BİZ BÖYLEYİZ X X X ½ Yönetim ve senaryo: Caner Özyurtlu Avşar Film yapımı. |
Hikâyesini Melikşah Altuntaş, Berrak Tüzünataç ve Şebnem Bozoklu'nun yazdığı, Caner Özyurtlu'nun senaryosunu yazıp yönettiği bu film, önce tümüyle popülerliği amaçlamış, hafif ve yüzeysel bir yapım gibi gözüküyor. Ama ilerledikçe ve özellikle de finaliyle insanın yüreğine dokunuyor. Sanki tipik bir Çağan Irmak filmi gibi. Ve bilen bilir, bu da az kompliman değildir!..
Film kimileri akraba olsa da aslında geniş ve uzun sürmüş bir dostluğun birbirine bağladığı bir grup arasında geçiyor. Yıllar önce İstanbul'u terk edip Ege'ye taşınmış yaşlı Nezihe hanım, hizmetçisi ve yardımcısı, Türkmen (veya Özbek) bir hanımla birlikte yaşamaktadır. Ama yaşlılık gelip çatmıştır ve sorunları artık sık sık nüks etmektedir.
Bunlardan birinde durum ciddileşir gibi olur ve yardımcısı tüm yakınlarına ve dostlarına haber uçurur. Hepsi de işlerini bırakıp arabalarına binerek yola düşer. Geldikleri ev sanki cennetten bir köşedir. Neresi olduğu söylenmez, ama filmin Urla'da çekildiğini hatırlatalım!..
Gelenler Nezihe hanımı oldukça formda bulurlar. Sanki hepsinden daha neşeli, ruhu genç kalmış, çiçeklerle konuşan, yaşını unutmuş bir hatundur. Örneğin şöyle diyen: "Biri söyleyene kadar insan kaç yaşında olduğunu bilmiyor!"
Etrafındakilerse başta çok dost gözükseler de, aralarındaki sürtüşmeler yavaş yavaş ortaya çıkar. Örneğin yakışıklı veteriner Gökçe liseden sevgilisi, yıllar önce ayrıldığı Emre'yle yeniden karşılaşır ve bu hem onların, hem de Gökçe'nin evlenme planının canına okur!..
Öte yandan Dolunay'la biraz hımbıl kocası çocuk sahibi olamamanın acısını çekip çare ararken, Emre'nin erkek kardeşi Emrah grubun (bir çocuk dışında) en genci olarak, akıllı telefonunun dışında ölüm ve yaşlılık dahil her şeyle alay etmeyi benimser. Ama o da bu 'yaşlılardan' dersini alarak olgunlaşacaktır.
Ege güneşinin altında çekilmiş, zaman zaman sahile de uzanan bu film, iyi yazılmış, yeterince espri içeren ve yer yer insan karakterine özgün yaklaşımlar getirmeyi beceren bir yapım. Bir özelliği isimlerle oynaması. Böylece Emre bir kadın adı oluyor. Ve Gökçe'nin müstakbel eşi, onun 'eski arkadaşım' diye söz ettiği Emre'yi görünce feleğini şaşırıyor! Tıpkı kendisinden Nezih diye söz etmeyi seven Nezihe gibi...
Bir diğer mizahi buluş, kimi kişilerin Nezihe'den haber aldıkça işlerini o an terk etmeleri. Böylece veteriner Gökçe, önündeki evcil hayvanı sahibinin fal taşı gibi açılmış gözleri önünde bırakıp gidiveriyor. Herkesten saklasa da aslında bir "garson kız" olan Emre ise her seferinde cam-çerçeve kırıyor!
Ve film başta dediğim gibi bize Çağan Irmak filmlerini hatırlatıyor. Birçok açıdan... Bir kez bir ailenin ve büyücek bir grubun öyküsü. Biraz sıradan başlasa da, giderek temposunu arttırıyor ve finalde coşuyor. Ve yine büyük kentten (İstanbul'dan) güneye ve Ege'ye bir inişin öyküsü. Elbette 'Hümeyra ögesi'ni de unutmadan...
Oyuncuları kuşkusuz iyi seçilmiş. Ben kendi adıma Berrak Tüzünataç'ın çılgın ve öngörülemez Emre'sini, Engin Öztürk'ün kararsız duygusallıkla kıvranan Gökçe'sini, Şebnem Bozoklu'nun hayat şaşkını Dolunay'ını çok sevdim. Boran Kuzum'un alaycı, ama aslında geniş yürekli genç adamı Emrah'ı da. Ve diğerlerini de...
Ama bu sonuç olarak kesinlikle Hümeyra'nın filmi. Ve İstanbul festivalinin bu yıl onur ödülü vereceği bu büyük sanatçının aslında hepimiz için ne denli önemli ve vazgeçilmez bir kişilik olduğunun yeni bir kanıtı.
O Hümeyra ki Kördüğüm'den Sessiz Gemi'ye o unutulmaz şarkıları, sekiz albümü, Atıf Yılmaz'ın Talihli Amele'siyle başlayıp Kırık Bir Aşk Hikayesi, Mine, Asiye Nasıl Kurtulur, Kurt Kanunu, Bir Kadının Anatomisi, Babam ve Oğlum, Dedemin İnsanları, Unutursam Fısılda gibi filmlerle sürecek rolleriyle çoktan ölümsüzleşti.
Bu filme de o damgasını vuruyor. İleri yaşına rağmen hep genç kalmış bir ruhun emsalsiz canlandırmasıyla... Bize sanki hep genç kalmanın mümkün ve de çok hoş olduğunu hatırlatarak...
Ve bu filmin sanırım bir Çağan Irmak klasiği gibi kalıcılaşmasının nedenlerinden biri o olacak. Ona hep birlikte ve yeniden şapka çıkarabiliriz.
Yarın: Cats