ÖLÜMSÜZ AŞK (The Age of Adaline) X X X X Yönetmen: Lee Toland Krieger |
Son yıllarda karşımıza gelen ve klasik aşk filmlerine fantastik bir boyut ekleyerek bizi şaşırtan filmlerin bir yenisi. Ama özgün bir hikayeden yola çıkan filmin bu türün en iyilerinden olduğunu söylemek gerekir. Belki de yılın en iyi aşk filmi olmaya aday biçimde...
Film genelde zaman ve yaş temalarına yoğunlaşıyor. Yer yer hikayeye karışıp olayları anlatan bir “iç ses”le daha iyi kavradığımız gibi, Adaline Bowman denen Amerikalı kadının olağanüstü hikayesi bu...Hayatında hep mucizeler olan bir kadın...
Bunların biri, 29 yaşındayken, tek başına araba kullandığı bir gecede oluyor. Ve o yıl California’ya ilk kez kar yağıyor!..Bunun yol açtığı bir kaza ve Adaline’in kaçınılmaz ölümü. Ama hemen sonrasında araba enkazına düşen bir yıldırım, içerdiği yoğun elektrikle genç bedene hayat veriyor, Adaline canlanıyor. Artık hiç yaşlanmamak ve aynı fiziği hep korumak kaydıyla...
Böylece 1908 doğumlu Adaline, yüzyılı kat ediyor. Ama uzun ömrüne rağmen, aşkı ve mutluluğu bulamıyor. Yıllar sonra rastladığı genç bir adam ona bunu getirecek midir? Ama ruhu iyice yaşlanmış bu kadın, yeniden aşık olabilir mi? Olsa bile hikayenin bol bol içerdiği o büyük raslantılardan biri, onu tam mutluluğun eşiğinde, geçmişinden çıkıp gelen ve hiç beklemediği biriyle karşılaştırırsa?
İçerdiği sürprizleri açık etmeden yaptığım bu özet, belki yeterli değil. Gerisini artık perdede görmeye çalışın. Çünkü bu yeni fantastik soslu aşk filmi görülmeyi hak ediyor. Yer yer inandırıcılığı zorlasa da...
Çünkü, kimi özel bilimsel gelişmeler bu garip serüveni açıklayabiliyor: en azından inanmaya hazır olanlar için... Çünkü bu sıradışı öyküsüne çok zengin katmanlar ekleyebiliyor. Çünkü bizi yaşamak denen o görkemli serüvenin farklı yüzleriyle karşıkarşıya getirebiliyor.
Ve en önemlisi, film bize şu temel soruyu sorduruyor: ruhu iyice yaşlanan bir insan, dış görünümü genç ve güzel olsa da aşık olabilir ve mutluluk arayışına girişebilir mi? Bu filmdeki gibi dev boyutlarda olmasa da çevrenizde bu tarife uygun insanları bir düşünün, ban hak vereceksiniz!...
Oyuncu kadrosu da gayet iyi. Blake Lively, TV’de edindiği şöhreti hiç bu kadar iyi kullanmamıştı. Genç Michiel Huisman parlak bir yeni jön. İki unutulmaz usta oyuncu, Harrison Ford ve Ellen Burstyn harika birer dönüş yapıyor ve rollerine büyük canlılık katıyorlar. Genç William’da Anthony İngruber ise Harrison Ford’a benzerliğini çok iyi kullanıyor.
Kısacası, özellikle romantikler için kaçmaz bir sinema şöleni.
Suyu çıkmış korku trüklerine dayalı film
RUHLAR BÖLGESİ- 3 (Insidious: Chapter 3) X X Yönetim ve senaryo: Leigh Whannell |
Yine lanetli bir ev, yine öteki alemle istemedikleri halde temasa geçen bir aile, yine gıcırdayan dolaplar, aniden açılan kapılar, ortalıkta özgürce dolaşan hayaletler. Ve, belki en kötüsü, bunların altını çizip ani ses patlamalarıyla sinirlerimizi harap eden bir müzik anlayışı...
Aslında sevdiğim bir tür olan korku filmlerinde neler neler gördük... Hele bu lanetli ev ve dehşet içindeki aile teması üzerine...Poltergeist’den Paranormal Activity’ye seriye de dönüşen bu filmler, James Wan’ın yönetmenliği altındaki ilk ve ikinci Ruhlar Bölgesi’nde hayli etkili bir yeni adım attılar. Ve bizleri akıllıca korkutmayı başardılar.
O olayların öncesini anlatan ve ilk kez yönetmenliği deneyen oyuncu (bu filmde de var!) Leigh Whannell, bizlere daha da korkutucu olmaya kalkışan, ama yarı yolda kalan bir film sunuyor. Hayaletleri daha ürkünç ve sık gözüken biçimde cisimleştirmek, onların izlerini kör kör parmağım gözüne kılmak, filme yaramıyor.
İlk iki filmden süzülüp gelen tek oyuncu, medyum Elise olarak perdeye gelen Lin Shaye, bana yine Ayşe Kulin’i hatırlattı. Genç oyunculardan biriyse bizim Cengiz Semercioğlu’nu!...
Neyse, benzetme faslını burada keseyim. Ama filmi pek birşeye benzetemediğimi herhalde anladınız!...