Atilla Dorsay

10 Kasım 2017

Şoray paneli, imza günüm...Ve 7 yıl sonra Şener Şen!..

Evet, hasret bitti. Sinemalara buyrun lutfen!...

Önce notlar. Bu kez öne alıyorum: Arada kaynamasın diye... Çünkü, izninizle, benim için önemli bunlar...

Yarın (Cumartesi) bu yıl ilk kez Beylikdüzü’ndeki Kitap Fuarı’nda olacağım. Önce saat 12’de Feridun Andaç’ın genişleterek yeniden basılmış Türkan Şoray İle Yüz yüze kitabı izin yapılacak bir panele katılacağım.

Şoray bir ihtimal gelmeyebilir. Çünkü sağlık açısından kimi sorunlar yaşıyor. Ama umarım gelir: onu yeniden görmeyi hepimiz öylesine istiyoruz ki... Ayrıca sevgili Safa Önal, Andaç ve bendeniz onun üzerine konuşacak, o bitmeyen sevgimiz için yeni sözler etmeye çalışacağız.

Saat 14’den itibaren bendeniz Remzi standında yeni çıkan O Güzel Atlara Binip Gidenler kitabımı imzalayacağım.

Özellikle 2005’lerden beri bir ‘yaprak dökümü’ gibi yaşadığımız o artarda gelen yönetmen, oyuncu, yazar, gazeteci ölümlerine adanmış bir kitap kitap bu: Metin Erksan’dan Ömer Kavur’a, Yusuf Kurçenli’den Ayşe Şasa’ya, Tuncel Kurtiz’den Müşfik Kenter’e, Levent Kırca’dan Engin Cezzar’a, Tarık Akan’dan Fikret Hakan’a, İlhan Selçuk’tan Vedat Türkali’ye, Selmi Andak’dan Attila Özdemiroğlu’na seçilmiş 40 portre içeren...

Ayrıca biraz daha gerilere gidip Yılmaz Güney, Onat Kutlar, Zeki Müren vb. üzerine de yeni yaklaşımlar ve de birkaç çok özel yazı var: Leyla Umar, Vitali Hakko, Ela Güntekin gibi unutulmaz dostlarımı anarak....

Oralardaysanız, mutlaka bekliyorum!....

7 yıllık hasret bitiyor. Sinemalara lutfen!..

 

YOL AYRIMI     X  X  X

Yönetim ve senaryo: Yavuz Turgul
Görüntü:  Uğur İçbak
Müzik: Anjelika Akbar
Oyuncular:  Şener Şen, Rutkay Aziz, Çiğdem Selışık Onat, Nihal Yalçın, Mert Fırat, Tilbe Saran, Ruhsar Öcal, Defne Kayalar, Şerif Erol, Filiz Kaya

TMC Film- UİP

 

 

Şener Şen’in de, Yavuz Turgul’un da tam 7 yıldır ilk filmleri: o enfes Türk usulü kara-film Av Zamanı’dan beri... Bunun çok uzun bir hasret dönemi olduğunu ve dolayısıyla bu filmi sabırsızlıkla bekleyip coşkuyla izlemeye koştuğumuzu söylemeye bilmem gerek var mı?

Turgul’un yazdığı öykü bizlere Mazhar Kozanlı isimli bir işadamının yaşadıklarını anlatıyor. Aileden devraldığı tekstil şirketini dev bir kurum haline getirmiş, alanında bir imparator olan Mazhar bey tam büyük atılımların eşiğindeyken, bir araba kazası geçiriyor. Bize tam olarak gösterilmeyen, ama ustalıklı bir çekimle duyurulan bir kaza.

Bu kazadan kurtulsa da, olayın Mazhar bey üzerinde büyük etkisi oluyor. Birden en basitiyle yağan yağmurun, ıslak yaprakların, kaza geçiren bir köpeğin ve tüm doğanın farkına varıyor: iş ve maddiyatla geçmiş uzun hayatında ilk kez...

Aynı biçimde, doğa kadar hayata ve onun gerçeklerine de ilgi duymaya başlıyor. Öncelikle ailesine, sevmeyi hiç beceremediği, hep mesafeli kaldığı çocuklarına, torunlarına...     

Sonra çalışan kesimi görüyor: şirketin aslında hep sömürdüğü, şimdilerde ise küçülme politikasıyla işsiz bıraktığı emekçileri, isyan halinde anneleri, hayatları yaşamadan ellerinden alınan çocukları fark ediyor.

Aynı zamanda, şirketin vaktiyle büyümesini nasıl zulme, sömürüye, acımasızlığa dayandırmış olduğunu da anlıyor.

Ve bir hayli geç kalmış bir vicdanın sesine uyarak, kendi büyük hisselerini çalışanlara devretmeye, onları adeta yönetimin başına getirmeye, deyim yerindeyse servetini yoksullarla paylaşmaya kalkışıyor. Aynı zamanda farklı yaşam biçimlerini, alçakgönüllü eğlence mekanlarını, dostlarla birlikte hoşça geçirilen zamanları da keşfetmeye başlayarak...

Bu modern masal aslında fazla uzun (iki buçuk saat), bir parça ‘mamul’ (imal edilmiş) ve de aşırı tiyatrovari duruyor.  En azından biraz daha kısa olabilseymiş...

Yine de hayli etkileyici bir film bu.....Sanki bunca yıl sonra kapitalizmin temel yapısına radikal bir saldırı gibi duran....Ve onun gerçek hayata, hayatı en doğal biçimde yaşama hakkına karşı çıkan zalim mantığının yeniden gündeme getirilmesi gibi.

Sonuç olarak, bir tür sınıfsal melodram bu... Melodram diyorum, çünkü her şey dramı aşıp duygularımızla ustaca oynayan bir melodram havasına ulaşıyor.

Ama çok iyi seçilip yönetilmiş oyuncu kadrosu, bu moralist fanteziyi sonuna dek inandırıcı kılmayı başarıyor. Başta artık inatla söylendiği gibi bir komedi oyuncusu değil, gerçek bir kompozisyon ustasına dönüşen Şener Şen olmak büzere.....

Ama ayrıca, Galatasaray’dan eski okul arkadaşı, onun tam tersine neşeyi, aşkı ve kadınları seçmiş olan Altan’da Rutkay Aziz; ailenin tüm sırlarına vakıf ihtiraslı anne Firdevs’te klasik bir trajedi oyuncusu gibi oynayan Çiğdem Selışık Onat; isyankar emekçi annede Nihal Yalçın; alkolik oğulda Mert Fırat; elbette Nuh’un Gemisi’nden esinlenmiş Nur’un Gemisi’nin sahibi Nur’da Tilbe Saran; iki ateş arasında kalmış ‘has adam’ Besim’de Şerif Erol üstün oyunculuklar sergiliyorlar. Diğerleriyle birlikte tam bir takım oyunculuğu...

Ayrıca deneyimli Uğur İçbak’ın kusursuz görüntüleri. Ve de Anjelika Akbar’ın harika müziği. 

Evet, hasret bitti. Sinemalara buyrun lutfen!...

Yarın: SABAH YILDIZI: SABAHATTİN ALİ