyan, belki hep takındığı maskenin arkasında hala onu taşıyan biridir. Yeni Batman olduğu hissettirilen (ama kesinlikle öncekiler kadar uçamaz!), kente karşı büyük sevgisi olduğu anlaşılan biri. Ama öylesine ürkünç, hatta korkunç bir Gotham getirilir ki karşımıza; sürekli karanlık, her yeri dökülen, ürperti veren bir düşsel N.Y... O Cadılar Bayramı ise kenti daha da korkunç hale getirmiştir: sokaklardan metrolara heryerde maskeler takmış, ortalığı tam bir kabusa dönüştürmüş yaratıklar... Ve onlara karşı her şeye rağmen Batman'liğini gösteren, kavgacı ve kolay yenilmez bir efsane adamı. Daha ne olsun?
Tam o sırada seri cinayetler başlar. Önce kentin belediye başkanı, sonra emniyet amiri vahşice öldürülür. Sıranın başkalarına geleceği açıktır. Bruce Wayne yanıbaşında Selina adlı dilberi, Alfred adlı danışmanı, siyahi polis amiri James Gordon'u bulacaktır. Ama karşısındaki düşmanlar daha az değildir. Bir bölümü Mafyacı Carmine Falcone ya da Oz (bizim doktor Mehmet Öz değil!) gibi eski hesaplaşmalardan kalan ya da yenilerden gizemli Penguen, daha da gizemli Riddle olan...
Film görüldüğü gibi oldukça karmaşık ve yüklü entrikalara dayanıyor. Ama hayli uzun (2 saat 50 dakika) olması filmin işine yarıyor ve tüm düğümler ikna edici biçimde çözümleniyor. Matt Reeves - Peter Craig ikilisinin senaryosu, Reeves'in yönetimi son derece olgun. Greig Fraser'in çokluk karanlığa dayanan görüntüleri gayet estetik dururken, Michael Giacchino'nun müziği filme sanki Godfather serisini hatırlatan bir tür Latin (ya da Mafya) duyarlılığı getiriyor.
En önemlisi bence şu: Film aynı zamanda birçok farklı türe birden el atmayı ve her birini kendi içinde başarılı ve ilginç kılmayı becermiş. Karşımızdaki film aynı zamanda bir Mafya hikâyesi, bir seri cinayetler entrikası, bir korku filmi (özellikle ilk bölümde), dev bir puzzle... Bir büyük aile hesaplaşması, romantik bir aşk -finalde aşk ya da görev ikilemine dönüşen... Ve de bir büyük kentin yönetimi üzerine gerçeğe çok yaklaşan gözlemler içeren...
Enrikayla ilgili sürprizler kadar, görsel sürprizler de içeriyor film...Ve yer yer unutulmayacak bölümler... Örneğin Bruce Wayne'in halk nezdindeki popülerliğini gösteren bölüm... O alabildiğine kederli cenaze töreni... Ya da Bruce'la filmin en ilginç karakterlerinden biri olan Riddle'in uzun diyalogu... Ki örneğin şöyle bir cümle içeriyor: "Bir gün zirvede olmak, öbür günse palyaçoya dönüşmek de var!"
Oyunculuklara gelince... En çok ünlü Twilight - Alacakaranlık adlı seriye dönüşmüş (ama biraz 'ucuz sinema' olarak hatırlanan) filmlerle tanınan Robert Pattinson, önce tartışılan bir seçim olmuştu. Ama zaten çoğunu maskeyle oynadığı filmde şaşılacak bir düzey tutturmayı bilmiş. Yanıbaşındaki siyahi yasa adamı James Gordon'da Jeffrey Wright, yavaş yavaş aşık olduğu Selina'da Zoe Kravitz (ki kaynaklar ona diğer Batman filmleriyle kıyaslayarak Catwoman kimliğini yakıştırıyor!) hep yanındalar. Ama kötüler de çok etkileyici. Örneğin eski Mafya geleneğinin temsilcisi Carmine Falcone'de çok uzun zamandır görmediğimiz bir John Turturro'yu bulmak, has sinefilleri gerçekten mutlu edecek.
Nispeten küçük rollerde Peter Starsgaard, Andy Serkis, Barry Keoghan gibi ilginç oyuncular var. Colin Farrell'i ise tanımak bile mümkün değil!.. Ama belki en büyük sürprizi yine oldukça unutulmuş Paul Dano yapıyor. Riddle rolünde, ancak sonlara doğru boy gösteriyor. O çocuk yüzü biraz yaşlanmış olarak... Ama öylesine iyi çizilmiş ve bir aktöre imkan veren, kötücül ve şeytani bir kişiliği oynuyor ki ki, sanırım kolay kolay unutulmayacak.
Yazar-yönetmen Matt Reeves'e gelince, zor bir işin altından başarıyla kalkmış. 1966 New York doğumlu sanatçı daha öncesinde de bir avuç filmiyle ilgi çekmişti: Cloverfield - Canavar, Let Me İn - Kanıma Gir, Dawn of the Planet of the Apes - Maymunlar Cehennemi; Şafak Vakti... Burada doğrusu büyük bir işi başarıyor. Üç saate yakın bir filmi seyircisine nefes aldırmadan izletmek az şey değil. Üstelik bizler basın gösterilerinde arasız izliyoruz. Sinemalarda izleyenler (ki bence mutlaka izleyin) sanırım daha şanslı olacaklar!..