X X X Yönetmen: Berker Berki Satre Film yapımı, 2023 |
Son derece hınzır, akıcı, özgün ve her haliyle yaratma hırsı içeren bir film... Belki bu çaba tümüyle kusursuz bir yapıma yol açmıyor. Yine de, hele sinemamızın belirli türler arasında sıkışıp kaldığı şu dönemde, özgünlüğü yadsınamaz.
Film Barış adlı bir genç adamın portresini çiziyor. Klasik anlamda yakışıklı olmasa da sempatik bir yüz sahibi Barış, filmin başından itibaren karşımıza değişik işler peşinde koşan, ama hepsini yüzüne gözüne bulaştıran bir girişken ruh olarak geliyor. Tasarımcılık, kebapçılık, en son kasaplık... Ama hiçbiri olmamış. Hepsi sonunda karakolda bitiyor; babacan bir komiserin ceza vermekten çok nasihat içeren tepkisiyle sonlanarak...
Sonra 15 yıl öncesine gidiliyor, ki bu sık sık ileri-geri gidişler film boyunca sürecektir. Kimileyin aşırıya kaçarak insanı serseme çevirse de... Arada Barış'ın çocukluğunu, babasıyla olan ilişkisini de izliyoruz. "Oğluma uçak bile alırım" diyen, ama üç kağıtçı bir baba... Ancak belki en acısı evde kendisini asmış olan yaşlı adamı, yani dedesini keşfettiği bölüm... Böylece tüm bunlar Barış'ın o garip ve yaralı kişiliğini, bir türlü rayına oturmayan hayatını bize açıklıyor.
Bu arada hayli gay tavırlı bir tasarımcı araya giriyor. Barış'a onca kızsa da, asgari bir sempati gösteren... Bunu demişken bir yan karakterin de hık demiş modacı Cemil İpekçi'nin burnundan düşmüş olduğunu hatırlatayım!...
Sonra ortalık biraz karışıyor. Özellikle bir saat sonra filme giren Nergis kişiliğiyle... Yani aslında Barış'ın kardeşi. Ve onunla birlikte bu acımasız dünyadan intikam almaya çalışan...
Film kendine özgü bir lezzet içeren, büyük itinayla ve ayrıca az olmayan maliyetlerle çekilmiş bölümler içeriyor. Örneğin İstanbul'un surları önünde çekilen ve kalabalık bir maskeli figüran ordusu içeren bir savaş sahnesi, ki o da bir filmin çekimi imiş... Ve Barış'ın beklenmedik müdahelesi, bu çekimin canına okuyor... Ayrıca ünlü Yerebatan Sarayı'nda, yani yerin altında, zengin kostümler giymiş oyuncularıyla ve çalınan klasik müzik eşliğinde danslarla çekilmiş harika bölüm...
Ya da bir hastanede, fonda hafif hafif yağan karın önünde hepsi ayni giysiyi giymiş figüranlarla çekilen sahne... Ya da, bu kadar iddialı olmasa da, ipin ucunda sallanan dedeye terlik giydirme sahnesi...
Ayrıca bir camideki imamın hayli uzun ve anlamlı vaaz bölümünü de hatırlatayım. Tüm bu belalı sahnelerde daha önce de ülkemizde çalışan görüntü ustası Jean-Paul Seresin'in büyük katkısı olduğunu belirteyim.
Gördüğünüz gibi film birçok açıdan ilgiye değer. Oyuncular da çok iyi. Özellikle Barış'ta Kaan Turgut, Nergis'te Nilay Deniz, deneyimli başkomiserde Erdinç Gülener... Ve o gay kişiliğe cuk oturan Mert Turak... Altan Erkekli'yi küçük de olsa perdede görmek ilginç. Yıllardır görmediğimiz Ulvi Alacakaptan da varmış; ama ben kim olduğunu keşfedemedim!..
Okurlarıma not: Milliyet-Sanat'ın bu ayki sayısında seçtiğim klasik, Fransız Yeni-Dalga'sının önde gelen kadın yönetmeni Agnes Varda'nın Cleo- 5'ten 7'ye filmi.
Yarın: KORKUYORUM
Atilla Dorsay kimdir? Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor. On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti. Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler. Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı. 1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü. Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu. Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı. Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için. Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor. Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti. TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı. Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi". Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor. Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı. Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor. Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak 2022'de Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar, onu tamamlayan Övgüler, Yergiler, Atışmalar ise 2023'de çıktı. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"... |