Atilla Dorsay

13 Nisan 2018

“Sert, metin, yalnız ve katil Amerikan ruhu”

Western’e saygınlığını geri veren bir büyük adım

 

VAHŞİLER     X  X  X  X  X 
(Hostiles)

Yönetim ve senaryo: Scott Cooper
Görüntü:  Masanobu Takayanagi
Müzik: Max Richter
Oyuncular:  Christian Bale, Rosamund Pike, Rory Cochrane, Jonathan Majors, Wes Studi, Timothee Chalamet, Ben Foster, Jesse Plemons, Adam Beach

Amerikan filmi

 

Kendini kanıtlamış bir yönetmenden yeni ve etkileyici bir film... Scott Cooper 2009’lardan itibaren Crazy in Heart- Çılgın Kalp, Out of the Furnace- Kardeşim İçin, Black Mass- Kara Düzen filmleriyle yeteneğini göstermişti. Vahşilerle zirveye çıktığı ise kesin...

Ünlü İngiliz yazarı H. D. Lawrence’in Amerika için söylediği ünlü cümle filmin hemen başında yer alıyor: “The essential American soul is hard, isolate, stoic, and a killer. It has never yet melted”

Çevirisi şöyle:

“Amerikan ruhunun özü sert, metin, yalnız ve katildir. Ve hiç yumuşamamıştır.” 

Film, 19. yüzyılın sonlarında (1892’lerde) geçen bir western. Bu artık 20. yüzyıla öylesine yaklaşmış yıllarda bile ABD’de ırkçılık tüm şiddetiyle ayaktadır: Hâlâ savaştıkları Kızılderililere ve elbette zencilere karşı...

Filmin başında tam bir kıyıma tanık oluruz: Dağ başında küçük bir yerleşimde at yetiştiren bir aile, azılı bir Komançi (anlaşılan Kızılderililerin en zalim ve kan dökücü grubu!) saldırısına uğrar. Evin erkeği öldürülür, üç çocuğuyla kaçan annenin peşine düşenler iki yetişkin kızını da vururlar. Rosalie kucağında bebeğiyle saklanır ve kurtulmayı başarır.

Sonra erkek kahramanı tanırız: Yüzbaşı Joseph Blocker. O Amerikan ordusunun yıllanmış bir askeridir. Hayatı Kızılderili avıyla geçmiştir ve o ırkın yok edilmesi gereken bir katiller sürüsü olduğuna yürekten inanmıştır.

Ama komutanı ona bambaşka bir görev verir: yaşlı kızılderili reisi Yellow Hawk’ı birkaç yıldır yaşadığı hapishanesinden alıp, ailesiyle birlikte sağ-salim ana yurduna götürmek...Çünkü o bir efsane liderdir. Ve serbest bırakılması, özlenen barış için dev bir adım olacaktır.

Joseph kesinlikle reddeder: can düşmanı bildiği bir adamı korumak, üstelik uzun bir yolculuk boyunca!...Ama emir yüksek yerden, ABD başkanından gelmektedir ve emekliliğin eşiğinde, kendi geleceği için yerine getirilmesi kaçınılmazdır.

Böylece yolculuk başlar. Bir yerde tümüyle çıldırmış gözüken Rosalie’yle yolları kesişir. Ve o şiddetin hala en amansız biçimde hüküm sürdüğü diyarda, herkes kendi misyonuna doğru koşar.

Öyle bir film ki, sanki ölmüş gözüken western türüne yeni bir hayat veriyor. Yıllar boyu tam bir Kızılderili düşmanlığı sergileyerek ırkçılığa alet olan, ancak bir noktada, özellikle de büyük usta John Ford’un filmleriyle (örneğin Cheyenne Autumn veya The Searchers) bu suçlamadan  sıyrılmayı başaran bu tipik Amerikan türü, bu kez müthiş bir çağdaşlıkla canlanıyor. 

Karşısında nefret etmek için her türlü nedene sahip olduğu yaralı insanları bulan kişilerin, o düşman bildiklerini canla-başla korumaya, onların hayatını savunmaya geçmeleri.  Giderek vicdanlı birer insana dönüşmeleri.

Ve de ırkçılık denen şeyin çok eşit biçimde paylaşılmış, yani iki yanda da ayni biçimde var olan bir illet olduğunun ortaya çıkması. 

Bu güzel film büyük bölümünde gözyaşlarıyla izleniyor. Özellikle ilk yarısında ve de finalinde....Ve ırkçılığı gerçek bir günah olarak sergileyip eleştirirken, son derece duygusal olmayı da başarıyor. Ama denetimli, akılcı bir duygusallık bu...

İki büyük oyuncu, özlediğimiz iki mütevazi star tam anlamıyla döktürüyorlar: Christian Bale ve Rosamund Pike. İkisinin de gelecek yılın Oscar’larında aday olacağına bahse girerim!..

Ben özellikle korkuyu ve çılgınlığı yüzünde billurlaştırmayı öylesine başaran ve kendine özgü bir güzelliğe sahip Rosamund Pike’ın Rosalie’sine bittim. Kızılderililerin de yan rolleri aşıp (özellikle reiste) gerçek birer karaktere dönüşmüş olduklarını belirtmeliyim..  

Görülmesi gereken bir film, Western’e saygınlığını geri veren bir büyük adım.

Yarın: SESSİZ BİR YER