Atilla Dorsay

24 Nisan 2016

Torunlarıma bakarken: Çocuklarımızı koruma günü artık gelmedi mi?

Çocukları böylesine sevip en büyük ulusal bayramlarından birini onlara adayan bir ülkeye, yakışmıyor böylesi...

     Artık demir almak günü mü geliyor zamandan, nedir... Azalan bir enerji, sürekli bir yorgunluk, hiç bitmeyecekmiş gözüken bir çalışma hevesinin giderek biraz körleşmesi.

   Ve sanki o eşsiz Sabahattin Ali şiirindeki gibi:   

               Ne kış, ne yazı isterim,
               Ne bir dost yüzü isterim,
               Hafif bir sızı isterim,
               Ağrılar, sancılar gelir.

   Tüm bunlar hayatın kaçınılmaz ve önlenemez gerçekleri. En büyük teselliyse çocuklardan ve –bizim yaşımızda- torunlardan geliyor.

    Hele ileri yaşta gelen bir torun... O minik yaratık bizi alıp yeniden hayata bağlıyor. Hem ailenin, soyun devamı gibi bilinçaltımıza çöreklenmiş o ezeli kaygı. Hem korumak, yetiştirmek, büyütmek ve eğitmek gibi içgüdülerin hayatın bu son safhasında yeniden uğraşlarımızın arasına girmesi.

   Kısacası her açıdan bir ilaç, bir gençlik kürü. Ben de beşinci yaşına giren torunum Ozan ve henüz altı aylık Eren’le bu zevki yaşıyorum.

   Ve yeniden küçüklerin ne kadar savunmasız, ne denli kırılgan olduklarını görüyorum. Onları okuldan alıp yoğun bir trafiğin içinden geçerek eve götürmek bile tam bir deneyim...

   Hele, Allah korusun, ya  yanlışlıkla kaybolursa? Her akşam izlediğimiz o Amerikan TV dizilerindeki gibi sapıkların, katillerin eline düşerse? Hele içinde yaşadığımız bu dehşet çağında, çocuk deyince ürkmemek ve endişe duymamak mümkün mü?

   Sözü elbette kişisel anekdotlardan alıp günümüz Türkiye'sine getirmek istiyorum. Çocuklarımız nasıl korunuyor, hangi ellerde büyüyor, hangi tehlikelere maruz bırakılıyor?  O bizlere hayat veren ve yarın bu ülkenin başına geçip onu yönetecek yavrular, o zor çağlarında nelerle karşılaşabiliyor?

   İşte ülkede çığ gibi artan ve artarda gündeme gelen taciz ve tecavüz olaylarının beni/bizi getirdiği korku ve dehşet noktası burası. Tüm o iktidara yakın gözüken Ensar ve benzeri vakıflar, tüm o yurtlar, sözümona koruma evleri.

   Asıl amacının ‘dini bütün nesiller yetiştirmek’ olduğu en yetkili  ağızlarca ifade edilmiş bir kısmen yeraltı örgütlenmesi. Hiçbir şey açık-seçik değil, yasal değil, bilimsel değil, rasyonel değil. Anlaşılıyor ki bunu yapanların sözümona dindarlığı da küçükleri korumaya yetmiyor.

    Ahlaksızlık herkesten çıkabiliyor; kendilerini dindar sayıp öyle tanıtanlardan da... Esas olan gerçek bir ahlak edinebilmek... Sahici insani değerlere, gerçek erdemlere ulaşabilmek. Dinsel eğitim tek başına bunu yapmaya yetmiyor. Ve insanoğlunun yüreğinde çöreklenmiş olan zaafları, günah eğilimini ve zevk arzusunu hiçbir Kur’an kursu tek başına silemiyor. 

   Evet, artık yeter. Tüm bu iğrenç olaylardan bıktık. Çocukları böylesine sevip en büyük ulusal bayramlarından birini onlara adayan bir ülkeye, Atatürk’ün kurduğu bir devlete yakışmıyor böylesi...

    Tüm o tecavüzcü öğretmenler, şalvar çözmeye hazır eğitmenler, o çakma din adamları artık tedavülden kalkmalı. Ve inlerine yollanmalı.

    Evet, birilerini inlerine yollamaya pek teşneydiniz. Bu lafı edip durdunuz. Haydi bakalım: asıl inlerine yollanması gereken takım bu işte...İşinizi, görevinizi yapın da görelim.

   Ve çocuklarımız özgür yaşasın, korkusuz büyüsün. Bekir Coşkun’un dediği gibi “Dünyanın her yerinde başları dik, alınları açık, çağdaş dünyanın birer özgür bireyi olsun çocuklarımız.”


Not:  Sevgili T24 okurları, bugünden itibaren her pazar, Yarına Bakış adlı gazetede de yazacağım. Eski Zaman kadrosundan ve yazarlarından bir bölümünün yer aldığı bir gazete bu...Ve haftanın sanat olaylarına genel bir bakış atacağım.

   Yani T24’de haftanın filmlerini yazmayı ve zaman zaman farklı (siyasal?) konulara da el atmayı sürdüreceğim. Bilgilerinize...