KRAL İÇİN HOLOGRAM X X X ½ |
Yepyeni, gıcır gıcır bir film, dünyayla aynı zamanda bizde de gösterime çıkacak. Hakkında henüz ünlü IMDB sitesinde bile hemen hiç bilgi bulunmayan…
Film Dave Eggers adlı yazarın romanından uyarlanmış. Farklı ve birçok açıdan ilginç bir hikaye bu…
Alan Clay, modern çağın ürünü olan ‘hologram’ (teknolojiyle yaratılan hayali görüntüler) pazarlayan bir firmanın, mesleğinde zor bir dönem yaşayan çalışanıdır. Suudi Arabistan’la bir proje üzerinde çalışmaktadır şirket: kralın çölün ortasında inşa etmeyi planladığı, hatta bir ölçüde de ettiği dev bir kentin tanıtımını hologram telekonferans tekniğiyle yapmak…
Alan aile sorunlarını ve firma içi çekişmeleri geride bırakarak o gizemli ülkeye gider. Daha Suudi Havayolları’na ait uçakta, hemen tümü Arap yolcuların birlikte dua etmeleri ve tekbir getirmeleriyle başlayan şaşkınlıklar yaşayacaktır.
Batı uygarlığına çok ters düşen bir başka yaşam tarzı ve değerler bütünüdür burası. Ama çelişkiler de eksik değildir: o yoksulluk ve gerikalmışlık manzarasının ardında inanılmaz bir sermaye vardır. Çölün ortasında yükselen dev gökdelenlerin de gösterdiği gibi…
O din üzerine kurulmuş yaşam tarzı, genç kuşakların ABD’nin en büyük üniversitelerinden mezun olup parlak diplomalar ve çağdaş kariyerler edinmesini engellememiştir. Üstelik bu ülke üzerinde oturduğu o büyük İslam hazinelerini, en koyu ve azgın bir kapitalist bakışla görmektedir: filmin bize bir belgesel gibi gezdirdiği Mekke’nin kutsal toprağında, Kabe’yi bir duvar gibi sarmakta olan yeni ve yüksek beton yapıların gösterdiği gibi…
Film, gazete veya TV görüntülerinden bildiğimiz bu manzaraya tam bir dalış yapıyor. Gerçi kimi otantik Kabe bölümlerinin dışında büyük bölümü Fas’ta çekilmiş. Ama ziyanı yok: o ülkenin yaşamından, kadın/erkek ilişkilerinden (son derece zor ve çağdışı kalmış ilişkiler), Batı uygarlığına bakışından izlenimler ediniyoruz. O tutucu ülkede, batılıların özellikle elçilik binalarındaki çılgın partilerini de görüyoruz: hayli şaşırarak!...
Ama bu bir belgesel değil. Tersine, tıkır tıkır işleyen bir gerilim de var. Alan’ın bırakınız kralı, onun temsilcisi olan yüksek düzeydeki bir bürokratı bile görmesi neredeyse imkansız gözükürken, sonunda kralla birlikte oturup hologram izliyorlar!. Gerçi birçok şeyde olduğu gibi burada da Çinliler araya giriyor ve Batı’dan çalıp kopyaladıkları birçok şey gibi bu projeyi de Suudilere satıyor: çok daha ucuza…
Ama ziyanı yok: Batı hala teknolojisiyle üstündür. Ve asıl yaratıcıdır. En azından şimdilik!..
Ayrıca Alan için asıl önemlisi kendi yaşamıdır. Çünkü orada hiç ummadığı bir ilişki kuracaktır: sırtında aniden beliren tehlikeli bir tümörü alan kadın doktorla yasak bir ilişkiye girerek... Bu onu uzaklardaki yuvasından, artık yorulduğu bir hayattan koparıp bu tuhaf ülkeye atabilir mi? Bilinmez ki…
Bu değişik, egzotik ve çarpıcı film, Alman ustası Tom Tykwer’in elinde doğrusu keyifle izlenen ve insana çok şey öğreten bir filme dönüşmüş. Başta Tom Hanks tüm oyuncular çok iyi. Bense özellikle doktorda yarı Hintli, yarı İngiliz Sarita Choudhury’yi ve yerel rehber Yusuf’da Alexander Black’i tanımaktan mutlu oldum.
Çocuklar görebilir,
büyüklerse biraz düşünmeli!..
AVCI: KIŞ SAVAŞI X X ½ |
2012 yılının Snow White and the Huntsman- Pamuk Prenses ve Avcı filminin dört yıl sonra gelen devamı. Artık Pamuk Prenses ortalarda yok; olasılıkla son dönemde onu ana kahraman edinen filmlerin çokluğu, söylenecek birşey bırakmadığından!...
Onun yerine ilk filmin kötülük kraliçesi Ravenna’nın kızkardeşi Freya geliyor perdeye: hikayenin belki ana kahramanı, en azından ana kötü kişisi olarak…Ravenna, üzerinde hüküm sürdüğü kuzey iklimi diyarını kızkardeşiyle paylaşmak yerine ona meydan okumayı seçer. Onu aşık olduğu gençten koparmak için, büyülediği genç adama bizzat yeni doğan kendi çocuğunu öldürterek…
Sert kişilikli Freya çeker gider. Ve kendi hükümranlığını ilan eder. Tüm ülkede yeni doğan çocuklara el koyup onları acımasız birer savaşçı, aman vermez birer ölüm makinası gibi eğiterek…Bu yöntemin ana sloganı şöyle olabilir: “Sevmek en tehlikeli şeydir. Ve sevgi yasaktır!”
Ancak bu yeni yetişen savaşçı sınıfı içindeki iki çocuk, Eric ve Sara, büyürken birbirlerine tutulurlar. Ama bu aşk Freya’nın soğuk buzduvarına çarpar (Hem somut, hem simgesel anlamda!) Ve aşıklar ayrılır: üstelik birbirlerini öldü sanarak…Ama yıllar sonra yeniden karşılaşacaklardır.
Bu tuhaf film gerçekten de o soğuk iklimi hissettiren bir fantezi, üşüten bir masal!.. Çevre görsel olarak iyi kurulmuş: olağanüstü doğa görüntülerinin katkısıyla… Özel efektler ise inandırıcı.
Ancak senaryo sağlam değil. Bu Yüzüklerin Efendisi özentisi öykü, o vb. filmlerin gerçekten çarpıcı karakterleri yerine bol bol klasik kişilikler, klişe durumlar barındırıyor. Özellikle ilk 45 dakika, üstelik karanlık çekilmiş döğüş sahneleriyle insanı perdeden soğutuyor.
Sonra devreye o sempatik cüceler ve küçük hırsız yaratıklar giriyor. Ve olay biraz canlanıyor. Ama filmi kurtarmaya yetiyorlar mı, tartışılır!..
Ünlü oyuncular bu hayal ürünü kişiliklere biraz insancıl ögeler katmayı deniyor. Özellikle Freya’da Emily Blunt ve Sara’da Jessica Chastain bunu başarıyor. Zaten bu tam bir kadınlar filmi. Ve tüm o fantezi içinden belli bir feminist tavır fışkırıyor!..
Ama bu kimi kişiliklerin abartılı yanını önleyemiyor. Başta Charlize Theron’un görkemli, ama tüm o tantana içinde karikatüre yaklaşan kötülük kumkuması Ravenna olmak üzere..
Sonuç olarak hayli naif, fazlasıyla çocuksu ve amaçladığı görkemin içinde boğulmuş bir film. Velhasıl bir Harry Potter veya Yüzüklerin Efendisi mucizesi beklemeyin… Ve özgün adına iliştirilmiş Pamuk Prenses’i ise boşuna aramayın. Çünkü yok!....