Atilla Dorsay

25 Ekim 2015

Tarih baba için değerli malzeme: Başbakan'ın gafları, Cumhurbaşkanı'nın ‘lapsus’ları

Tüm düşman bildiğiniz her şeyi ve herkesi suçlarken, akılcı, bir soruşturmanın da önünü tıkadığınızı görmüyor musunuz?

Seçimlere bir hafta kaldı. Ve hepimiz hayret, kimi zaman dehşet içinde izliyoruz: 13 yıllık iktidarı boyunca belki tüm Cumhuriyet tarihinden daha çok skandal yaratmış bir zihniyetin son çırpınmalarını...

Önce başbakandan başlayalım. Bir dönemde herkesten saygı gören, yazarlığı kadar hocalığı da ünlü ve AKP’nin ‘elit’ takımından sayılan bir Ahmet Davutoğlu’nun mitralyöz ateşi gibi, ama ruhsuz biçimde, ezber edasıyla söylediği ve en mekanik  bir üslupla “...var mısınız?” diye bitirdiği sözlerindeki gafları gitgide artıyor.

Ölmüş canlı  bombalar için “onları adalete teslim ettik”, o zaman daha kurulmamış MHP için “Menderes asılırken MHP neredeydi?”, çok farklı iki şeyden söz ederken “360 derece farklı” gibi özdeyişlerinin yanına yenileri gelip ilişiyor. IŞİD için ‘nankör’ demekle, bu sözcüğün lugât anlamına göre ona iyilik edip koruduklarını itiraf etmiş olmuyor mu?

Ve en son incisi: “Nerede bir zalim varsa, onun yanında olacağız!”. Acaba Allah mı söyletiyor?

 

Cumhurbaşkanı ve ‘kolektif terör’

 

Cumhurbaşkanı ise bir başka alem. Ankara’daki korkunç katliam için ‘kolektif terör eylemi’ lafını bulup çıkardı, tepe tepe kullanıyor. “Burada DAEŞ de var, PKK da...El Muhaberat da var, Suriye’nin kuzeyindeki PYD de”.

Ve zayıf noktasını hemen belli ediyor: “Daha ilk başta kalkıp da ‘bunu Saray yaptı’ diyenlerin ne mantığı olduğunu artık anlayın. Çünkü ortak çalışıyorlar”.

Mehmet Yılmaz’ın altını çizdiği gibi, bu bilgiyi nereden aldığını elbette bilmiyoruz. Çünkü söylemiyor. El Muhaberat’ı bilmiyoruz: olup biteni olabildiğince izlememize karşın...O da biryerden duymuştur, herhalde çeşni olsun diye eklemiş olmalı: Cumhurbaşkanına özgü özel bilgi!... 

Ya gerisi? Sanki Ortadoğu’da cirit atıp ortalığı hallaç pamuğu gibi atan kim varsa, Ankara için birleşmiş...Yahu, tüm dünya IŞİD’e karşı Kürtleri seferber etmeye çalışıyor, o büyük beladan kurtulmak için onların vurucu gücü PYD ile sıkı temas kuruyor. Hadi, PYD’nin PKK ile organik ilişkisinden söz edin, onu anlarız. Ama hepsini bir torbaya koymak ve herhalde kesinlikle IŞİD’in marifeti olan bu işe illa da Kürtleri karıştırmak niye?

Esad’ın gidişine dayalı politikanız iflas etti. Şimdi de geleceğin tüm dünya için büyük kabusu olan IŞİD’e karşı (ona inatla DEAŞ demeniz  hiçbir şeyi değiştirmiyor, radikal İslam’la ilişkisini unutturmuyor), biraz zoraki açtığınız savaşta, işe birsürü örgütü katıp herşeyi çorba ederek kimi kandırıyorsunuz?

Sırf  ‘Saray şüphesi’ doğdu diye tüm düşman bildiğiniz her şeyi ve herkesi suçlarken, akılcı, bilimsel, temelli bir soruşturmanın da önünü tıkadığınızı görmüyor musunuz?  Oysa hepimiz görüyoruz bunu...Öylesine açık ki...

 

Aydın Doğan’la kavga

 

Ve de Aydın Doğan meselesi. Onunla giriştiğiniz polemik, aslında birçok yazarın belirttiği gibi, çağdaş dünyanın hiçbir yerinde artık görülmeyen bir  tartışma. Yakın tarihin kimi zor dönemlerinde (faşist ve komünist rejimler, Latin Amerika diktatörlükleri, Yunanistan’da Albaylar, vs.) dışında, rejimin başıyla bir gazete patronu arasında böyle bir gerilim olmadı. Bunun çağdaş demokrasinin temel taşı olan basın özgürlüğüne vereceği zararı kimse göze alamadı.

 Ama siz alıyorsunuz. Öylesine alıyorsunuz ki, şöyle diyebiliyorsunuz:

"Hilton'un arka tarafındaki araziyi sana vermedik diye bunları yapıyorsun, değil mi? Sana müsaadeyi vermedik diye çılgına döndün. Orası ise doğal sit alanına dönüştürüldü”.

Bir Cumhurbaşkanı, üstelik böylesine laubali bir tonla bir medya patronuna nasıl böyle konuşabilir? Aslında sıradan bir vatandaşa karşı bile böyle konuşmamalıdır!..

İşte bu, bir gazetenin koyduğu ‘lapsus’ teşhisinin tam anlamıyla dışavurumudur. Lapsus, yani evrensel dile göre kişinin aslında saklamak  istediği, dışa vurmaması gereken bir duygu veya düşünceyi istemeden ağzından kaçırması.

Lapsus, çünkü bu açık biçimde cumhurbaşkanının basın ve medyayla ilişkilerindeki temel taşı ortaya koymasıdır.  Onlara çıkar sağlamak, avantaj tanımak, yatırımlarını korumak, fırsatlar vermek...

 Aydın Doğan bir melek olmayabilir. Sonuç olarak geleneksel Babıali’nin mesleği aileden devralan patronlarından değildir. Ve de bir iş adamıdır. Zaman zaman o mantıkla hareket edebilir. Ancak bugün Hürriyet’in bulunduğu çok önemli yer ve demokrasi mücadelesinde geldiği adeta bayrak konumunun, gazeteye de sahiplerine de büyük sorumluluklar yüklediği gibi, her aydının, her emekçinin de gözetmesi gereken bir varlık olduğu açıktır.

Ancak Cumhurbaşkanı bu sözleriyle çok vahim bir itirafta bulunmuş, yalnızca basın patronlarıyla değil, tüm iş adamları ve onların önde gelenleriyle ilişkileri üzerine değerli kanıtlar sunmuştur.

Ve emin olsun ki günün birinde RTE ve AKP dönemi üzerine mutlaka yazılacak olan kitaplarda, bu bilgiler önemli bir yer tutacaktır. Ahmet Davutoğlu’nun gaflarının da tuz-biber olarak katılmasıyla...

Ve tüm bunların yalnız kitaplar için değil, şu dönem üzerine ilerde Tarih Baba’nın vereceği yanılmaz ve yanıltılamaz son hüküm için de malzeme oluşturacağı kesindir.