SİCCİN 3: CÜRMÜ AŞK X X Yönetmen: Alper Mestçi |
Alper Mestçi korku filmi türünde şayan-ı takdir bir inatla direniyor. Arada bir komediyi denese de, asıl merakı bu alan. Keşke her yönetmen yapacağı film türünde ve genelde her sanatçı kendini adayacağı alanda böylesine inat ve direnç gösterse…
Musallat serisinden sonra, Siccin de bir seriye dönüştü. İlk film, ardından Siccin 2: Her Canlı Ölümü Tadacaktır. Ve şimdi de bu 3. bölüm. Yönetmen bu filmin diğerlerinden çok daha fazla aşk temasına dayandığını ve temelde bir büyük tutku anlatmaya sıvandığını söylüyor.
Bu türe (yani Türk usulü korku filmi) kimi deneyimlerimden sonra özel bir alerji beslemeye başladığım için, bu filmleri görmedim. Ayaklarım beni götürmedi. Ama hem uygun bir haftaya denk geldiğinden, hem de merakımdan artık görmem gerektiğini düşündüm. İşte görüşlerim.
Film çok yakın iki arkadaşın, Orhan’la Sedat’ın dostluğuyla açılıyor. Orhan, Sedat’ın küçük kardeşi Kader’e aşık olmuş ve onunla evlenmiştir. Ama, kader bu ya, Sedat kullandığı arabayla talihsiz bir kazaya neden olur. Kardeşi Kader belleğini yitirir, kendi küçük oğlu Mehmet ise felç olur.
Ve her iki evde de büyük bir matem başlar. Orhan’ın nedense evliliği onaylamayıp düğüne katılmayan ana-babası kadar, Sedat’ın yaşlı annesi de bu kederin sessiz tanıklarıdırlar.
Hikaye ilginç. Hele finalde senaryonun gelip psikolojik temelli büyük bir sürpriz sunan yapısı düşünüldüğünde…
Yönetmenin anlatımı ise temel bir kusur içermiyor. Tersine, malzemesine hakim, özenli ve iyi bir işçilikle kotarılmış film. Birçok Batı filmini aratmayacak kadar…
Ne var ki en temel kusuru, projenin korku olayına genel yaklaşımı. Dolayısıyla, korku filmi denen şeyi tanımlaması. Bu konuda ‘itirazım var!’. Sanırım birçok korku filmi sever gibi…
Film, sanki bu tür bir filmin seyircisini sürekli, kesintisiz biçimde korkutup ürkütmesini amaçlar gibi duruyor. Hemen tüm sahneler buna yönelik. Hem de en abartılı biçimde…
Ve bu uğurda, görsel ögelerin yanı sıra elbette müziğe de başvuruyor. Baştan sona sanki hiç susmayan, tedirginlik yaymaya çalışan bir müzik!...Aslında düzeyli, ama öylesine abartılı biçimde kullanılıyor ki…
Hele finalde, her şeyin kahramanın ağzından açıklandığı ve düğümlerin çözüldüğü sekansta, yani her sözcüğün özel bir önem içerdiği bölümde, müziğin inadına güçlü biçimde bastırması… Bağışlanacak gibi değil.
Bu yöntemin radikal biçimde yanlış olduğunu düşünüyorum.. Her şeyin fazlası fazladır derler ya!. Korku filmlerinde haydi haydi öyledir. Korkma duygusu bence filmde ‘crescendo’ halinde, giderek yükselmeli ve kimi sahnelerde doruğa çıkmalı. Ancak o zaman etkileyen ve hatırda kalacak bir sinemasal korku yaratılabilir.
Bunları söylüyorum, çünkü -bilenler bilir- aslında türün gerçek bir meraklısıyım. Yanı başına fantastiği de alan bir korku/gerilim sineması az yüreğimi hoplatmamış ve kalbimi çalmamıştır!…50 kitabımdan biri Beyaz Perdede Kırmızı Filmler adını taşır ve sadece korku filmi eleştirilerimi toplamıştır (CEP Kitaplar, 1986).
Ayrıca 1995’de yayınlanan 100 Yılın 100 Filmi kitabıma korku/fantastik türden kaç filmi aldığımı hemen bakıp görebilirsiniz!..
Alper Mestçi’nin korku filmi anlayışı bu açılardan benimkine ters düşüyor. Ve hem temelde ilginç bir senaryoyu, hem de birçok sahneyi kabalaştırıyor. Özellikle de o yaşlılarla ilgili bölümler…Bence yönetmen yapmak istediği şey üzerine biraz daha düşünmeli.
Ve çok genel biçimde söylersek, senaryodan başlayarak önce normal, sıradan bir dünya yaratıp sonra içine korkuyu yerleştirmeli. Yavaş yavaş, süzerek, tadını duyura duyura…. Naçizane tavsiyem bu.