X X 1/2 (Furiosa: A Mad Max Saga) Yönetmen: GeorgeMiller Warner Bros filmi, 2024 |
Hayır, daha önceki Mad Max filmlerinin hayranlarından olmamışım. Hatta yarım düzineyi aşan bu popüler sinema serisini doğru-dürüst görmemişim bile... Aslında aksiyon sineması ve onun fantastik ve bilim-kurgusal türlerine de düşkün biriyim. Nasıl olmuş da bu serinin yanından geçip gitmişim, bilmiyorum!
Bu filmi görünce nedenlerini kavrar gibi oldum. Avustralya kökenli yazar-yönetmen George Miller de yine benim favorilerimden olmamış. Hemen hepsini yönettiği bu seri birçok açıdan başarılı olmalı, burası kesin... Nitekim bu film de, üstelik iki buçuk saatlik uzunluğuna rağmen, yüksek teknolojik düzeyi, dur-durak bilmeyen temposu ve başka birçok ögesiyle kendini izletiyor. Ama gerçekten hayran bırakıyor mu? Çok şüpheliyim...
Aslında bilinmeyen bir çağda ve yeşillikten çöle değişen bir coğrafyada geçen hikâye, anlaşılan önceki filmlerle belli ilişkiler içeriyor. Altı temel bölüme ayrılmış olan film, küçük bir kızın feryadıyla açılıyor: "Annem, çocukluğum... Onları geri almak istiyorum!" Burası çoğu ürkünç, hatta korkunç bir erkekler ülkesidir. Sadece kadınların toplandığı bir mekan bir kez gösteriliyor, o kadar... Annesinin çarmıha gerilerek öldürülmesine tanık olan genç Furiosa, küçük yaşına rağmen alabildiğine cesurdur; o garip aleme de, o eril güce de ve o canavarlaşmış insanlara da karşı koyacak kadar... Tek dostu bir yaşıtıdır ve o kızla konuştuğu dil İngilizce değildir. Belki aslında "O insanlar o dili konuşurdu; ama ne yapalım, bu bir Amerikan filmi" demek istenmiş de olabilir!...
Film dediğim gibi son derece gösterişli, sürükleyici ve oyalayıcı görünümünün ardında, saçmalığa varan tuhaflıklar içeriyor. Öylesine ki sonunda bir tür "motorize masal film" olup çıkıyor. Bir ara karşımıza gelen Motoristan Çiftliği öylesine görkemli bir örnek ki... Ortalıkta sayısız alet-edevat, demir-çelik eşya, tabanca-tüfek dahil her türlü silah var. Ayrıca tanker, kamyon, motosiklet, mitralyöz, modern işkence aletleri kadar; paraşütler, dürbünler, halka seslenmek için kocaman mikrofonlar, elde taşınan modern telefonlar... Hepsi gırla gidiyor Sanki o geçmiş çağla günümüz teknolojisinin tuhaf birleşmesi...
Ölümcül bir kalabalık çete var: hepsi dazlak, üstü çıplak, gözlerinin çevresi siyaha boyanmış bir gurup... Heybetli bir kalenin önünde, etrafa ölüm saçan... Ve de modern bir demir-çelik şehir. Öylesine heybetli ki... Ayrıca her türlü kombinasyonlar yapılmış: önde üç motosiklet, arkada eski usül bir savaş arabası bir araya gelip ölüm saçıyor. Ve elbette, kestireceğiniz gibi, bu kadar dolaşan araç yüzünden, müthiş bir benzin sıkıntısı başlıyor. Benzin Şehir denen merkezin çare bulamadığı... Ve de her yerde "organik tamirci"lerin cirit atttığı...
Ayrıca başka gariplikler de oluyor. Bir mağara duvarlarındaki sanki Rönesans devri resimleri... O kargaşada elden ele dolaşan bir oyuncak ayı... O çağda kimi sahnelerde görülen enfes "Şark halıları!" Kertenkeleyle insan kanını birleştirip yapılan yiyecek... Cesetleri yiyen köpekler... Ve daha neler de neler!...
Ama insanları ihmal ettik. Filmde Furiosa'nın macerası ön planda kendini gösteriyor. Daha çocuk yaşındayken (sonradan hayli büyüyecektir) Furiosa, Warlord- Savaş Lordu diye anılan upuzun sakallı ve yakışıklı Dementus'un eline düşecek, kentin eski kült lideri olan Ölümsüz Jack'la da çekişecektir. Zaman onu olgunlaştırır ve gücü artar. Ama bu filmin sonlarına doğru başına gelen o trajik akıbeti önleyemez. (O acılı sürprizi seyirciye bırakıyorum). Ne de olsa bu alabildiğine şık ve tantanalı apokaliptik film, temelde bize bir kadın hikayesu sunamaktadır.
Diğer özellikler arasında istisnasız tüm oyuncuların (starlardan figüranlara) film boyunca suratlarının halidir. Öylesine yara-bereli, iğrenç düzeyde kirli-pasaklı halleri vardır ki... Tüm o fanteziler atmosferinde tümüyle gerçek duran bir tavır. Arada savaş anlatılır: "Savaş hep vardı, hâlâ var ve de olacak" diye... Bir yerde halka şöyle denir: "Asıl güç sizdedir. Onlar sadece izin verdiğiniz için oradadırlar." İlginç bir demokrasi dersi, değil mi?
Ve yıllar sonra intikam gelir; onu simgeleyen bir infaz sahnesiyle birlikte... Böylece bu karmakarışık film bir tür mutlu sonla bitmiş olur.
Yönetmen George Miller 1945 doğumlu. 1970'lerde kısa filmlerle başlamış. 80'lerden itibaren bir dönemde bizde Çılgın Max diye oynayan bu serinin yanı sıra Eastwick Cadıları, Lorenzo'nun Yağı, iki filmlik Neşeli Ayaklar gibi filmler yapmış. Film daha çok ritme dayalı, dam-dumlu bir müziğe sahip...
Oyunculara gelince... Furiosa'nın gençliğinde Alyla Browne, olgunluğunda Anya Taylor-John; Dementus'da Chris Hemsworth, Ölümsüz Jack'da Tom Burke hatırlanacak oyunlar veriyorlar. Ve böylece, karşınıza orta karar bir seyirlik çıkıyor.
NOT: Sevgili okurlarım. Önümüzdeki Çarşamba gününden itibaren beş gün boyunca Safranbolu'da olacağız. Bu güzel vatan köşesinde, orada doğmuş olan ve yakın zamanda kaybettiğimiz Türker İnanoğlu'yu da anan bir etkinlik var. Ve bana lütfedip bir Onur Ödülü sunacaklar. Ben de onun üzerine konuşacak ve söyleşiler yapacağım. Safranbolulularla buluşmak üzere...
Atilla Dorsay kimdir?Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor. 10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti. Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler. Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı. 1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü. Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu. Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı. Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için. Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor. Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti. TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı. Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi". Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor. Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı. Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor. Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı. Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"... |