Geçen Cumartesi gecesi bizde bir telaş... Eskisi gibi veya özellikle Hürriyet'in gece kuşları gibi oradan buraya kendimizi atmayıp evde kaldığımızdan... Ve Cumartesi gecesi TV'de neyi izleyeceğimize kolay karar veremediğimizden... Hayli duraksadık.
Öyle ya... Bir yandan her haftaki Şarkılar Seni Söyler programı vardı. Ünlü şarkının şu enfes sözlerine dayanan:
Şarkılar seni söyler
Dillerde nağme adın
Aşk gibi, sevda gibi
Huysuz ve tatlı kadın
En güzel günlerini
Demek bensiz yaşadın
Doğrusu bu programı temelde sevsek de ayılıp bayılmıyorduk. Mizahı tam bize göre değildi; aynı şakalar sık sık yineliyordu. Sibel Can'ın sesine gerçekten bayılsak da (şu anda pikabımda o çalıyor!) jestlerini fazlasıyla tekrar edilmiş buluyordum. Ama mutlaka, en azından bir bölümüne dalıyorduk. O akşam ise onu izlemek zorundaydık; çünkü bir efsane, ünlü şarkıcı Alpay konuk olacaktı.
Ama öte yanda TV100'de sevgili Uğur Dündar'ın konuğu Kemal Kılıçdaroğlu idi. Hem de işlerin böylesine kızıştığı bir gündemin içinde... Zaman zaman ona da gidip geldik. Ve o program da sonunda üç saatten çok sürdü: tıpkı Şarkılar Seni Söyler gibi... İkisi de gece yarısını geçe bittiler. Böylesine dolu, böylesine heyecan verici bir gece kolay gelmezdi.
Ve özellikle Kanal D'nin müzik programı. O gece öylesine zengindi ki... Ama gözümüz Alpay'daydı: 1935 doğumlu olduğuna göre bugün 88 yaşında; asıl adı Alpay Nazikoğlu olan; yıllar boyu bize sayısız şarkıyı ezberleten: Fabrika Kızı, Sakın Anlatma, İstanbul Sevdası, Bu Ne Sevgi... Eylülde Gel, Hayalimdeki Resim, Cennet Yolu, Anlatamıyorum... Bende Saklı Ne Varsa, Sirkeci Garı, Kal Ya Da Git, Ne Dedi Ki... Ve arşivimde bulduğum 4 CD'nin birini bana imzalamış olan... Ki aslında onun 20'den çok albümü var gözüküyor. Ve galiba şu günlerde çıkan bir saygı albümü de...
Ve ekrandaki Alpay... Doğrusu iyi yaşlandığı söylenemezdi. Ama kim iyi yaşlanıyor ki... Sadece erkekleri düşünürsek, Kadir İnanır veya Brad Pitt'ten başka!.. Üstelik o, bildiğim kadarıyla onca hastalık geçirmişti. Sonunda karşımıza geldi. Kafasına yapışmış gibi duran simsiyah saçlar; koskocaman siyah gözlükler; bembeyaz dişler... Ama tüm konuklarla birlikte 8 kişi oturdukları o geniş kanepede rahattı; kimi şarkılarını kendisi söylüyor, kimileriniyse diğer sanatçılara bırakıyordu. Kimi zaman da sanki kendi kendisiyle biraz dalga geçiyor gibiydi.
Ama ne olursa olsun... O bizim Alpay'ımızdı. Onca güzel melodiyi içli, dolgun bir sesle yüreklerimize yerleştiren... O gece onun ve dolayısıyla tüm programın esiri olduk. Kılıçdaroğlu'na ancak arada şöyle bir göz atarak...
Ama ertesi gün medya hemen sadece Uğur Dündar'ın Kılıçdaroğlu söyleşisinden söz etti. Gayet de haklı olarak: öylesine önemli laflar etmişti ki... Üstelik programın içine SADAT denen ve onun tam eleştiri merceğinde bulunan kurumun reklamı alınmamış mı!.. Elbette kıyamet koptu; Kılıçdaroğlu'na yeni ve haklı bir eleştiri fırsatı getirerek...
Ama ben kendi adıma o geceyi bir Alpay gecesi olarak anıyorum, anacağım. Değerlerimizin kıymetini bilelim, onlara gereken ve hak ettikleri sevgi ve saygıyı gösterelim lütfen...
Atilla Dorsay kimdir? Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor. On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti. Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler. Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı. 1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü. Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu. Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı. Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için. Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor. Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti. TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı. Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi". Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor. Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı. Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlattıyor. Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"... |